Merhabalar.
Yazarın ilk kitabı Olasılıksız'ın yorumuna şuradan ulaşabilirsiniz. Olasılıksız'ı okuduktan hemen sonra da Empati'yi okumak istedim ki yazarın yazım tarzını daha iyi kavrayabileyim. Bu ne kadar iyi bir karardı, bilemiyorum çünkü Empati'yi okurken bunaldığımı hissettim. Bunda kitabın yaklaşık 700 sayfa olmasının da etkisi büyük.
Adam Fawer'ı daha evvel okumadıysanız ve bu kitabına denk geldiyseniz açıkçası bununla başlamanızı önermem. Çok kalın bir kitap ve Fawer'ın yazım tarzına alışık değilseniz biraz boğucu gelebilir. Ben Olasılıksız'ı okuduğum halde bunaldım, öyle söyleyeyim.
Şimdi, kitabın konusundan bahsetmek istiyorum biraz ancak nereden başlayacağımı bilemiyorum. Kitap, 3 koca bölümden oluşuyor: 1. Bölüm Elijah ve Winter, 2. Bölüm Laszlo ile Darian, 3. Bölüm Valentinus. Bu isimler kitaptaki ana karakterlerin isimleri. 1. Bölüm günümüzde geçiyor ve adından da anlaşılacağı üzere Elijah ve Winter adlı karakterleri konu alıyor. Elijah, Yüz Hareketleri Kodlama Sistemi'nde eğitim almış, sineztezisi olan bir analist. Aynı zamanda enoklofob ve hafefob. Film stüdyolarına ve televizyon şirketlerine danışmanlık yapıyor. Winter ise New York Filarmoni Orkestrası ile beraber konçerto sahneleyen bir kemancı.
Laszlo ve Darian adlı diğer iki karakterimiz, normal hayatlarını yaşamaya devam eden bu iki gence ulaşmaya çalışıyor. Ulaşmak istemelerinin sebebi ne? Valentinus'u durdurmak. Ya da onunla savaşmak, gerekirse öldürmek. Laszlo bunu istiyor ve gerçekleştirmek için de Darian'ın, Elijah'ın ve Winter'ın yardımına ihtiyacı var. Darian ile birlikte Elijah ve Winter'a ulaşmalarının ve boyunlarında asılı duran metal kolyeyi almalarının ardından da olaylar başlıyor. Evet, kolye. Haç kolye.
Olaylar bu şekilde başlıyor ancak zaman aralığı çok geniş. Günümüzde başlayan olayların ardından 2. Bölüm'de tamamen geçmişe gidip nedenleri ve yaşananları öğreniyor, ardından 3. Bölüm'de günümüze dönüp kaldığımız yerden devam ediyoruz. Yargı Gecesi'ne kadar.
Fawer, Olasılıksız'da matematikten metafiziğe kadar birçok konuya değinmiş, bunlardan ve ucu açık kalmış bir sorudan yola çıkarak bir kurgu oluşturmuştu. Aynı şeyi Empati'de de yapmış. Bu defa değindiği nokta ise sinestezik kişiler ve gnostizm. Çıkış noktası nedense gnoztizm'in ilkelerinden ikincisiymiş gibi geliyor bana: "Hakiki bilgiler, yani hakikate ait ya da hakikate yakın bilgiler ancak ruhsal ve psişik gelişim yoluyla edinilebilir. Buradaki "psişik" kelimesini görmüş ve "Aha!" demiş sanırım. "Eureka!" da demiş olabilir, bilmiyorum.
Şimdi küçük bir spoiler vereceğim, bahsetmek istediğim bir nokta var çünkü (Sonraki paragrafa geçiniz). Gnostizm ile kafayı bozmuş ve saçma sapan bir yolla Katolik kilisesini ortadan kaldırmaya çalışan Valentinus. Ey, Valentinus! Ben mi çok basit düşünüyorum, sen mi, bilmiyorum ama Papa'yı ve 108 Katolik kardinalini aynı anda öldürerek nasıl kiliseyi ortadan kaldırmayı planlıyorsun acaba? İnsanlarda bir şok ve boşluk yahut kafa karışıklığı yaratır bu muhakkak ancak... kilise yahut Katoliklik neden ortadan kalksın? Yüzyıllardır bu müesseseyi ayakta tutan 109 insan değil ki? Belki de yazar okuyan kitlenin aklına en yatmayacak mantıksız yöntemi seçmiştir. Kitaptan etkilenip saçma sapan bir şey yapan olmasın diye. Bilmiyorum.
Yine bilim, felsefe, din, bazı yaşanmış olaylar ve bazı komplo teorileri... Olasılıksız'da yaptığı o "araya bilgi yerleştirme" paragraflarından bu kitapta da bolca var. Niyeyse daha eğreti durmuş gibi geldi bana. Bu sefer karakterler ve olaylarla çok uyuşmamış gibi, Olasılıksız'da daha tutarlı duruyordu yine. Arada Sophie'nin Dünyası'nı okuyor gibi hissettim. Arkada bir hikaye dönüyor ama karakterler bazen durup bilgi moduna geçiyor. Bu kitapta fazla geldi bana bütün o paragraflar.
O kadar fazla şey var ki kitapta, hepsine değinirsem bitmeyecek bu yazı. Sözün özü, okudum, bitirdim. Kötü değildi ama bilmiyorum. Duygularım karışık bu kitaba ve yazara dair. Ülkemizde başka hiçbir yerde olmadığı kadar yüksek satış değerlerine ulaşmış. Biraz fazla mı coştuk acaba diye düşünmedim de değil.
Birkaç alıntı:
"Evet," diye yanıtladı Zinser gülümseyerek. "Müzik daha çok özne kutbuna yakındır; kendi ortamıyla sınırlı değildir çünkü tümüyle soyuttur. Schopenhauer, müziğin yapısının doğal dünyayı kopyaladığına inanır: Bas sesler cansız maddeleri, armoniler hayvanlar dünyasını, melodiler ise insan dünyasını betimler. Müzik, özde evrensel İrade'nin kopyasıdır. Müziğin öteki sanat türlerinden farkı, kendi kendini içermesidir. Başka şeylerin aksine, soyut duyguları barındırır; böylece dinleyicinin yaşamın duygusal özünü acı çekmeden algılamasına izin vererek zihni estetik bilince uyandırır."
..."Bu 'algı perdesi' ya da 'peçesi' olarak bilinir ve anlamı şudur: Hepimiz dünyayı gerçekte olduğu gibi değil, kendi önyargılı algılarımız vasıtasıyla gözlemleriz. Dolayısıyla, gerçekten bilebileceğiniz tek şey kendinizsinizdir."
Esen kalın, hoşça kalın.
P.S. Charlie'ye ne oldu ya? 2. Bölüm'ün sonunda bahsedildi, sonrası yok. Ben mi bir şeyler kaçırdım?