Film Önerisi | VOL-İ (WALL-E)

26 Ağustos 2018 Pazar

Kitap Önerisi | Kendine Ait Bir Oda - Virginia Woolf

Kitap Önerisi | Kendine Ait Bir Oda - Virginia Woolf


Merhabalar.

Virginia Woolf denince akla gelen ilk kitap sanırım Kendine Ait Bir Oda. Virginia Woolf'un çevrilen diğer kitapları da şunlar: Dışa Yolculuk (1915), Gece ve Gündüz (1919), Kew Bahçeleri (1919), Duvardaki İşaret (1919), Pazartesi ya da Salı (1921), Jacob'un Odası (1922), Mrs. Dalloway (1925), Bir Okur Olarak (1925), Deniz Feneri (1927), Orlando (1928), Dalgalar (1931), Londra Manzaraları (1931),Yıllar (1937), Üç Gine (1938), Perde Arası (1941), Güvenin Ölümü ve Diğer Denemeler (1942), Bir Yazarın Güncesi (1953), Granit ve Gökkuşağı (1958), Yaşlı Kadın ve Papağan (1985). Kimisi Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından, kimisi de İletişim Yayınları tarafından çevrilmiş.

Yazarımız ile ilgili de iki tane film var, bahsetmeden geçmeyeyim istedim. Biri, The Hours (2002). Michael Cunningham'ın aynı adlı kitabından -Saatler- uyarlanmış film. Virginia Woolf'un hayatından ve Mrs. Dalloway adlı kitabından beslenen filmin yönetmeni de Stephen Daldry. Bir diğer film ise Who's Afraid of Virginia Woolf? (1966). Mike Nichols yönetmenliğini yapmış. Oyuncuları da Elizabeth Taylor, Richard Burton, George Segal ve Sandy Dennis.

Sonunda Virginia Woolf ile tanışabildim. Tanışmak için Kendine Ait Bir Oda ideal bir kitap mıydı? Hayır. Başlamayı düşünüyorsanız başka bir kitabını tercih edin derim ben. Bu kitap ile de başlayabilirsiniz tabii bir yerde. Tamamen okuma zevkinize ve dünyanıza bağlı bir şey bu. Kendine Ait Bir Oda, deneme türünde ve Cambridge Üniversitesi'ndeki kız öğrencilere hitaben yaptığı bir konuşma üzerine şekillenmiş bir kitap.

Nereden geliyor bu kitabın ismi? Şuradan:
Bir kadın eğer kurmaca yazacaksa parası ve kendine ait bir odası olmalıdır.
Yazarlıkla ilgileniyorsanız eğer, okumanızı kesinlikle tavsiye ederim. Dili ağır değil ama yer yer koptuğumu hissettim ben okurken. Biraz da bu yüzden başka bir kitabını tercih edin diyorum. Woolf ile tam anlamıyla bir iletişim kuramayabilirsiniz çünkü. Zira ben başka bir kitabını okuduğumda onu daha iyi tanıyacağımı düşünüyorum.

Geçmişten kendi yıllarına değin var olan kadın yazarlara değinmiş bir yerde, Woolf. Neden bir Savaş ve Barış yazamadıklarına... Kadının ve erkeğin yazım diline değinmiş, farklılıklarını anlatmış. Kendine ait bir odası olması gerektiğini savunurken dedim ki: Evet, kesinlikle doğru söylüyor.

Erkeklerin ve kadınların yazar olmaları arasında büyük farklılıklar vardır aslında. Yazarlık biraz disiplinsizliği barındırır bünyesinde, bir yerde dağınık olmanızı gerektirir. Yeri gelir başka hiçbir şey ile ilgilenmeden saatlerce üzerinde çalışmanız lazım gelir. Sorumluluklarınızı bırakmanızı, dünyayı unutmanızı, kendi iç dünyanıza kapanmanızı yani. Cinsiyet bazında yazar farklılığı da buradan geliyor. Bir erkek ile bir kadının sorumluluklarını bırakma durumu taban tabana zıtlık gösterir. İkisinin de işe gitmediğini varsayalım. Bu iki cins de bir aileye sahipse adamın odasına kapanması daha kolaydır, yemek yemek için, dış dünya ile ilgilenmek için yerinden kalkmasına çoğunlukla gerek kalmaz. Ama kadın odasına tam anlamıyla kapanamaz, sorumluluklarını hepten bırakamaz. [Eve para getirme meselesi değil, kastetmek istediğim.]

Feminist bir yazar, Virginia Woolf. Ama ben kendisinin feministliğini oldukça yerinde buldum. Erkeklere lanetler yağdırıp kadınları üste çıkarmaya çalışmıyor kendisi. Diğer türlüsü olsa muhtemelen okuyamazdım.

Woolf'un düşünce yapısını merak ediyorsanız, yazarsanız, kadın-erkek eşitliği ve ilişkisi hakkında düzgün bir şeyler okumak istiyorsanız alın bu kitabı. Yine dediğim gibi ilk tercihiniz bu olmayabilir ama bir şekilde Woolf okuyun. Kıyısından köşesinden de olsa.

Puanım 8/10.

Alıntılar:
'Eğer siz de muhabirin dediği gibi kadın romancıların ancak kendi cinslerinin kısıtlanmalarını cesaretle kabul ederek mükemmellik peşinde koşabileceklerine inanıyorsanız, Jane Austen bu hareketin ne kadar zarafetle yapılabileceğini göstermiştir...' Life and Letters, Ağustos 1928
...Biz onları alışkanlıkla ayrı ayrı değerlendirsek de romanlar birbirlerini izlerler. onu -tanımadığım bu kadını- koşullarına göz attığım bütün o kadınların soyundan gelen biri gibi görüp onların özelliklerinin ve kısıtlamalarının ne kadarını devraldığını görmeliyim. Romanlar çoğunlukla panzehir değil, uyuşturucu etkisi gösterirler, insanın içini dağlayıp harekete geçireceklerine uyuşukluğa sevk ederler,(...)
Meseleyi bundan daha açık kimse ortaya koyamazdı. 'Zavallı şair ne günümüzde ne de son iki yüz yıldır en ufak bir fırsat bulamamıştır... İngiltere'de yoksul bir çocuğun, büyük yapıtların doğduğu o entelektüel özgürlüğe kavuşma umudu, Atinalı bir kölenin oğlununkinden biraz fazladır.' İşte bu. Entelektüel özgürlük maddi şeylere bağlıdır. Şiir de entelektüel özgürlüğe bağlıdır. Kadınlarsa hep yoksul olmuşlardır, sadece iki yüz yıldır değil, dünya kurulalı beri. Kadınlar Atinalı kölelerin çocukları kadar bile entelektüel özgürlüğe sahip olmadılar. O zaman kadınların şiir yazmak için en ufak bir şansları yoktu. İşte bu yüzden paranın ve kendine ait bir odanın önemini vurguladım. 
Esen kalın, hoşça kalın.

21 Ağustos 2018 Salı

Kitap Önerisi | Yakıcı Sır - Stefan Zweig

Kitap Önerisi | Yakıcı Sır - Stefan Zweig


Merhabalar.

Ben böyle ard arda Stefan Zweig önerileri giriyorum ya, nasıl mutluyum anlatamam. Bu yazımın asıl kitabı da Yakıcı Sır, Modern Klasikler Dizisi'nin 61. kitabı.

Kitap kısa bir tatil için Avusturya Alpleri'ne giden bir baronun, kaldığı otelde rastladığı bir kadınla tanışması ile başlıyor. Baron çapkın bir adam ve karşısına çıkan kadından oldukça etkileniyor ve onu elde etmek için her şeyi yapıyor. Bunlardan ilki, çocuğunun, yani Edgar'ın kalbini çalmak. Edgar, bir büyükten ve -belli ki- çok önemli bir adamdan gördüğü ilgi ile kendisini muhteşem hissediyor. Nihayet bir arkadaş bulduğunu düşünüyor ki çok geçmeden bu hayalleri suya düşüyor. Çünkü annesini bir şekilde avucuna alan bu çapkın adam, bir süre sonra kendisi ile ilgilenmeyi bırakıyor. Kitabın devamında da gururu kırılan bu çocuğun düşüncelerini ve eyleme döktüklerini okuyoruz.

Kitabımızın ana kahramanı Edgar aslında ve ben kendisine oldukça sinir oldum, bunu belirtmeliyim. Farkında olmadan annesine yardım ediyor da olsa davranışları ve inatçılığı beni oldukça bunalttı. Çocuklara bakış açımla alakalı da bir şey bu elbette. Ama bu çocuk, her okuyanı -benim kadar olmasa da- bunaltır diye düşünüyorum. Fakat bunda da başarılı olmuş Zweig çünkü çocuğu da olması gerektiği şekilde kaleme dökmüş.

Kadını ve insanı inceleyen Zweig, bu eserinde de bir çocuğu ve bu çocuğun psikolojisini ele almış. Muhteşem bir gözlemci kendisi, buna ek olarak psikolojiye ve Freud'a da bir ilgi duyuyor. Bütün eserlerinde psikolojinin ne denli ön planda olduğunu ve kitabının temelini ne denli sağlamlaştırdığını görebiliyorsunuz. Olay adamından çok psikoloji adamı yani, Zweig.

Zweig seviyorsanız zaten gözünüz kapalı alın. Zweig dünyasına hiç dalmadıysanız da bu kitabından başlayabilirsiniz, hiçbir sıkıntı yok. Yine çok beğenerek okuduğum bir kitap oldu.

Puanım 8/10.

Alıntılar:
"Yalnızca başlangıçtaki vesileye bakmakla yetinirseniz bir sevginin gücünü yanlış değerlendirirsiniz, aslında daha öncesindeki gerilime, ruhun bütün büyük sarsıntılarına zemin hazırlayan, yalnızlığın ve düş kırıklıklarının yarattığı o bomboş karanlığa bakmak gerekir.
Oyunun hakkını veren biri için çekici olan, mücadele etmek, karşındakini o her şeyin farkındayken ele geçirmektir.
Hiçbir şey zekâyı tutkulu bir kuşku kadar bileyemez. Hiçbir şey olgunlaşmamış bir zihnin bütün olanaklarını karanlıkta kaybolan bir iz kadar harekete geçiremez. Bazen çocukları bizim gerçek addettiğimiz dünyadan ayıran sadece incecik bir perdedir ve rastlantısal bir rüzgârla açılıverir. 
Gerçeği ifade ettiğini düşündüğü sözcüklerin sadece geride hiçbir şey kalmadan patlayıp giden renkli balonlar olduğunu gördükten sonra hayatı anlamlandırmakta zorlanıyordu. Fakat bu ne kadar korkunç bir sır olmalıydı ki, yetişkinleri bir çocuğa yalan söyleyecek, bir suçlu gibi kaçıp gidecek kadar ileri gitmeye zorluyordu.  
Esen kalın, hoşça kalın.