Film Önerisi | VOL-İ (WALL-E)

28 Eylül 2016 Çarşamba

Kitap Yorumu | Yağmur Yağarken - Lisa De Jong (Rains, #1)

Kitap Yorumu | Yağmur Yağarken - Lisa De Jong (Rains, #1)

Yağmur Yağarken - Lisa De Jong

Hayatım bir gecede sonsuza dek değişti.

Beau benim ilk aşkımdı. Sonra her şey altüst oldu. Artık hiçbir şey eskisi gibi değil. Ona nedenini söyleyebilsem keşke. Ama söyleyemem. Hiç kimseye söyleyemem. Ona ne kadar ihtiyacım olduğunun farkında bile değilmişim. Ta ki gidişiyle yapayalnız kalana dek.
Sonra Asher Hunt çıkageldi. Büyüleyici bakışları ve muzip gülümsemesiyle... Herkes ondan uzak durmamı söylüyordu. Oysa onun tek yaptığı beni esir alan acılarımı dindirmekti.
Ben, kaderimin o yağmurlu gecede mühürlendiğini sanıyordum ama Asher bana bunun sadece yeni bir başlangıç olduğunu gösterdi. Beni kurtardı. Bana yeniden umut verdi.

Ama şimdi hayatım bir sır yüzünden bir kez daha altüst olmak üzere...

Merhaba.

Yağmur Yağarken'i bitireli uzun zaman olmuş olmasına rağmen yorumunu ancak girebiliyorum. Zihnimde bazı şeyleri düzene sokmam gerekiyor ve ben bunu hâlâ başarabilmiş değilim. (Çenesi düşmesin diye elini ağzına yapıştırdı.) Konumuza dönelim.

Yağmur Yağarken benim için Schindler'in Listesi'nden sonra çok iyi bir seçim oldu. Kafamı yormayan, taze ve ferah bir kitaptı benim için diyeceğim... ama pek öyle bir kategoriye de giremiyor, karakterin başına gelen olaylardan ötürü.

Arka kapakta yazan şeyleri söyleyen kişi, ana karakterimiz Kate. Sırrından falan bahsediyor ya hani, öyle çok sabırsızlığa sürüklemiyor yazar sizi. Sırrı ile başlıyor kitap. Yani sırrı karakter ile beraber sizin de saklamanız gerekiyor. Ne yaşadığını söylememem lazım sanırım. (Bu spoiler işlerinden hiç anlamıyorum, bana güvenmeyin.) Yani... söylemiyorum. Bir olay yaşıyor ve bunun sonucunda hayatı değişiyor. (Kimse bir şey anlamadı, değil mi? Hah? Devam ediyoruz öyleyse.)

Hanım kızımız bir kafede çalışıyor annesi ile birlikte. Olay yaşandıktan sonra kendi karmaşasında boğulurken en yakın arkadaşı ve ilk aşkı Beau, üniversiteye gitmek için kasabadan ayrılıyor. Ama kız Kal, dese tası tarağı fırlatıp "Eah!" diyecek ve kalacak yani. Kate tabii ki Hayır, diyor, kendi hayatını yaşamalısın. Sonsuza kadar beni düşünemezsin. Çocuğumuzu üniversiteye postalıyor böylelikle. (Hemen öncesinde de bir şeyler söylüyor. Onun da gidişindeki melankolide ve isteksizlikte etkisi var. Höf, ne saçma cümle oldu bu böyle.)

Kızımız kasabada kalıyor ve çalışmaya devam ediyor. Bir gün kafeye bir yakışıklı geliyor ve kızın dikkatini çekiyor. Çekiş o çekiş, daha da kurtaramıyor yakasını. (Diyebileceğim her şey bu kadar sanırım.)

Yoruma gelirsek öncelikle dili çok sade tutmuş bir kitap. Fazla sadeydi, çok dert etmedim kafamı dağıtması için ama yazarın taze bir yazar olduğunu bağırıyor adeta kitap. Eleştiri değil elbette bu.

İlk sahne, açılış bölümü... Sırra ortak olduğumuz kısım. Ne desem yanlış anlaşılmam, bilmiyorum ama çok iyi yazılmadığını düşündüğüm bir sahne oldu. Yüzeysel geldi bana. Hoş, derine girmesini de istemezdim ama... (Yırtınıyorum şu an, beceremeyeceğim sanırım.) Yüzeyseldi, bu kadar. Kızın düşünceleri çok yüzeyseldi bu konu ile alakalı.

Artı bir kısım olarak iki erkekten bahsettim size. İkisinin de hikayede önemi var, sonradan anlıyorsunuz tabii bunu. Başta Asher'a bu kadar hızlı kapılması garip gelmişti bana çünkü, Bu ne hız! demiştim.

Şimdi düşününce...
yine aynı şeyi söyleyeceğim sanırım.

Yazarın Asher'a ve Kate'e yaşattığı sahnelerin anlamını, okuyucuya ne anlatmak istediğini anladım fakat yazarın tam anlatabildiğini düşünmüyorum. Ben anladım çünkü mükemmelim. Yazar penceresinden bakıldığı vakit anlaşılıyor.

İki kitabın karışımı gibi bir kitap. Tabii hangi iki kitap olduğunu söylemeyeceğim çünkü direkt anlaşılır o zaman konusu. O yüzden susuyor, size iki küçük ışık yakıyorum. Okuduğunuz vakit anlamış olacaksınız zaten.

Sonunda duygulandım mı? Evet. Ama zaten duygulanmamam elde değil gibiydi. Sırf bu etkisine bakarak Muhteşem bir kitap! diyemem. Diyemedim de. Bana göre eksikleri olsa da kafamı dağıtmamı sağladı. Her kitabı kendi içerisinde, yerine göre değerlendirmek gerekiyor sonuçta.

Çiğ kalmış bir kitap olsa da verilmek istenen mesaj iyiydi, yerindeydi. Lakin kelimelere iyi yedirilememişti, diye düşünüyorum.

Sözün özü, beklentilerinizi yüksek tutmadan okuyabileceğiniz ve belki de beğenebileceğiniz bir kitap, Yağmur Yağarken.

Puanım 3/5.

Alıntılara yer veriyor ve gidiyorum:
"Bundan sonra..." öpücük. "Yağmur yağarken..." öpücük. "Beni düşün."
Dudaklarını çekip alnını alnıma dayadı. "Ne kadar özel olduğunun farkında mısın?" "Seninleyken farkındayım," diye fısıldadım. Parmaklarını kollarımda gezdirince bütün vücudum heyecanla titredi. "Ben olsam da olmasam da her an öyle hissetmeni istiyorum."
Dün evimden yüzünde bir gülümse olmadan gitmene sebep olduğum için özür dilerim. Bir daha böyle bir şeyin olmasına asla izin vermeyeceğim. Asher
Kuvvetin bana ilham veriyor. Asher
Esen kalın, hoşça kalın.

16 Eylül 2016 Cuma

Kitap Yorumu | Schindler'in Listesi - Thomas Keneally

Kitap Yorumu | Schindler'in Listesi - Thomas Keneally

Schindler'in Listesi - Thomas Keneally

12 DALDA OSCAR ADAYI
EN İYİ FİLM VE EN İYİ YÖNETMEN DAHİL
7 DALDA OSCAR ÖDÜLÜ SAHİBİ

Thomas Keneally'nin Booker Ödülü ve kurgu dalında Los Angeles Kitap Ödülü'ne layık görülen, aynı isimdeki kült filme de ilham olmuş eseri Schindler'in Listesi, Nazi işgali altında Polonya'da yaşayan Yahudileri kurtarmak için hayatını riske atıp SS birliğine kafa tutan ve onları zekası ile alt edip bir şefkat meleğine dönüşen Oskar Schindler'in hikayesini anlatıyor. Bu olağanüstü anlatının gerçek olaylara dayanması okurlara unutulmaz bir deneyimin kapılarını aralıyor.

Merhaba.

Schindler'in Listesi kitabını alıp okuma fırsatını yeni yakalayabildim. Evvelinde filmini izlemiştim zaten. Normalde filmi önce izleyip kitabı ardından okumayı sevmezdim ancak bazı kitaplar için bu durumun çok da kötü olmadığını fark ettim. Bazı kitapların -daha iyi kavranabilmesi adına- önce filmi izlenmeli, sonra kitabını okumalı, diye düşünüyorum artık. Filminin fragmanı için tık tık. Kitabı filmi ile karşılaştırarak yorumlayacağım biraz.

Şimdi kitabın konusu yukarıda yazdığı gibi Nazi yönetiminin kök söktürdüğü yıllarda yaşamış olan Oskar Schindler'ı konu alıyor. Filmde anlatılan -ya da gösterilen demeliyim- Oskar'a ek olarak kitapta çocukluğunu, gençliğini ve ailesini de öğreniyorsunuz. Temelden başlıyor bütün hikaye yani. Yazar varlığını tamamen belli etmiş durumda, biyografik kitap niteliğini taşıdığı için. Yer yer hikayeye yer yer anlatıya dalıyor.

Araştırmalara ve röportajlara dayanarak ortaya konulmuş bir eser Schindler'in Listesi. Schindler Yahudilerinden sağ kalanlar ile görüşülmüş, ortak bir payda üzerine oturan anlatılar ile Oskar'ın ve yanındakilerinin yaşadıkları sunulmuş okuyucuya.

Schindler'i filmdekinin aksine daha iyi anlama fırsatını yakalıyorsunuz. Filmi izlerken Neden bunu yapıyor ki? diye durup düşündüğünüz anların cevabı kitapta yer alıyor. Cömert ve mühendisliğe ilgisi olan biri aslında Oskar. Yaptığı işi bildiğini görüyorsunuz, sadece biraz yardıma ihtiyacı olan biri fabrikayı yürütme konusunda. Burada da devreye Itzhak Stern giriyor zaten.

[Fotoğrafta fazla belli olmuyor ama bölüme giriş sayfalarında arka plana kitabın kapağındaki resim yerleştirilmiş. Çok hoş duruyor.]

Itzhak Stern'in duygularını ve Oskar hakkındaki düşüncelerini de okuyorsunuz kitapta. Bunun dışında Amon Goeth'ün de neden Oskar Yahudiler'e bu denli yardımcı olurken gerekeni yapmadan inisiyatif tanımış bunun cevabını da alıyorsunuz. [Çünkü Oskar'ı gerçek anlamda dostu olarak görüyor.] Harici idam edilmeden evvel tutuklanmasına ve yaşadıklarına da yer vermiş yazar.

Oskar Schindler'ın gölgesinde kalan biri var: Emilie Schindler. Kendisini de unutmamak gerekiyor. Filmde tam yer verilmiyor lakin ama Emilie de fabrikadaki insanlara fazlasıyla yardım etmiş vakti zamanında.

Kraków'dan Brinnlitz'e uzun bir yolculuk tüm kitap. Uzun dediysem gerçekten uzun. Kitabı bir an bitiremeyeceğimi bile düşündüm. Çok ağır ilerliyor kitap neden mi?

1) Sayfa sayısına düşen kelime sayısı normal gibi gözüküyor fakat fazla. Bu da sayfa sayısını yanlış anlamama neden oldu.

2) Bütün karakterlere yer verilmiş. Yani filmde gördüğünüz o elmasları işleyen, kısa bir sahnede gösterilen adamların bile o ana gelene kadar neler yaşadığını öğreniyor, okuyorsunuz. Kitapta anlatılmak istenen şey için yeterli, benim için fazla ayrıntıydı.

3) Haddinden fazla yabancı kelime var. Olmasın, demiyorum lakin okuma hızımı düşüren etmenlerden biri de bu olduğu için söylemek istedim. Almancadan bahsediyoruz sonuçta.

Sözün özü yeterli bir biyografik kitaptı. Dönemin çoğu olayına değinilmiş, çoğu kişinin hayat hikayesine dokunulmuş. Bu kadar detaya gerek duymuyor ve olayların -gerçek anlamda- iç yüzüne inmek istemiyorsanız film yeterli gelecektir, diye düşünüyorum. Keza olayların gidişatında büyük farklılıklar yok. Kitapta neyse filmde de o, birkaç küçük detay haricinde. Onlar da mühim şeyler değil.

Oskar'ın kalbi güzel, yapmak istedikleri güzel. Kitabı okuduktan ve filmi izledikten sonra aklıma takılan en büyük soru şu oldu: Böyle bir geçmişe sahip olan bir millet neden tarihine bakmadan günümüzde böyle eziyetlerin başkahramanı oluyor? Geçmişine bakmayan geleceğinden bir şey beklememeli bana göre.

Haddinden fazlasını söylemek istemiyorum kitap ile ilgili, neyse o. Güzeldi, anlatmak istediklerini iyi bir şekilde aktardı. Anlatmak için çırpınanların kulakları kesik olmasaydı daha çok şey yazabilirdim sanırım. 

Puanım 3/5.

Birkaç alıntı bırakıyor, ayrılıyorum:
"Her kim bir hayat kurtarırsa bütün dünyayı kurtarmış sayılır."
Sonra Oskar konuşmaya başladı. Bu konuşma onun baş döndürücü vaatlerle dolu, ölçüsüz konuşmalarından biriydi. "Geleceğinizi biliyorduk," dedi. "Bizi Zwittau'dan aradılar. Binaya girdiğinizde sizi bekleyen ekmek ve çorbalarınızı bulacaksınız." Ardından neşeyle ve karşısındakilere gururlu bir tavırla güven verircesine "Artık hiçbir şey için endişelenmeniz gerekmiyor. Artık benimlesiniz," diye ekledi.
"... Saatler gece yarısını beş geçeyi gösterene dek sizler için elimden gelen her şeyi yapmaya devam edeceğim. Etraftaki evlere girip onları yağmalamayın. Aranızdaki milyonlarca kurbana yaraşır kimseler olduğunuzu kanıtlayın ve intikam duygusuyla yapacağınız bütün faaliyetlerden sakının."
Esen kalın, hoşça kalın.

6 Eylül 2016 Salı

Kitap Yorumu | Siyah Damar - Tarryn Fisher

Kitap Yorumu | Siyah Damar - Tarryn Fisher


Münzevi yazar Senna Richards otuz üçüncü yaş gününün sabahına uyandığında her şey değişmiştir. Kendisini elektrikli tel örgülerin ardındaki bir kafese tıkılmış ve karların ortasındaki bir eve kilitlenmiş olarak bulan Senna'nın, neden kaçırıldığını öğrenmek için kendisine bırakılan ipuçlarını takip etmekten başka şansı yoktur. Özgürlüğünü geri istiyorsa dönüp geçmişine bakmak zorundadır. Fakat geçmişi aslında hâlâ hayattadır... Ve onu kaçıran kişi de bulunacak gibi değildir. Kurtuluşu pamuk ipliğine bağlı olan Senna, kısa zaman içinde tüm bunların bir oyun olduğunu fark edecektir. Hem de çok tehlikeli bir oyun. Ve sadece gerçek onu serbest bırakabilir.

Merhaba.

Bu kitabı yorumlarken söze nereden başlamam gerektiğini bilemiyorum. Tarryn Fisher ile Love Me with Lies serisi sayesinde tanışmıştım lakin daha tanışmadan evvel bendeki yerini hazırlamış gibiydi çoktan. Beni bu kez de hayal kırıklığına uğratmadı. Diğer iki kitabını da almak için sabırsızlanıyorum.

Detaylı yoruma geçecek olursam kitap dış kapağıyla bile bir başka olduğunu bağırıyor benim için. Kapağa dokunduğunuz vakit bunu hissediyor, baktığınız vakit de fotoğrafın altında yatan anlamı görüyorsunuz. Orijinal kapağından ziyade bizim kapağımızı beğendim. Daha bir karanlık ve ilgi çekici olmuş. Diğer kapaktaki abla pek öyle değildi şahsen.

Kitabı açıp okumaya başladığınız anda koca bir başlık ile karşılaşıyorsunuz: 1 | Şok ve İnkar. Bu şekilde 3 bölüme ayrılmış Siyah Damar. Ardından bütün hikaye Senna'nın ağzından anlatılmaya başlanıyor.

Senna bir gün bir yatakta uyanıyor fakat ne yatak kendi yatağı ne de üzerinde kıyafetler kendi kıyafetleri. Ne olduğunu anlamaya çalışırken takındığı metanetli tavrı ilgimi çekti açıkçası. Kendine ve aklına çeki düzen verdiğinden emin olduğu anda yerde bulunan kapağı odada bulduğu kutunun içerisinden çıkan anahtar ile açıyor; kutunun içinden çıkan diğer şeyler ise çakmak ve bıçak. Senna'mız alt kata iniyor kapağın ardından çıkan merdivenlerden ve bütün odaları teker teker kontrol ediyor, elindeki sıkı sıkıya kavradığı bıçakla. Sonunda bir odaya giriyor. Odanın karanlığa sığınmış köşesinde bir yatak, yatağın üzerinde de dört bir uzvundan bağlanarak ağzı kapatılmış bir adam var. Bu adamın ismi Isaac. Isaac, geçmişinden biri ve doktoru.

Bu anlattıklarımın ardından gelişen çoğu olay bu ikili arasında ve karların orta yerine bırakılmış bir kulübede gelişiyor. Etrafta ağaçlar ve kardan başka hiçbir şey yok. Kim böyle bir yerde kafayı yemez ki? Ve ön kapakta da yazdığı gibi: Sadece gerçek onu serbest bırakabilir.

Şimdi karakterlere inecek olursam Senna'yı sevdim. Özgün bir karakter oluşturmuş Tarryn. Psikolojik açıdan pek de normal olmayan -buna geçmişte yaşadığı bir olay da dahil elbette, ilerleyen sayfalarda ne olduğunu öğreniyorsunuz- bir karakter. Isaac de bir o kadar normal. Bu dediğim, normal tanımına göre değişir elbette. Senna'nın düşünceleri fazla acımasız. Ama hey! Gerçek yapan da bu değil mi?

Cümleler kısa ve net. Uzun cümleler ile yormuyor sizi kesinlikle. Siyah Damar ile ilgili sevdiğim şeylerden biri de bu oldu: Cümleler. Çok güzeller. Genel anlamda içimi burkan -ağlatan değil- yer de çok oldu. Hâlâ hatırladıkça dudaklarım bükülüyor. Senna ve Isaac birbirleri ile iletişim kurdukça geçmişlerine dalıyorlar. Ve benim tek söylemek istediğim şu oluyor: Gerçekten bütün bunları yaşamak zorunda mıydınız?

Bu lanet olası kulübeye neden geldiler? Isaac neden orada? Bütün mesajlar neden Senna'ya varıyor? Bu kişinin amacı ne? Bütün bu soruların cevaplarına iki karakterimiz ile birlikte ulaşmaya çalışıyorsunuz. O kadar çok şey yaşıyor, o kadar çok şey paylaşıyorlar ki... (Phoenix, tamam. Gidip bir köşeye kıvrılacaksın şimdi.)

Psikolojik açıdan fazlasıyla iyi bir kitap olsa da gerilimi biraz düşük. Yok, demiyorum. Geriliyorsunuz kimi yerlerde, evet. Ama daha fazlası olabilir miydi? Ona da evet.

Ama tabii ki de puan kırmamdaki etken bu olmadı.

Şimdi bu kadar yağladım balladım neden bu puanı verdim? (Puan aşağıda.) 5 verirdim, benim için yeterli ve başarılı bir kitaptı. [Dipnot: Bu kitaba başlarken öyle büyük umutlarla başlamayın, Phoenix tavsiyesi. Okurken anlayacaksınız ne demek istediğimi. Spoiler gibi oldu ama ne diyeyim?] Neden bu puan?

Çünkü kitapta beni bir türlü tatmin edemeyen -tatmin olmak için gerçekten fazlasıyla uğraştım- bir nokta vardı ki ne söyleyebilirim ne de söylemeden geçebilirim. Bütün bu tezgâhın kuran kişinin amacı.

Yani...
Bilemiyorum.

Okuyanlardan kimi için mantıklı gelmiş olabilir lakin bana gram gelmedi. Bütün bu plan, gizem, düşünülen ayrıntılar... Hepsi bunun için miydi yani? diye soruyorsunuz. Ben sordum. Neyse. Gerçekten bunu göz ardı edemedim. Üzdün Tarryn. 

Sözün özü -iki saat konuştum bir de sözün özü diyorum- alın, okuyun, kitaplığınızda kesinlikle bulunsun. Okuduğunuz vakit farklı bir tat bırakacak damağınızda. Ama gerçeklere dikkat edin, olur mu? Bu kitapta gerçekler biraz yürek burkabiliyor, aman diyeyim.

Siyah Damar. Siyah Damar. Nedir bu Siyah Damar? Onu da öğreniyorsunuz bu kitapta.

Puanım 4/5.

Alıntı bırakıyor ve köşeme çekiliyorum. Yine bazı sahneleri okur, Neden Tarryn? diye feryat ederim. Bakmayın bu kadar laf ettiğime, böyle bitmesini istiyordum zaten. Çünkü böyle bitmeliydi.


İnsanlar yalan söyler. Sizi kullanır ve yalan söylerler. Ve bunları nasıl sadık olduklarından ve sizi asla terk etmeyeceklerini anlatırken yaparlar. Kimse böylesine bir söz veremez, çünkü hayat mevsimlerden ibarettir ve mevsimler değişir. Değişikliklerden nefret ederdim. Değişim güvenemezsiniz, güvenebileceğiniz tek şey değişimin gerçekleşeceği gerçekliğidir.
"Tüm hayatın boyunca sessiz biri oldun. Tanıştığımızda sessizdin, acı çektiğinde sessizdin. Hayat darbelerine devam ederken sessizdin. Ben de öyleydim, biraz. Ama senin gibi değil. ... Söylemediğin her şeyi duydum. O kadar yüksek sesliydi ki görmezden gelemedim. Sessizliğin, Senna. Sessizliğin çok yüksek sesli."
"Bana bir yalan söyle, Isaac." Parmakları omzumda dolanıyordu. "Seni sevmiyorum." 
"Neden buradasın?" Kısa bir tereddüdün ardından konuştu, "Çünkü sen buradasın."
Esen kalın, hoşça kalın.