![]() |
Lale ile acı gerçekler mutlu düşlere, paslı demirler parlak gümüşlere, yavuz bakışlar tatlı gülüşlere döner birden; lale ile uğruna can verilecek bir sevgili yaşar içimde. Lale, bağıma taç ve ben ona muhtaç.
Kapa gözlerini ve dinle sakî, bir İstanbul lalesinin çığlıklarını duyuyor musun?!.. İstanbul'a çıkmayan bir lale yolu, laleye çıkmayan bir İstanbul kadar kayıptır, yitiktir. Rüzgarları toplayan hüzünler aşklar yoksa İstanbul bahçelerinde ve bir kabir başında ışıklar yas tutar gibi laleler ağlar seher vakitlerinde.
Uyan sakî, lale devrindeyiz!..
Rüya gibi bir İstanbul, ülkeler arası entrikalara yol açmış bir çiçek, zengin çağrışımlı bir Osmanlı tarihi, hep merak edilen saray ve aristokrasi, isyana kadar varan taşkınlıklarıyla fakir halk, sınır tanımayan bir eğlence ve zevk dünyası, bütün bunların arasında derin bir aşk hikayesi ve korkunç bir cinayet...
Nefes nefese bir kovalamaca, heyecanlı bir macera...
Yine İskender Pala'nın usta kaleminden...
Merhaba.
Katre-i Matem, Türkçe anlamı ile Matem Damlası, kitabını bitirebilmem uzun zamanımı aldı. Yaz ayında olmamızdan da kaynaklandı, benim yoğunluğumdan da. Ama durup "Normal bir vakitte okusaydım daha mı kısa sürede bitmiş olurdu?" diye sorduğumda herhangi bir yanıt veremediğimi fark ettim. Çünkü ağır bir kitaptı, yalınlaştırılmış olmasına rağmen.
Olay yazarın İstanbul'daki Marmara Oteli'nde bir müzayedeye gidip eski döneme ait şiirlerden derlenmiş olan bir eseri satın alıyor. Öykünün sernamesi "Yek Cinayet Şast u Şeş Suâl" yani "1 Cinayet: 66 Soru". Kitabın yazarı belli değil, kitaba katkıda bulunan kimsenin kimliği belli değil. Yazan kişi sadece bir girizgah yazmış. Girizgah sancılı bir doğum sürecinde takılıp kalmış gibi yarım bırakılmış. En azından yazarın söylediği bu.
Kitap Serim, Düğüm ve Çözüm olmak üzere 3 kısımdan oluşuyor ve bu bölümler içerisinde yer alan bölümlerin başlıklarında da o bölüm ile alakalı bir suâl yer alıyor. Katre-i Matem, Osmanlı tarihi içerisinde yer edinen lale devrinde geçiyor. Sultanlardan 3. Ahmet, vezirlerden İbrahim Paşa...
Bütün hikaye ana karakterimiz Şahin'in Nakşıgül'e âşık olması ve ardından evlenmesi ile alakalı küçük paragrafların yer aldığı kısa bir bölüm ile başlıyor. (Öncesinde yer alan 1. Suâl bölümü ilk okunduğu vakit anlaşılamayan bir bölüm lakin hikaye ile bağlantısı ileride ortaya çıkıyor.) Gerdek gecesinin ardından Şahin uyandığı anda Nakşıgül'ün ölmüş olduğunu görüyor. Bu sebepten de kendisini suçlu görülüyor ve nezarethaneye atılacak duruma geliyor. Bütün kitap boyunca Nakşıgül'ün katilini ararken bir sürü karakter ile tanışıp hepsi ile de ayrı ayrı olaylar yaşıyor, fikir alışverişinde bulunuyor.
Bir yandan Nakşıgül'ün cinayetini çözmeye, Şahin'in değişimine, diğer yandan da Şahin'in etkileşimde olduğu insanların yaşadıklarına tanık oluyor, dört koldan hakim oluyorsunuz bütün hikayeye. Osmanlı Devleti'nin kapalı kapıları ardında yaşananlar, iktidar ateşinden payını almış olan kalpler, doğru-yanlış düşünceler, planlar, komplolar, isyanlar... (Patrona Halil İsyanı'na da tanık oluyorsunuz kitabın sonlarına doğru.) Bütün her şey kurgunun içerisine yedirilmiş halde.
Tarihi bu şekilde okumak her zaman için ilk tercihim olmuştur çünkü mantığını kavrayamadığım, iç yüzünü anlamadığım, kurgusallaştıramadığım hiçbir şeyi uzun süre aklımda tutamıyorum. Ama bu kitapta okuduğum çoğu bilgiyi unutmayacağımı biliyorum.
İskender Pala zaten "Divan Şiirini Sevdiren Adam" olarak tanınıyor, haliyle kitapta Divan Edebiyatı'ndan esintiler görmek de pek mümkün. Yabancı kelime fazlalığı var fakat kurgunun ilerleyişini bozacak derecede değil. Bilmeseniz de okunur, bilirseniz ne âlâ. Lale devrinde geçmesinden mütevellit kitapta lale yetiştiriciliği ve Osmanlı'da, Türklerde lalenin anlamına genişçe yer verilmiş. Öyle ki lale ile ilgili de baya bir şey öğrenmiş oldum.
Yer yer bölüm sonlarında eski devirlerden kalma hikayelere yer verilmiş, bu güzeldi. Lakin ben aşkın uçurumuna bu denli yaklaşmaktan zevk alamayan biriyim. Deli divane olanlar bir şekilde okurken de beni deli ediyorlar.
Aynı şekilde bölümlerden bazılarında da yanda görüldüğü gibi çizimler yer alıyor. Durup durup incelediğimi söylemem yerinde olacak sanırım. Çizimler de çok güzeldi.
Kitapta tashih hataları yok muydu, vardı elbette. Yerleri karışmış harfler, yer verilmeyen semboller... çok göze batmıyor elbette fakat ben beklemiyordum bu kitaptan.
Gelelim benim için en buruk kısma: Çözüm. Hatta çözümün son kısımları. Nakşıgül ile alakalı ortaya çıkan gerçekler ve yaşananlar... Yani bilmiyorum, daha farklı bir final bekliyordum ben. Okuyunca "Yok artık!" dediğimi hatırlıyorum. Tarihte yeri vardır bu tarz olayların belki de. O denli geniş bir tarih bilgisine sahip değilim ama bu kurguda daha yerinde bir son beklerdim.
Sözün özü tarih açısından doyurucu, kurgu açısından hafif aç bırakan bir kitaptı. Sindire sindire okutuyor kendisini, kesinlikle. Önereceğim bir kitap olur kendileri.
Puanım 3/5.
Birkaç tane de alıntı bırakıyorum:
... Yine de Kabristanda oturup beklerken ölüm bütün çıplaklığıyla gözlerinde canlanır gibi oldu. Burada oyalanmak zorundaydılar ve çevrelerini saran bunca şahide var iken ölümü düşünmeden edemiyorlardı. Onun, acı olduğu kadar doğal, ürkütücü olduğu kadar alışılmış, kovulmak istendikçe kucaklanan bir gerçek olduğunu işte orada anladılar.
Kendisiyle sevineceğin şeyler az olsun ki, kaybettiğinde üzüleceğin şeyler de azalmış olsun.
... İnsanın ümitli olduğu her şeye köle, ümidini kestiği her şeyden de hür olduğunun farkındaydı.
Hadi esen kalın, hoşça kalın.
0 comments :