![]() |
Yabancı - Albert Camus |
1942'de yayımlanan Yabancı, romancı, tiyatro yazarı ve düşünür olarak İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra yalnız Fransa'da değil tüm dünyada kuşağının sözcüsü ve yol göstericisi olarak kabul edilen Albert Camus'nün, ilk ve en çok ses getiren yapıtıdır. Romanda, bir Arap'ı öldüren ama bu suçtan çok, gerçek duygularını dile getirdiği ve toplumun istediği kalıba girmeyi reddettiği için dışlanan bir "yabancı" aracılığıyla, XX. yüzyıl insanının içine düştüğü yabancılaşma anlatılır. Bir türlü ele geçirilemeyen "anlam"ın sürekli aranışını, bilincin toplumdan ve dış dünyadan kopuşunu, topluma yabancı duran kahramanın çevresiyle ve toplumla arasındaki çatışmayı anlatan roman, büyüleyici gücünü arka plandaki derin ve suskun acıdan alır. Camus, genç kahramanı Meursault'nun dış dünyayla arasına koyduğu mesafeyi, kendine ve topluma yabancılaşmasını, annesinin ölümü dahil her şeye nesnel bir biçimde yaklaşmasını büyük bir ustalıkla dile getirir.
Merhaba.
Albert Camus ile elbette ki en çok bilinen ve en çok ses getiren romanı Yabancı sayesinde tanıştım. Önsözünde yazdığına göre Edebiyat dünyasına asıl girişini 1942'de yayımlanan Yabancı adlı romanı ve Sisifos Söyleni başlıklı felsefi denemesi belirlemiş. Birbirini tamamlayan bu iki yapıtta, varoluşçu izler taşıyan "saçma" felsefesini geliştirmiş ve Yabancı 1957'de Nobel Edebiyat Ödülü'ne değer görülmüş.
Yabancı, değişik ve hoş bir kitaptı benim için. Kitap, ana karakter Meursault'nun, annesinin ölüm haberini alması ile başlıyor. Sonrasında yaşanan olaylara değinmiyorum. Kitap 2 ayrı bölümden oluşuyor zaten. 2. Bölüm de Meursault'nun bir Arap'ı öldürmesinin ardından yaşananlara yer veriyor. Genel hattı ile böyle Yabancı. Zaten romandan ziyade hikaye tadı veren bir kitap. Büyük iki olay var ve diğerleri bu olayların çevresinde gerçekleşen küçük küçük olaylar.
Kitabı değişik ve ilginç kılan başlı başına Meursault. Düşünceleri, fiilleri, olaylara yaklaşma biçimi... Bütün olaylar Meursault'nun ağzından anlatılıyor zaten, günlük tarzına has. Şöyle bir şey hayal edin: Meursault'nun elinde bir defter, bir kalem var. Kendi bedeninden sıyrılmış, bedeninin hareketlerini gözlemliyor ve tamamen objektif bir şekilde bunu kaleme alıyor. Kimi cümleleri olabildiğince yalın, kimileri ise detaylandırılmış.
Bütün yaklaşımını özetleyecek tek cümle de şu olurdu muhtemelen: Fark etmez. Günlük hayatta çok sık karşılaştığımız bir sözcük öbeği lakin Meursault bunu hakkıyla kullanan nadir insanlardan. O ya da bu, hiçbir şekilde fark etmiyor Meursault için. Arka kapakta bahsedilen şu cümle ile bahsettiğim şey anlatılıyor muhtemelen: Bir türlü ele geçirilemeyen "anlam"ın sürekli aranışını, bilincin toplumdan ve dış dünyadan kopuşunu, topluma yabancı duran kahramanın çevresiyle ve toplumla arasındaki çatışmayı anlatan roman, büyüleyici gücünü arka plandaki derin ve suskun acıdan alır.
Kitap sizin kendiniz ile münakaşa etmenize neden oluyor. Doğru ile yanlış kavramlarınızın orta yerine dalıyor, kavramlarınızı yeniden derlemenize sebebiyet veriyor.
Meursault karakterini beğenmekten ziyade kabullendim, olduğu gibi kabullenip dolaştım onun satır çizgilerinde. Yabancı size bunu da soruyor: Sen ne düşünüyorsun? Ne düşünmeniz gerektiğine yahut ne düşüneceğinize karar veremediğiniz bir kitap bana göre.
Bunalımı ve yabancılaşmayı Meursault ve yaşadığı olaylar ile yerinde bir şekilde anlattığını düşünüyorum. Absürtü okumak istiyor ve bundan hoşlanıyorsanız kesinlikle okuyun, derim. Benim beğendiğim bir roman oldu Yabancı. Muhtemelen yakında Camus'nün diğer kitaplarını da toparlayıp okuyacağım.
Bahsetmem gereken başka bir şey daha var: The Stranger.
Yabancı'nın uyarlaması olan 1967 yapımı, İtalyan Yeni Gerçekçilik akımının usta yönetmenlerinden Luchino Visconti'nin yönettiği film. Kitabı okuduktan bir süre sonra hakkında yaptığım araştırma esnasında karşıma çıktı bu film. Zaten tam anlamıyla altyazılı filmini de bulamadım, sadece YouTube'da denk geldim. Şimdi size bahsetmek için de açıp bir göz gezdirdim filme. Göz gezdirdim diyorum çünkü izlemeye kalkıştım ve bunalıp kapattım filmi.
60 dönemi monokrom çekilmiş filmlere âşık olmama rağmen, 60 sonları 70 başlarında başlayan renkli sinema döneminin ilk eserleri de bir o kadar sıkmıştır beni. Bu film de 67 renkli filmlerinden. Dublajlar, çekim teknikleri, falan filan hiç girmiyorum o konulara. Tamamen kişisel tercihinize bağlı olarak katlanabileceğiniz yahut katlanamayacağınız bir durum, bu bahsettiğim konu. Ben katlanamayan taraftayım ama izlememe nedenim bu değil.
Meursault karakterini iyi verememiş bir film bana göre. Vermek zorunda değil belki de lakin ben o karakteri doğru biçimde görmek istiyordum. İstediğimi alamadım. Kitapta var olan Meursault olaylara yaklaşımı ile farkındalık sürecini tamamen geçirmişti bana. Yabancılaşmasını anladım, okudum, özümsedim. Filmdeki Meursault karakteri ise daha umursamaz bir karakter olmuş zannımca, onu hiç beğenemedim. Kitapta Daha dün annen öldü, neden böyle bir şey yapıyorsun? demezken filmdeki adamın yaptıkları lakayt geldi gözüme.
Neyse iyice saptım konudan. Böyle bir film var, uyarlama adı altında. Göz atmak yahut izlemek isterseniz diye linkini de şuraya bırakıyorum. Altyazılı olarak izleyebilirsiniz.
Puanım 4/5.
Alıntılar:
Albert Camus ile elbette ki en çok bilinen ve en çok ses getiren romanı Yabancı sayesinde tanıştım. Önsözünde yazdığına göre Edebiyat dünyasına asıl girişini 1942'de yayımlanan Yabancı adlı romanı ve Sisifos Söyleni başlıklı felsefi denemesi belirlemiş. Birbirini tamamlayan bu iki yapıtta, varoluşçu izler taşıyan "saçma" felsefesini geliştirmiş ve Yabancı 1957'de Nobel Edebiyat Ödülü'ne değer görülmüş.
Yabancı, değişik ve hoş bir kitaptı benim için. Kitap, ana karakter Meursault'nun, annesinin ölüm haberini alması ile başlıyor. Sonrasında yaşanan olaylara değinmiyorum. Kitap 2 ayrı bölümden oluşuyor zaten. 2. Bölüm de Meursault'nun bir Arap'ı öldürmesinin ardından yaşananlara yer veriyor. Genel hattı ile böyle Yabancı. Zaten romandan ziyade hikaye tadı veren bir kitap. Büyük iki olay var ve diğerleri bu olayların çevresinde gerçekleşen küçük küçük olaylar.
Kitabı değişik ve ilginç kılan başlı başına Meursault. Düşünceleri, fiilleri, olaylara yaklaşma biçimi... Bütün olaylar Meursault'nun ağzından anlatılıyor zaten, günlük tarzına has. Şöyle bir şey hayal edin: Meursault'nun elinde bir defter, bir kalem var. Kendi bedeninden sıyrılmış, bedeninin hareketlerini gözlemliyor ve tamamen objektif bir şekilde bunu kaleme alıyor. Kimi cümleleri olabildiğince yalın, kimileri ise detaylandırılmış.
Bütün yaklaşımını özetleyecek tek cümle de şu olurdu muhtemelen: Fark etmez. Günlük hayatta çok sık karşılaştığımız bir sözcük öbeği lakin Meursault bunu hakkıyla kullanan nadir insanlardan. O ya da bu, hiçbir şekilde fark etmiyor Meursault için. Arka kapakta bahsedilen şu cümle ile bahsettiğim şey anlatılıyor muhtemelen: Bir türlü ele geçirilemeyen "anlam"ın sürekli aranışını, bilincin toplumdan ve dış dünyadan kopuşunu, topluma yabancı duran kahramanın çevresiyle ve toplumla arasındaki çatışmayı anlatan roman, büyüleyici gücünü arka plandaki derin ve suskun acıdan alır.
Kitap sizin kendiniz ile münakaşa etmenize neden oluyor. Doğru ile yanlış kavramlarınızın orta yerine dalıyor, kavramlarınızı yeniden derlemenize sebebiyet veriyor.
Meursault karakterini beğenmekten ziyade kabullendim, olduğu gibi kabullenip dolaştım onun satır çizgilerinde. Yabancı size bunu da soruyor: Sen ne düşünüyorsun? Ne düşünmeniz gerektiğine yahut ne düşüneceğinize karar veremediğiniz bir kitap bana göre.
Bunalımı ve yabancılaşmayı Meursault ve yaşadığı olaylar ile yerinde bir şekilde anlattığını düşünüyorum. Absürtü okumak istiyor ve bundan hoşlanıyorsanız kesinlikle okuyun, derim. Benim beğendiğim bir roman oldu Yabancı. Muhtemelen yakında Camus'nün diğer kitaplarını da toparlayıp okuyacağım.
Bahsetmem gereken başka bir şey daha var: The Stranger.
Yabancı'nın uyarlaması olan 1967 yapımı, İtalyan Yeni Gerçekçilik akımının usta yönetmenlerinden Luchino Visconti'nin yönettiği film. Kitabı okuduktan bir süre sonra hakkında yaptığım araştırma esnasında karşıma çıktı bu film. Zaten tam anlamıyla altyazılı filmini de bulamadım, sadece YouTube'da denk geldim. Şimdi size bahsetmek için de açıp bir göz gezdirdim filme. Göz gezdirdim diyorum çünkü izlemeye kalkıştım ve bunalıp kapattım filmi.
60 dönemi monokrom çekilmiş filmlere âşık olmama rağmen, 60 sonları 70 başlarında başlayan renkli sinema döneminin ilk eserleri de bir o kadar sıkmıştır beni. Bu film de 67 renkli filmlerinden. Dublajlar, çekim teknikleri, falan filan hiç girmiyorum o konulara. Tamamen kişisel tercihinize bağlı olarak katlanabileceğiniz yahut katlanamayacağınız bir durum, bu bahsettiğim konu. Ben katlanamayan taraftayım ama izlememe nedenim bu değil.
Meursault karakterini iyi verememiş bir film bana göre. Vermek zorunda değil belki de lakin ben o karakteri doğru biçimde görmek istiyordum. İstediğimi alamadım. Kitapta var olan Meursault olaylara yaklaşımı ile farkındalık sürecini tamamen geçirmişti bana. Yabancılaşmasını anladım, okudum, özümsedim. Filmdeki Meursault karakteri ise daha umursamaz bir karakter olmuş zannımca, onu hiç beğenemedim. Kitapta Daha dün annen öldü, neden böyle bir şey yapıyorsun? demezken filmdeki adamın yaptıkları lakayt geldi gözüme.
Neyse iyice saptım konudan. Böyle bir film var, uyarlama adı altında. Göz atmak yahut izlemek isterseniz diye linkini de şuraya bırakıyorum. Altyazılı olarak izleyebilirsiniz.
Puanım 4/5.
Alıntılar:
Ben de iskemlemi çevirip tütüncününki gibi koydum, böyle daha rahat olduğunu anlamıştım çünkü. İki sigara içtim, bir parça çikolata almak için içeriye girdim ve gelip bunu pencerenin önünde yedim. Biraz sonra gökyüzü karardı, bir yaz yağmuru indirecek sandım. Oysa hava, yavaş yavaş yine açıldı. Fakat bulutların geçişi,sokağın üzerinde neredeyse yağmur yağacak gibi bir hava bırakmıştı. Bu yüzden sokak daha da karanlıklaşmıştı. Uzun zaman pencerenin önünde durup gökyüzünü seyrettim.
...İskemlenin arkalığına uzun zaman dayanarak durduğum için biraz boynum ağrıyordu. Aşağıya inip ekmek ve kıyma aldım, yemeğimi pişirip ayakta yedim. Pencerenin önünde bir sigara içmek istedim ama hava serinlemişti, biraz üşüdüm. Pencereleri kapadım ve geri dönerken aynadan, üstünde ispirto lambası, onun yanında da ekmek parçalarıyla, masanın bir ucunu gördüm. Kendi kendime, neyse, bu pazar da geçti, annem gömüldü, işe yeniden başlayacağım, sonuçta değişmiş hiçbir şey yok, diye düşündüm.
...O zamanlar sık sık şöyle düşündüm; beni kuru bir ağacın gövdesine hapsetseler de yavaş yavaş ona da alışacaktım. Kuşların geçişlerini, bulutların birbirlerine rastlayışlarını bekleyecektim, nitekim burada da avukatımın acayip kravatlarını görmek için, başka bir âlemde de Marie'yi kollarımın arasına almak için cumartesiye kadar sabrediyordum. Halbuki iyi düşünülürse kuru bir ağacın gövdesi içinde değildim. Benden daha mutsuz olanlar da vardı. Zaten annem de böyle düşünürdü; sık sık, insanın sonunda her şeye alışacağını tekrarlardı.Esen kalın, hoşça kalın.