Film Önerisi | VOL-İ (WALL-E)

16 Eylül 2018 Pazar

Kitap Önerisi | Gömülü Şamdan - Stefan Zweig

Kitap Önerisi | Gömülü Şamdan - Stefan Zweig


Merhabalar.

Yine bir Stefan Zweig eseri, yine ben. [Benden başka kim olacaksa burada?] Lakin bu defa övmelere doyamadığım Zweig'a biraz farklı bir açıdan bakacağım. Haliyle siz de bakmış olacaksınız.

Gömülü Şamdan, Yahudilik'te yeri olan yedi kollu şamdanın, Menora'nın, kentten kente yolculuk etmesini anlatıyor temel olarak. 5. - 6. yy. arasında zuhur ediyor bütün olay. Roma'da bulunan şamdan, bir yağmalama sonucunda Vandalların eline geçiyor. Bir cemaat var ve bu olaya şahitlik ediyor, yanlarında küçük bir erkek çocuğu ile. Şamdanı, denizaşırı yolculuğuna uğurluyorlar. Yıllar sonra bu küçük çocuk, Benjamin, büyüyor ve şamdanın Bizans'ta olduğu haberini alıyor. Çocuk gelmiş 80 küsür yaşına. Şamdanı geri almak ve Yahudilere teslim etmek için Bizans'a gidiyor. Sonrasından bahsetmeyeyim.

Şimdi, ben Stefan Zweig'ı severim, her eserine de ayrı saygım vardır. Bu eserine de var elbette lakin o kadar beğenemedim. Bunun sebebi ne Yahudiliği temel alıyor olması ne de başka bir şey. Sadece Zweig'ın Yahudiliği fazla yüceltiyor oluşu, aynı şekilde Yahudi halkını. Hristiyanlığı bile Yahudiliği yüceltmek adına kötü gösteriyor gibi geldi bana, hiçbir Hristiyan karakter de iyi olmaz mı yahu?

İnsana ve insan psikolojisine bu denli objektif yaklaşan bir yazarın, böyle bir kitap yazmış olması beni biraz hayal kırıklığına uğrattı. Adamın kendi dini Yahudilik, Hristiyanlığı mı yüceltecekti, diyebilirsiniz pek tabii. Mesele yüceltmekten ziyade haddinden fazla yüceltmek. [Amacı buydu belki de, bilemem elbette.] Yani istediği şeyi, istediği şekilde anlatabilirdi pek tabii ama ben o objektifliği alamadım eserden.

Yahudilik ile alakalı bir şeyler okumak istiyorsanız ya da Zweig'ın bütün eserlerini teker teker okumak isiyorsanız alın okuyun tabii. Ama ben o kadar beğenemedim maalesef, Gömülü Şamdan'ı.

Puanım 4/10.

Alıntılar:
"...Bir insan için bilmemek sormamaktan daha kötüdür. Çok soran insan çok şeyi anlayabilir ancak. Yalnızca çok şeyi anlayan biri adil bir insan olabilir."
"...İnsanın sahip olduğu ne varsa emanettir yalnızca ve mutluluk süresi döner bir tekerlek üstündeymişçesine akar gider." 
"...Ancak bu dünyada adaletin haklıdan değil, güçlüden yana olduğunu daha sonra anlayacaksın. Yeryüzünde şiddet, iradesini zorla kabul ettirir ve dindarlığın dünyevi gücü yoktur. Tanrı bize hakkımızı yumruklarımızla almayı değil, adaletsizliğe katlanmayı öğretti yalnızca."
"...Tanrı belki de bu yüzden, arzularımızı gözle görünen şeylere bağlamayalım; O'na, ulaşılmaz ve görünmez olana yalnızca içsel bir bağlılıkla sadık kalalım diye tapınaklarımızı yıkıp, bizi vatanımızdan koparmıştır. Belki bizim gerçek yolumuz budur, hüzünle geriye ve özlemle ileriye bakarak, huzuru arzulayarak ama daima huzursuzluk içinde sürekli yollarda olmamızdır; hedefi bilinmeyen ama ısrarla yürünen yoldur kutsal olan, işte bu gece nasıl sonlanacağını bilmeden karanlığa ve tehlikeye doğru yürüdüğümüz yol gibi." 
Esen kalın, hoşça kalın.

2 Eylül 2018 Pazar

Kitap Önerisi | Kör Baykuş - Sâdık Hidâyet

Kitap Önerisi | Kör Baykuş - Sâdık Hidâyet


Merhabalar.

Modern İran Edebiyatı'nın kurucusu Sâdık Hidâyet'in Kör Baykuş adlı kitabı belki de yazarın en bilinen romanı. Yapı Kredi Yayınları tarafından dilimize çevrilen diğer kitapları ise şunlar: Vejetaryenliğin Yararları (1927), Diri Gömülen (1930), Üç Damla Kan (1932), Alacakaranlık (1933), Hacı Aga (1945), Aylak Köpek (1959), Hayyam'ın Terâneleri (1999) ve Hidayetnâme (2005).

Kör Baykuş’un Yapı Kredi yayınları tarafından yayımlanmış bir adet resimli özel baskısı da var. Çizimler Hemad Javadzade'ye ait. Yapı Kredi Yayınları kendi sitesinde Tadımlık olarak da paylaşmış kitabı, ben de buraya linkini bırakıyorum incelemek isterseniz diye.

Sâdık Hidâyet ile tanışmam Kör Baykuş sayesinde oldu, muhtemelen diğer kitaplarını da sıra geldikçe okuyacağım. Sâdık Hidâyet'in kafası çok başka çünkü. Okuyunca sizin de kafanız bir başka oluyor haliyle.

Kitabın isminin Kör Baykuş oluşu, yazarın yaşadığı dönemde -ve hala günümüzde- bazı insanlar tarafından baykuşların gün içinde kör olduğunun düşünülmesi ile mi ilgili diye düşünmedim değil. Öyle değilse bile mühim değil. İsim çok güzel.

Kitabın nasıl başladığını aktarayım, geriye kalan cümlelerin nasıl bir ahenkle bu ilk paragrafa tutunduğunu siz anlarsınız zaten:
Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar. Kimseye anlatılamaz bu dertler, çünkü herkes bunlara nadir ve acayip şeyler gözüyle bakarlar. Biri çıkar da bunlar söyler ya da yazarsa, insanlar, yürürlükteki inançlara ve kendi akıllarına göre hem saygılı hem de alaycı bir gülüşle dinlerler bunları. Çünkü henüz çaresi de, devası da yok bu dertlerin.
Kitabı okumaya başladıktan sonra bir yere kadar ne olduğunu anlamadım. Cümleler birbirine girmeye başladı; tekrar tekrar okudum, döndüm bir daha okudum. Nerede olduğumu anlamadım, karakterin nerede olduğunu anlamadım. Çünkü Sâdık Hidâyet rüya ile gerçeği birbirine ustaca karıştırmış bu kitabında. Öyle ki gerçek gelen şeyi bile sorgular halde buluyorsunuz kendinizi. Bu rüya-gerçeklik karışımına bir de bilinç akışı tekniğini eklerseniz tadından yenmeyeceğini tahmin edersiniz muhakkak.

Sâdık Hidâyet karanlık, Kör Baykuş daha bir karanlık. Karakterin afyona olan ilgisi kitabın atmosferine öyle bir sirayet etmiş ki okurken siz de etkileniyorsunuz sanki bu afyondan. O şiirsel anlatışıyla da sürükleniyor gidiyorsunuz son sayfalara doğru. Birden fazla kez okunması gereken kitaplardan, Kör Baykuş.

Herkesin okuyabileceği bir yazar değil, Sâdık Hidâyet. Belki de ilk seferde sevilebilecek bir yazar bile değil. Ama Kör Baykuş sırf o eşsiz cümleleri için bile okunabilir bir kitap. Yazar sizi bir yerden yakalamayı başaracaktır muhakkak.

Puanım 6/10.

Alıntılar:
Onu yitirdim yitireli, aramızda bir taş duvar, ıslak bir set, deliksiz penceresiz, kurşun gibi bir taş duvar yükseldi yükseleli, hayatının ebediyen boş ve kayıp bir hayat olduğunu kavramıştım. Gerçi bakışlarımdaki muhabbeti ve onu görmekten doğan derin hazzı karşılıksız bırakmış, ama bu onun beni görmeyişinden olmuştu. Bense onun gözlerin muhtaçtım, bir bakışı yeterdi; felsefenin bütün müşküllerini, teolojinin bütün muammalarını çözmeme yeterdi. Bir bakışı, diğer rumuz ve sırları alırdı benden, açardı.
Parmak uçlarına basa basa çekilip gidiyordu gece. Sanki yorgunluk çıkarmıştı, kanaatkârdı, bu kadarı yeterdi ona. Uzak, hafif sesler duyuluyordu. Bir göçmen kuş, rüya görüyordu belki, belki bitkiler büyüyordu. Solgun yıldızlar, bulut kümeleri gerisinde kayboluyorlardı. Yüzümde sabahın yumuşak soluğunu hissediyordum ve horoz sesleri yükseldi uzaktan.
Kendimi bütün ruhumla unutmanın uykusuna bırakmak istiyordum. Unutmam mümkün olsaydı, unutmak sürekli olsaydı, gözlerim kapansaydı da azar azar uykunun ötesine, mutlak hiçliğe gömülebilseydim, varlığımı artık hissedemez olacağım noktaya varsaydım, bir mürekkep damlasında, bir musiki ahenginde ya da renkli bir ışında erir giderdim ve sonunda dalgalar ve şekiller öyle büyürlerdi ki, hissedilemezin içinde silinir, yok olurlardı. O zaman dileğime kavuşurdum. 
Esen kalın, hoşça kalın.