Film Önerisi | VOL-İ (WALL-E)

18 Eylül 2017 Pazartesi

Seri Yorumu | Yabancı / İşgalci / Savaşçı - Melissa Landers (Alienated Serisi)

Seri Yorumu | Yabancı / İşgalci / Savaşçı - Melissa Landers (Alienated Serisi)


Merhabalar.

Bu seri ne sükse yaptı böyle yahu? Görmeyen duymayan kalmamıştır muhakkak, Alienated Serisi'ni. Bu durumda serinin başarısından çok reklamının payı olduğunu düşünüyorum. Çünkü seri -bana göre- bu kadar ön planda tutulmasını sağlayacak bir kurguya sahip değildi.

Seri 3 kitaptan oluşuyor. Melissa Landers'ın başka bir serisi daha var, şu anda yazıyor olduğu: Starflight Serisi. Onu da 2 kitap olarak yazmayı planlıyormuş, bir tanesi çoktan çevrildi dilimize. Çok da iyi puanlar almamış seri. Neyse, ben şu anki serimize geçeyim.

Kapaklar orijinal. Tasarımcı güzel bir düşünce yakalamış ve bunu gerçeğe başarılı bir şekilde dökmüş. Ben her ne kadar tam kapak tasarımını, fotoğraflı tasarıma tercih ediyor olsam da bu kapaklar beni o kadar çok rahatsız etmedi.

Konuya geleyim: Uzaylılarla temas kurulmasının ardından iki ırkın birbirine yakınlaşmasını sağlamak, aynı zamanda da ilk elden temiz bilgi edinmek amacıyla gezegenler arası bir öğrenci değişim programı oluşturuluyor. Ana karakterlerimizden Aelyx [3 kitap boyunca Alex diye okudum, benim için kendisi Alex artık.] yanında 2 arkadaşıyla beraber dünyamıza geliyor. Hem de tesadüfe bakın ana karakterlerimizden ikincisi olan Cara'nın evine. Yani üçü hep birlikte gelmiyorlar kızın evine, yalnızca Aelyx. Bunlar iyi güzel geliyorlar ama Cara'nın lisesinde -muhtemelen daha birçok lisede- bir sürü ırkçı pislik var [Lanet olsun, adamım!] ve bu insanlar uzaylıları istemiyorlar. Bir domates atmadıkları kalıyor herife. [Atmışlardır belki de gerçi, hatırlamıyorum.] Cara da Aelyx'in yanında durduğu için dışlanıyor haliyle. [Bu Amerikalıların kurgusal lise ortamı neden bu kadar pis yahu?] Neticede unların ikisi birbirlerine kalıyorlar tabii. Olayların başlangıcı bu şekilde, devamını da anlatmayayım, üşendim.

Karakterlere gelelim: Cara. Üf, Cara çok merhametli ve beş dakikada tası tarağı toplayıp çocuğun peşinden gidebilecek derecede de karşısındakine bağlı birisi. [Bunu sonra ailesinin genlerine falan vuruyorlar da...Yemezler gülüm, benim için durumu kurtarmadı. Ha, öyleyse tamam ya! Ben de neler düşünüyorum kız için. Ya, tabii.] Aelyx de ön yargılı birisi, tek kelimeyle. Dünyalılarla baya farklılar zaten; yemekleriyle olsun, iklimleriyle olsun, göbek deliklerinin bulunmamasıyla olsun. [Yazar neden böyle bir şey düşünmüş acaba?] Kendisini de öyle çok sevemedim, nötrüm. [Mutlu bir nötrlüğüm var.] Diğer karakterlere girmeyeceğim bile ya, çok fazla var. Tip mi desem, karakter mi desem onu da bilemedim. Kimi tip, kimi karakter. Klasik yakın arkadaşlar işte.

Kurguya geliyorum: Ya yaşınız kaç, hatırlamıyorum ama -muhtemelen 16 falandı- bir avuç velet dünyayı kurtarmaya çalışıyor. Yani... gerçekten mi? Mantıklı işlendiği sürece ben buna tamamım, hiçbir sıkıntı yok. Ama koskoca hükümetin ve Yazgı'nın bu kadar geri planda kalıyor oluşuna da Yuh! demezsem içimde kalır. Tamam ana karakterlersiniz, tamam olayları elbette siz yaşayacaksınız ama ortalıkta at mı koşturuyor yahu? Hükümet güya bir şeyler yapmaya çalışıyor ama sadece lafta, Yazgı desen onlar da kendi çaplarında takılıyorlar, oturdukları yerde. GEZEGENLERİNİZ TEHLİKEYE GİRİYOR BE ADAMLAR? Az biraz bir şeyler yapın, kaldırın bir yerlerinizi. Yıkıyorlar bütün işleri çocuklara, hadi bakalım. [Temsilci olarak Cara'nın seçilmesi ne demek? Mantıklı olan herkes kendi adamını göndermeyi ister. Siz ne yapıyorsunuz acaba ya? Höf.]

Çok klişeydi. Klişeden nefret falan etmem, yeri gelir deli gibi de okurum. Ama bu seri mantıksız bir klişeye sahipti. İki gezegeni ilgilendiren, ÇOK büyük bir olayı yazıyorsun. İnsan biraz oturur mantıken düşünür. Devlet adamlarını falan işin içine katarsan zaten 10 defa düşünmen gerekir, öyle kafana göre istediğin karakteri istediğin yere gönderemezsin. Ne biçim adamlar yönetiyor o zaman ülkeyi? Beş saniyede el atarlar olaya, kim nereye gidiyor öyle kafasına göre?

Öf, seriyi bitireli ne kadar oldu, şimdi bile durduramadım kendimi.


Sözün özü, bilim kurgu dalı ile ilgiliyseniz ve bu kitabı bu sebepten almak istiyorsanız almayın; romantik, cicili bicili bir şeyler okumayı planlıyorsanız alın. Yazık yani yoksa, çok daha güzel bilim kurgu serileri var. Daha mantıklıları diyeyim en azından. Almadan evvel seriden ne beklediğinizi bilin, öyle alın. Diyalogları, devam edebilmemi sağlayan yegane şey oldu şahsen. Yazar en azından içi boş cümleler yazmamaya dikkat etmiş, bunun için tebrik etmem gerekir. Boş diyaloglar aldı başını gidiyor, bu günlerde zira.


Puanım 4/10.

Alıntılar:
"Neyin var senin?" diye soran Troy bir elini kısa, siyah saçlarında gezdirip tek kaşını kaldırdı. "Kızsal sorunlar mı?" diye sordu. "Kızsal" kelimesini ayıpmış gibi fısıldayarak söylemişti. "Hayır," dedi Cara gözlerini devirerek. "Bu korse beni mahvediyor." "E çıkar o zaman. Çok mu önemli?" "Ah, tabii. Ben de tam böyle şık bir hareket yapacak biriyim zaten." Troy, "Nefes alman lazım, salak. Tuvalete git de korseyi çantana falan tıkıştır. Kimse fark etmez bile," dedi ve sonra da kafasını sallayarak ekledi, "Tanrım, tam bir kızsın." Yabancı
"Nereden bildin?" diye fısıldadı. "Neyi bildim?" "Sana ihtiyacım olduğunu." "Bilmiyordum," diye itiraf etti Aelyx. "Benim sana ihtiyacım olduğu için geldim." Savaşçı
12 Ocak, Çarşamba Ağabeyler: Eşek Şakalarından Öte Eğer tek çocuk değilseniz her türlü kardeş işkencesinden haberdarsınızdır: Parmak eklemlerini kardeşinin kafatasına gömme, parmağını ıslatıp kardeşinin kulağına sokma, havluyla vurma, tükürüğe batırılmış işaret parmağını burnundan bir milim ötede tutarak "dokunmuyorum ki" deme çılgınlığı. Arkadaşlar, insanın şakacıktan pantolonunun indirilmesi ne demek, gayet iyi bilirim. İşgalci
"Neden hayır?" diye sordu Aelyx. "O, diğer insanlar gibi değil." "Evet, onlar gibi," dedi Syrine. "Ve onun hissettikleri"-derken bir avucunu göğsüne bastırdı-"kalıcı değil. İnsanlar için aşkın ne demek olduğunu biliyorum. Onların tutkuları şeker gibi yanıyor; hızla ve ateşli bir şekilde. Ama o ateş söndüğünden yeni bir alev aramaya başlıyorlar. Sönmüş közlerin sıcaklığında ısınmak yerine kıvılcımların peşinde koşuyorlar." İşgalci
David bir numara çevirdikten sonra cep telefonunu Aelyx'e fırlattı. "Komutanım telefonu açtığında bana söylediğini ona da söyle," dedi. Silahını çekti. "Burada Aelyx ile birlikte kal," dedi Syrine'e. "Parolayı söylemeyen kimseye kapıyı açmayın." Syrine, Aelyx'in kolunu sımsıkı tutuyordu. "Parola nedir?" "Armut." İşgalci
Hadi, esen kalın, hoşça kalın.

Not: Seri bittikten sonra Le'Cola'ya çok daha farklı bir gözle baktım. Teşekkürler, L'eihrliler!

14 Eylül 2017 Perşembe

Kitap Yorumu | Ben, Earl ve Ölen Kız - Jesse Andrews

Kitap Yorumu | Ben, Earl ve Ölen Kız - Jesse Andrews

Merhabalar.

Ben, Earl ve Ölen Kız'ı ilk duyduğum andan itibaren baya merak ediyordum. Almak ve okumak şimdiye nasip oldu. Kitap orijinal dilinde 2012 yılında yayımlanmış, dilimize de Pegasus Yayınları tarafından 2016 yılında çevrilmiş. Yazarın bir tane daha kitabı var, dilimize de çevrildi: Gıcıklar. Muhtemelen onu da alıp okurum, şu an bilemiyorum. Kitabın filmi de var; 2015 yılında sinemaya uyarlanmış, Alfonso Gomez-Rejon tarafından yönetilmiş. Fragman için tık tık.

Kitap temel olarak ana karakterimiz Greg'i konu alıyor, kitabı yazan da kendisi. 17 yaşında bir lise öğrencisi ve bir gün annesi yüzünden uzun zamandır konuşmadığı Rachel ile konuşmak zorunda kalıyor. Sebebi de kızın kanser olması. Ve olaylar da elbette böyle gelişiyor.

Greg. 17 yaşında, en yakın arkadaşı ile -kendisi kabul etmese de- film çekmeyi seviyor ve tek istediği liseyi kazasız belasız atlatabilmek. Hiçbir gruba dahil olmuyor ama herkesle bir şekilde muhabbet ediyor, felsefesi bu: Kimsenin grubunda olma ama bir başına da kalma. Bu çocuk işini iyi biliyor.

Rachel. Kendisi hakkında öyle çok derinlemesine bir şey bilmiyoruz. Küçükken bir durumları oluyor Greg ile ve sonrasında da konuşmuyorlar, arkadaş falan değiller yani. Ve nihayetinde kızımız lösemi oluyor, Greg'le de annesinin zorlamasıyla takılmaya başlıyorlar.

Earl. Greg'in en yakın arkadaşı ama nedense bu arkadaşlık meselesi ikisi için biraz garip işliyor. Film çekiyorlar, klasik filmler izliyorlar, öğretmenlerinin odasında beraber yemek yiyorlar lakin bunlar dışında pek de takıldıkları söylenemez. Çocukluktan beri arkadaşlar.

Kitabın konusunu bu şekilde anlatınca Aynı Yıldızın Altında tarzı bir şeyler okuyacağınızı düşünmeyin, bu kitap tam anlamıyla zıttı. Bir aşk hikayesini anlatmıyor. Hatta kitap tam anlamıyla Greg ile alakalı. Ve ben bunu sevdim. Yani Rachel da, Earl de Greg'in hayatını anlamamız için bir yardımcı karakter görevinde. Rachel ile tanışıyor diye Greg öyle hayatın anlamını falan da fark etmiyor. Aslına bakarsanız Greg'in, Rachel'ı pek umursadığı yok ve kızla zorunluluktan falan takılıyor.

Greg'in bütün o duyguları, umursamayışı, korkuları... Gerçekçi bir profil çizmiş, Andrews. Herkes hasta olmuş bir insanı umursamak zorunda değil ve bu tarz bir yakınlaşmada da sonuç hep aşk ile bitmiyor. Yazar farklı bir açıdan bakmış olaya ve ben bu bakış açısını beğendim. Acı ile alakalı komik bir şeyler yazmak istemiş. Her ne kadar kahkahalarla gülmesem de olayın ciddiyetinden uzaklaştırdı kitap beni.

Filmine gelecek olursam yorumu yazmak için izledim ve kitaptan farklı bir boyutta ilerliyor. Filmdeki Greg daha duyarlı, Rachel da biraz daha ön planda. İşin acımasız tarafını hafifletmek istemişler sanırım. Beni rahatsız etmedi, ayrı bir durum olarak değerlendirirsek eğer. Ama kitabın vermek istediği şeyi verememiş, o açıdan eksik kaldığını söyleyebilirim. Çünkü zaten o tarzda fazlasıyla film var, bir başkası çok da bir fark yaratmayacaktır diye düşünüyorum. Bu kitabı farklı kılan bakış açısıydı zaten. Film onu vermemiş izleyiciye, bilerek isteyerek.

Sözün özü, kitabı önerip önermemek konusunda kararsızım. Dediğim gibi ben öyle çok çok gülmediğim için mizah bazında almanızı şiddetle falan öneremem. Ama az biraz keyifli vakit geçirmek ve kafanızı yormayacak bir kitap okumak istiyorsanız önerebilirim. Biraz daha küçük olsaydım muhtemelen daha fazla eğlenecektim kitabı okurken. Bu sebepten yaşınızı ve tarzınızı göz önünde bulundurarak alın kitabı.

Puanım 6/10.

Alıntılar:
İnsana dehşet verecek kadar anlamsız olan bu kitaba başlamadan önce söylemek istediğim bir şey daha var. Kitabın kanserli bir kız hakkında olduğunu çoktan anlamış olabilirsiniz. Bu yüzden, "Müthiş! Sevgi, ölüm ve büyümek üstüne bilge ve içgörülü bir hikâye olacak. Büyük olasılıkla beni başından sonuna kadar ciddi ciddi ağlatacak. Şimdiden heyecanlandım!" diye düşünüyor olmanız mümkün. Eğer bu saydıklarım düşüncelerinizi doğru şekilde betimliyorsa belki de bu kitabı bir çöp kutusuna atıp arkanıza bakmadan kaçmalısınız. Çünkü olay şu: Rachel'ın lösemisinden kesinlikle hiçbir şey öğrenmedim. Aslında belki de bu olay yüzünden hayat konusunda daha da aptallaştım.
İnsanlar hakkında öğrendiğim bir şey varsa o da kendinizi sevdirmenin en kolay yolunun çenenizi kapayıp konuşmayı onlara bırakmak olduğudur. Kendinden bahsetmeyi herkes sever. Sadece hayatları iyi olan çocuklar değil.
"Odanı beğendim." "Sağ ol." "Kaç yastık var?" "Bilmiyorum." "Keşke benim de bu kadar çok yastığım olsaydı." "Neden annenle babandan istemiyorsun?" "Hoşlarına gitmez." Bunu neden söylediğim konusunda hiçbir fikrim yok. "Ama neden?" "Şey." "Şüphelenebilirler falan." "Sürekli uyuyacağından mı?" "Hayır, şey... Büyük olasılıkla yastıklarla mastürbasyon yapacağımı düşünürler." 
Hadi, esen kalın, hoşça kalın.

Not: Son alıntıyı kitabın genel havasını anlatmak için seçtim. Bu tarz muhabbetlerden bolca var çünkü.