Film Önerisi | VOL-İ (WALL-E)

28 Aralık 2018 Cuma

Kitap Yorumu | Isla ve Mutlu Son - Stephanie Perkins (Anna and the French Kiss, #3)

Kitap Yorumu | Isla ve Mutlu Son - Stephanie Perkins (Anna and the French Kiss, #3)



Buram buram sanat ve Avrupa kokan bir kitapla geldim bugün: Isla ve Mutlu Son. Adından da anlaşılacağı üzere kitap, Anna and the French Kiss serisinin üçüncü ve sonuncu kitabı. İkinci kitabı Lola ve Komşu Çocuk yorumum da hemen şurada. Kitapların çevrilme sırası "Neden?" diye sordurtsa da aralarında karakterler dışında bir bağın bulunmuyor oluşu sorun olmamasını sağlıyor.

Konusu şöyle: Ana karakterimiz Isla, Fransa'da okuyan bir Amerikalı ve lise birden beri Josh adlı karakterimize âşık. Platonik olarak takılıyor elbette. Diş ağrısından ötürü ağrı kesici aldığı ve kafasının bir dünya olduğu gün, oturduğu kafede Josh'a rastlıyor ve bir şekilde ikili konuşmaya başlıyor. Çok tatlı bir akşam geçiriyorlar ve ilerleyen saatlerde Isla'yı eve bırakıyor Josh. Bu olay yaz tatilinde gerçekleşiyor. Kafasının güzel olmasından ötürü oldukça rahat davranan Isla, yaşananları ancak ertesi gün hatırlıyor lakin Josh'ı lise son sınıf başlayana, yani okul açılana kadar görmüyor. Okulda tekrar bir araya gelmelerinin ardından çiftin macerası da bir şekilde başlamış oluyor.


Çok tatlı çıtır çerez bir kitaptı, Isla ve Mutlu Son. Daha iki kitabını okudum lakin Perkins'in her kitabını sanatsal bir konu ile besleme dürtüsü çok güzel. Josh resim çiziyor ve Isla ile beraber yurt dışına, Barselona'ya gidiyorlar. Karakterler ile beraber siz de karış karış geziyorsunuz Barselona'yı. Mimari yapıları inceliyor, sokaklarını didik didik ediyorsunuz. Kitapta en çok hoşuma giden şey bu oldu.

Tadında bir genç yetişkin romanıydı özetle. Lola ve Komşu Çocuk'ta olduğu gibi her karakter nevi şahsına münhasırdı ve mekanlar da bir o kadar titizlikle seçilmişti. Okurken Isla ile beraber siz de âşık olmuş gibi hissediyorsunuz; o kadar yalındı çünkü duygular ve kelimelere dökülüşü. Sözün özü, ben büyük keyifle okudum. Genç yetişkin dalında yumuşak ilerleyişe sahip bir kitap arıyorsanız bu kitabı, hatta belki de tüm seriyi önerebilirim. 2. kitabı hariç, daha okumadım çünkü onu.

Puanım 7/10.

Alıntılar:
"Maceralı hikayeleri severim. Özellikle işin içinde bir tür felaket varsa." Kaşı kalkık kalıyor. Gülüyorum. "Ben mutlu sonu olanları da okuyorum." Josh raflarıma işaret ediyor. "Çok okuyorsun." "Bu gerçek maceralara çıkmaktan daha güvenli." Bu sefer gülen o oluyor. "Belki."
"Daha önce güneşin doğrudan saçlarına vurduğunu görmemiştim hiç." "Ah." Parlayan saçlarıma bakıyorum. "Asla aynı gözükmüyor, değil mi? İçerideyken kestane rengi. Dışarıdayken daha çok kızıl." "Hayır." Josh uzanıp dalgalardan birine hafifçe dokunuyor. "Kızıl doğru kelime değil. Kestane rengi, turuncu, bakır veya bronz renginde değil. Saçların ateş gibi. Bu yanan bir binanın alevlerinden büyülenmek gibi. Bakışlarımı alamıyorum."
Keşke bana çizdiği şeylere baktığı gibi baksa. O zaman bende utangaçlıktan fazlasının yattığını görebilir, benim onda tembellikten fazlasının yattığını gördüğüm gibi.
"Ama artık kendine güveniyor musun?" "Ben... bunu başarmak üzereyim. Boş bir tuval olmanın sorun olmadığını düşünmeye başladım sanırım. Belki de geleceğimin bilinmez olması sorun değildir." Yine gülümseyerek, "Belki de," diyorum, "geleceklerini bilen insanlardan ilham almak sorun değildir." "Biliyorsun bu iki taraflı işliyor." Buz gibi olmuş parmaklarını kendiminkilere kenetliyorum. "Ne iki taraflı işliyor?" "Sanatçılar boş tuvallerden ilham alır." Gülümsemem genişliyor. Josh, "Boş bir tuval," diye devam ediyor, "sınırsız olasılıkla doludur." 
Hadi, esen kalın, hoşça kalın.

24 Aralık 2018 Pazartesi

Kitap Önerisi | Muhteşem Gatsby - F. Scott Fitzgerald

Kitap Önerisi | Muhteşem Gatsby - F. Scott Fitzgerald


Merhabalar.

Sıradaki kitabım Muhteşem Gatsby, kendisi Modern Klasikler Serisi'nin 63. kitabı. F. Scott Fitzgerald'ın diğer kitapları şunlar: Cennetin Bu Yanı (1920), Uçarı Kızlar ve Filozoflar (1920), Kıyıdan Uzakta (1920), Güzel ve Lanetlenmiş (1922), Kış Hayalleri (1922), Caz Çağı Öyküleri (1922), Benjamin Button'ın Tuhaf Hikayesi (1922), Buruktur Gece (1934), Son Düş (1941), Bir Yazarın Öğleden Sonrası (1957).

Muhteşem Gatsby'nin önce filmini gördüm, sonra kitabından haberdar oldum. 2013 yılında Baz Luhrmann tarafından beyaz perdeye uyarlanmış, eser. Başrollerinde Leonarda DiCaprio, Carey Mulligan, Tobey Maguire, Joel Edgerton ve Isla Fisher yer alıyor. Kitap ile oldukça paralel ilerlemiş film, okumak istemiyorsanız eğer sadece filmini de izleyebilirsiniz. Ya da okuduktan sonra izleyebilirsiniz, karar sizin.

Öncelikli olarak, ana karakteri Gatsby sanmıştım kitabı okumaya başlayıncaya değin lakin yanılmışım. Şu anlamda yanılmışım: Kitap Nick Carraway'in ağzından anlatılıyor. Kendisi Bay Gatsby'nin komşusu. Biz Gatsby'e ikinci bir gözden bakıyoruz yani. Bu beni şaşırtan bir detay oldu ve hoşuma gitti. Bu demek değil ki Gatsby çok az bir yer kaplıyor kitapta. Ana odağımız hala kendisi.


Ben Gatsby karakterine üzüldüğüm kadar hiçbir karaktere üzülmedim herhalde şu hayatta. Üzüldüysem de azdır muhtemelen sayısı. Daisy'e de müthiş sinir oldum sonunda. Yani madem... neyse, konuşursam bilgi vermiş olacağım. Susuyorum o yüzden. [Allah cezanı vermesin, Daisy.] Nick ve Gatsby'nin çevresindeki çoğu kişi de sizinle beraber tanıyor neredeyse karakteri. Geçmişini, hedefini ve hayatının iç yüzünü sizinle beraber öğreniyor. Kitabın başlangıcındaki cümle, hikayenin temeline kazınıyor sayfalar boyunca.

Kitabın o şaşalı dünyası, karakterlerin de keza öyle oluşu, bahsedilen Caz Çağı'na müthiş uyum sağlıyor. Ki ayrı bir ilgim vardır Caz Çağı'na, bu sebepten de oldukça keyif aldım ben kitaptan. Sonunun, kitabı bu denli beğenişimde etkisi olduğunu da söylemem gerekiyor tabii. Sonu farklı bir şekilde bitseydi o kadar etkilenmeyebilirdim belki de.

Saf aşka, aşk için yapılan fedakarlıklara, sadakate ve daha birçok şeye tanık oluyorsunuz, Muhteşem Gatsby'de. Okumanızı ve filmini izlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum.

Puanım 8/10.

Alıntılar:
Daha genç ve kırılgan olduğum yaşlarımda babamın verdiği bir öğüt, o günden beri aklımdan hiç çıkmaz. "Birisini eleştirmeye kalkıştığında," dedi bana, "şu dünyada her insanın senin sahip bulunduğun ayrıcalıklara sahip olmadığını hiç aklından çıkarma."
"Bir şey kesin ve bundan daha kesin başka bir şey yok/ Zenginler daha zengin oluyor, yoksullar da çocuk yapıyor / İki arada bir derede..." 
Hadi, esen kalın, hoşça kalın.

18 Aralık 2018 Salı

Kitap Yorumu | Doğuştan Çapkın - Susan Elizabeth Phillips (Chicago Stars, #7)

Kitap Yorumu | Doğuştan Çapkın - Susan Elizabeth Phillips (Chicago Stars, #7)



Herkes kitaplığının ilk kitaplarından birkaçını hatırlar herhalde, değil mi? Ben ilk iki kitabımı hatırlıyorum en azından. Bunlardan biri de Susan Elizabeth Phillips'in kitabıydı: Aşk Kapıyı Çalınca. Ardından Aşkta İlk Çeyrek kitabını okuyup uzuuun bir ara vermiştim, Phillips'in kalemine. Yıllar sonra kendisini merak ettiğimi ve özlediğimi fark ettim. Kitaplarından Doğuştan Çapkın'ı seçip sepete attım. Ve buradayım.

Yazarın iki tane serisi, haricinde de birkaç tane novellası var. Ben bu yazımda sadece Chicago Stars serisine değinmek istiyorum. Diğer serilerine de kitaplarını okudukça -artık ne zaman olur, bilmem- değinirim inşallah. Chicago Stars serisi şu anda sekiz adet kitaptan oluşuyor, yedi tanesi dilimize çevrilmiş. Dilimize çevrilen kitapları da sırasıyla şunlar: Aşkta İlk Çeyrek (1994), Kalbinde Bir Yer Aç (1995), Sensiz Olmaz (1997), Küçük Bir Hayal Kur (1998), Ah Şu Kalbim (2002), Aşk Çok Yakında (2006). Serinin yedinci kitabı Doğuştan Çapkın orijinal dilinde 2004 yılında yayımlanmış. Bir de sekizinci kitabı var, o henüz çevrilmedi, First Star I See Tonight isimli; 2016 yılında yayımlanmış. Araya giren yıllarda da ikinci serisi olan Wynette, Texas serisinin kitaplarını yazmış muhtemelen. [Her kitap ayrı bir hikaye ortaya koyuyor. İlkini okumadım, yedincisini okuyabilir miyim, diye düşünmenize gerek yok. İstediğiniz kitaptan başlayabilirsiniz.]

Kitap Chick Lit türünde bir eser olduğu için konusunu öyle derinlemesine irdelemeye lüzum yok, zaten kitapta öyle muhteşem dönüm noktaları da yok. Chicago Stars'ın temelindeki olay şu: Chicago Stars takımının oyun kurucuları -her kitapta farklı biridir bu- bir kız ile tanışır ve olaylar gelişir. Bu kitaptaki oyun kurucumuzun adı Dean Robillard. Kendisi bir gün yoldayken başı olmayan bir kunduz ile karşılaşıyor. Bu kunduzumuzun adı da Blue Bailey.

Adamımızın ne olduğunu söyledim zaten, kadınımız da ressam. Ama tanışmaları Blue'nun meteliksiz kaldığı bir döneme denk geliyor, ne yazık ki. [Neden o halde olduğunu da kitabı okurken öğrenirsiniz.] Blue, kunduz kostümünü gün içerisinde maskotluk yaptığı için giymiş, eski sevgilisine gidecekken karşılaşıyor Dean ile. Dean'in de canı sıkılmış tek başına, öyle arabada falan. "Atla," diyor Blue'ya, beraber birkaç kilometre öteye, Blue'nun eski sevgilisinin yanına gidiyorlar. Neyse bunlar tartışıyor, oradaki pansiyoncu kadın Blue'yu kovuyor. Blue kalıyor mu dışarıda? Sonrası da Dean ile Blue'nun karşılıklı menfaatler içerisinde birbirlerinin yanında kalmaları sonucu yaşadıklarını anlatıyor.

Kitabın daha ikinci sayfasından keyifle arkama yaslandım. Diyaloglar keyif verecek kadar zekice yazılmış. Boş boş laflar, 'Ah, Dean!'ler, 'Blue, bebeğim!'ler falan yok. [Böyle anlatınca da kitabın başından sevişmeye başlıyorlarmış gibi oldu. Yok öyle bir şey.] Atışmaları çok tadında ve ben okurken çoğu yerde gülmeden edemedim. Karakterler az da olsa oturaklı. Kadın bağımsız, ayakları üzerinde duran bir kadın; adam klasik oyun kurucusu işte. [Çok yüzeyselleştirdim herifi ya...]


Her kitabın olduğu gibi romantik ve chick-lit kitapların da bir tepe noktası vardır. Olaylar gelişir, gelişir ve bir yerde bir şeyler patlar. Sonra olaylar yavaş yavaş çözülürken eski sakinliğine doğru geri döner. Romantik kitaplarda da bu tepe noktası; iki karakterin birbirini yanlış anlaması, yalan söylemesi, birinin kendini yetersiz görmesi, kafasına göre tribe girmesi, yersiz hayaller kurması, karşısındakini dinlememesi sonucu gerçekleşir. [Öf, yazarken bunaldım.] Bu kitapta da böyle bir nokta var elbette lakin gereksiz triplerden çok haklı sebeplere dayanıyor. Kimse kimseye trip atmıyor, gurur yapmıyor; ne düşünüyorlarsa söylüyorlar, ne yapmaları gerekiyorsa yapıyorlar. Enfes yani! Böylesine denk gelince zevkten dört köşe oluyorum ben.

Kitapta başka karakterler de var elbette ama benim o kadar ilgimi çekmediler. Kurgu ve ana karakterler belli bir temele otursun diye oluşturulmuş karakterlerdi. Ha, tamam, deyip geçtim hepsini.

Kurgu... eh, yani. Öyle muazzam bir kurgusu yok. Ama böyle bir türden de muazzam kurgular beklemeye lüzum yok. Beklentileriniz doğru yerde durursa keyifle okuyabileceğiniz bir kitap kendisi. Klasikler ile kendimi yorduğum şu dönemde araya böyle çerezlik bir kitap sıkıştırmak iyi geldi. Öyle ki başladım ve gece üçe kadar okuyup elimden bırakamadım. Şimdi tekrar klasiklerime geri dönebilirim. [Ehe.]

Puanım 6/10.

Alıntılar:
"Bir aktör," dedi kadın, hırlar gibi. "Şansa bak!" "Sana aktör olduğumu düşündüren nedir?" "Kız arkadaşlarımdan bile daha güzelsin." "Bu bir lanet." "Mahcup bile olmadın mı?" "İnsan kendisiyle ilgili bazı şeyleri kabullenmeyi bilmelidir."
..."Başıma fazla dert açma, olur mu? Seni hapisten çıkardım ve trafik cezanı ödedim." Dean yine saldırıya geçmişti. Blue onun bakışlarına karşılık verebilmek için güneşe karşı gözlerini kısmak zorunda kaldı. "En çabuk şekilde sana geri ödeyeceğim." "Biz takas yapıyoruz, unuttun mu?" "Bunun tam olarak nasıl işlediğini bana da hatırlatsana." Dean bir şey açıklamak yerine Blue'yu baştan aşağı inceledi. "Plastik makas tutan bir anaokulu öğrencisi yerine saçlarını bir profesyonele kestirmeyi hiç düşündün mü?" "Fazla meşgulüm." "Ukalalık etmeyi bırak."
Hadi, esen kalın, hoşça kalın.