Film Önerisi | VOL-İ (WALL-E)

30 Ekim 2018 Salı

Kitap Yorumu | Edgar Casey Akademisi - Beth Revis

Kitap Yorumu | Edgar Casey Akademisi - Beth Revis


Merhabalar.

Beth Revis'ı duyanlarınız Evrenin Ötesi serisinden biliyordur muhakkak. Ben de okumuş ve yorumumu yapmıştım, hemen şurada. Diğer iki bağımsız kitabını da indirimde yakalar yakalamaz aldım. Yazarın diğer kitapları da sırasıyla şunlar: Evrenin Ötesi (2011), Bir Milyon Güneş (2012), Dünyanın Gölgesi (2013) ve Yapay Düş (2014).

Bu kitap ile alakalı ne söylesem spoiler verecekmişim gibi hissediyorum. Şahsen ben kitabın gidişatını büyük bir şokla karşıladım, hiç aklıma gelmeyen bir şey oldu çünkü. Sizden de yaşayanlar olur diye olabildiğince üstü kapalı anlatmaya çalışacağım. Hof, baya zor olacak.

Konumuz şu şekilde: Ana karakterimiz Bo, özel yeteneklere sahip öğrencilerin gittiği bir akademiye, Edgar Casey Akademisi'ne gidiyor. Bo'nun yeteneği ise zamanda yolculuk yapabilme. Fakat günlerden bir gün kız arkadaşı Sofia ile çıktıkları bir yolculukta Sofia'yı geçmişte -kazara- mahsur bırakıyor ve Sofia'yı kurtarması için güçlerini kontrol edebilmesi ve özdenetimini sağlayabilmesi gerekiyor.

Kitap boyunca Bo'nun Sofia'yı kurtarma girişimlerini, özdenetimini sağlayabilmek için verdiği uğraşları ve aile ilişkilerini okuyoruz. Süper güçler ve aksiyon falan beklemeyin yani bu kitaptan. Edgar Casey Akademisi daha çok psikolojik bir kitap.

Ben Beth Revis'ın olaya bakış açısını ve yaklaşımını oldukça beğendim. Farklı bir bakış açısı bende her zaman ayrı bir sempati uyandırıyor zaten. Yapay Düş'ü okuduktan sonra karar vereceğim buna ama Beth Revis şimdiden bendeki yerini hazırladı gibi hissediyorum. "Ne olursa olsun, bir alır okurum," listeme girdi bu kadının kitapları. Gizem yaratma konusunda ne kadar başarısızsa sürükleyici eser yazma konusunda da bir o kadar başarılı.

Şöyle güzel bir psikolojik roman okumak istiyorsanız ben keyifle öneririm, Edgar Casey Akademisi'ni. Kıyıda köşede kalıyor bu kadın, üzülüyorum.

Puanım 7/10.

Alıntılar:
Bir zaman yolcusu olmanın bana öğrettiği en önemli şeydi bu. Tek bir kişi değildiniz. Yaşamın her anında farklı bir insandınız. Adınızın bir önemi yoktu. Gidip farklı bir zamanda aynı isme sahip olan birini görün, tamamen başka bir insandır.
...Aşık olduğunuzda, ilk öpücükle aşka kapılmazsınız, ondan sonraki her öpücükte aşık olursunuz. Büyük anlar harikadır ve onları hatırlama nedeniniz bellidir ama bir insanı gerçek yapan küçük şeylerdir: saçlarının kokusu, omzunuza yaslanmış başının sıcaklığı, kulağının kıvrılma şekli, rahatladığında bacaklarını altına alışı, bir filme sesini çıkardığını unutacak kadar odaklandığında soluğunu tutması ve mırıldanması. Büyük anlar sadece kafanızdaki fotoğraflardır; küçük şeyler ise anılardır.
"İçimde karanlığı hissediyorum, göğsümde kıvrılmış, duman ve ateş soluyan bir yaratık gibi. Her zaman orada. Üzerimde bir yük. Kendi tenim dışında başka bir şeyin içinde kapalı değil. Bazen uyuyor. Bazen uyumuyor."
Esen kalın, hoşça kalın.


25 Ekim 2018 Perşembe

Kitap Önerisi | Casus - Joseph Conrad

Kitap Önerisi | Casus - Joseph Conrad


Merhabalar.

Yazın başında başladığım ve önünü alamadığım klasikleri okuma serüvenime, Modern Klasikler Dizisi'nin 4. kitabı olan Casus ile devam ediyorum. Yazarın diğer kitapları da şunlar: Almayer'in Sırça Köşkü (1895), Karain (1897), Narcissus'un Zencisi (1897), Gençlik (1898), Karanlığın Yüreği (1899), Nostromo (1904), Dönüş (1908), Batılı Gözler Altında (1911), Zafer - Bir Ada Hikayesi (1915) ve Üç Deniz Öyküsü (1915).

Kitabımızın bir filmi de var elbette. Kefaret, The Good Father ve Carrington gibi filmlerin de yönetmeni olan Christopher Hampton tarafından yönetilen The Secret Agent isimli bu film, 1996 yılında yayımlanmış. Başrollerinde Christian Bale, Gérard Depardieu, Bob Hoskins ve Patricia Arquette yer alıyor.

BBC One yapımı bir mini dizisi de var ayrıca, aynı isimle. Başrollerinde Toby Jones, Vicky McClure ve Stephen Graham'ın yer aldığı mini dizi, 2016 yılında yayımlanmış. Geçtiğimiz yaz. Çok yakın yani.

Modern Klasikler Dizisi'ni tamamlamak gibi bir düşüncem olmasa belki de çok geç tanışacağım bir yazardı, Joseph Conrad. Aynı şekilde Casus da. Polonya asıllı bir yazar olmasına rağmen İngiliz dilinin en önemli yazarları arasında yer almayı başarmış, Conrad. Kitabı orijinal dilinde okumadığım için bu konu hakkında daha fazla yorum yapamıyorum tabii.

Ana karakterimiz Verloc'un, namı diğer DELTA'nın, Vladimir denen bir adamdan aldığı direktif sonucu Greenwich Gözlemevi'nde meydana getirdiği patlamayı anlatıyor başlangıçta kitap. Kitaptaki tek ve önemli olayımız bu. Bunun haricinde durağan bir yapısı olan, daha çok insan-sistem-aile ilişkilerini ele alan bir eser, Casus. Anarşistlerin birbirleri ve devlet ile olan ilişkilerini, karı-koca-aile ilişkilerini, teşkilatın ast üst ilişkilerini okuyorsunuz en çok. Bütün bunlara öyle yerinde, öyle güzel değinmiş ki yazar. Yeri geliyor karakterlerinden birine bir tirat attırıyor ve siz zevkle okuyorsunuz. Alt metine de yerleştirmiyor anlatmak istediklerini, açık seçik ne varsa döküyor kelimeler ile ortalığa.

Tabii kitabın durağanlığı beni biraz zorladı elbette. Kimi zaman bıraktığım yeri, okuduğumu bile hatırlamayıp geri dönmek ve bir kez daha okumak zorunda kaldım. Sonlarına doğru "Tamam artık, anladım," diyerek kitabı bitirmeye çalıştım. Çünkü daha olayın başlangıcından sonunu görebiliyorsunuz; hal böyle olunca o uzun sayfalar bitmek bilmiyor. Hele son bölümlerden birinde yer alan bir kadının -kim olduğunu söylemiyorum- duygu durum değişikliğinin anlatıldığı o sayfalar... Tamam, kısaca üzerinden geçilecek bir olay değildi ama bu kadarı da çok yordu beni.

Kitap 309 sayfa ama daha kısa da olabilirdi, nazarımca. Anlattıkları ve değindiği konu çok güzel lakin yer yer fazla geldiğini de söylemeden geçemem.

Neyse. Neticede şöyle bir güzel entrikalarla çevrili, dedektiflik romanı okumak istiyorsanız Casus raflardaki yerini çoktan almış durumda. Olaydan ziyade insan ruhunu çözüyorsunuz bu kitapta. İsteklerin ve eylemlerin altında yatan düşünceleri... Çoğu karakterin sınırları o denli güzel çizilmiş ki birkaç tanesini okurken delirmeden edemedim.

Puanım 7/10.

Alıntılar:
"... İdealleştirmenin her türlüsü hayatı yoksullaştırır. Hayatı güzelleştirmek, onun karmaşık niteliğini ortadan kaldırmak, yok etmektir. Sen bu işi ahlak hocalarına bırak, dostum. Tarihi insanlar yapar ama kafalarının içinde değil. Olayların akışında, insan zihninden doğan fikirlerin pek önemli bir payı yoktur. Tarihe hükmeden, tarihin yönünü belirleyen, üretim ve üretim araçlarıdır; ekonomik koşulların gücüdür. Kapitalizm, sosyalizmi yarattı; anarşinin sorumlusu, kapitalistlerin mülkiyeti korumak amacıyla çıkardıkları yasalardır. Toplum düzeninin gelecekte nasıl bir biçim alacağını kimse kestiremez. O zaman geleceğe yönelik düşler kurmaya ne gerek var? Bu tür düşler, olsa olsa düşü kuran kimsenin zihin yapısını ortaya koyar; gerçek değerleri yoktur. Bırak da böyle hayallerle ahlak hocalığı edenler oyalansınlar."
"Böyle bir geri zekalı gördünüz mü siz hiç? Ona göre hapse düşen suçludur. Ne basit, değil mi? Adamı hapse atanlara, zorla deliğe tıkanlara ne demeli? Evet, zorla deliğe tıkanlara ya. Ayrıca, suç ne demek? Bu karınları tıka basa dolu soytarılar dünyasında, bir sürü talihsiz, zavallı insanın kulaklarıyla, dişlerine bakarak paraya, üne kavuşan o aptal herif suçun ne olduğunu biliyor mu dersin, ha? Kulaklarla dişler suçluyu belli edermiş, öyle mi? Peki, suçluları bundan çok daha iyi belirleyen yasalara -aşırı beslenen kimselerin aç insanlara karşı kendilerini korumak için icat ettikleri o güzelim dağlama demirlerine- ne demeli? 
Merak insanın kişiliğini dışa vuruş biçimlerinden biri olduğundan, meraksız bir kimse her zaman bir parça gizemlidir. 
Esen kalın, hoşça kalın.

23 Ekim 2018 Salı

Kitap Önerisi | Gurur ve Önyargı - Jane Austen

Kitap Önerisi | Gurur ve Önyargı - Jane Austen


Merhabalar.

Gurur ve Önyargı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları'na ait Hasan Ali Yücel Klasikleri Dizisi'nin ilk kitabı. Yazarın aynı diziden çıkan diğer kitapları şunlar: Akıl ve Tutku (1811), Northanger Manastırı (1817). Dilimize çevrilen diğer kitapları ise: Mansfield Park (1814), Emma (1815) ve İkna (1817).

Elbette kült eserimizin bir filmi de var. Joe Wright tarafından yönetilen Pride and Prejudice filmi 2005 yılında vizyona girmiş. Atonement (2007), Anna Karenina (2012) ve Darkest Hour (2017) da yönetmenin eserleri arasında yer alan filmler.

Bu yazıya başlamadan evvel oldukça gerildiğimi itiraf etmeliyim, neden olduğunu bilmiyorum. Sanırım bu durumda kitabın bana beklediğimi vermemesinin de etkisi var. Muhtemelen ben beklentimi yükselttim ve sonuç böyle oldu. Bunda elbette Jane Austen'in bir suçu yok. Kitabı beğendim lakin umduğumu bulamadım, diyeyim en iyisi.

Gurur ve Önyargı, kimi yayınevleri tarafından Aşk ve Gurur olarak çevrilmiş olan bu kitap, yıllardır raflarda yerini koruyor. Aşk ve Gurur bu kitap için verilebilecek en yanlış isim falan muhtemelen, en azından benim için. Gurur ve Önyargı bu kitap için en doğru isim. 18. yüzyıldan beri artarak devam ediyor okuyucuların Gurur ve Önyargı'ya olan ilgisi. Hal böyle olunca ben de büyük bir heyecan ve şevkle kitabı aldım ve okumaya başladım. Heyecanımın ve şevkimin asıl sorumlusu kitap yahut hakkında söylenenler değil elbette, bir film.

Becoming Jane, Jane Austen'in hayatını anlatan, yönetmenliğini Julian Jarrold'ın yaptığı 2007 yapımı bir biyografik-drama filmi. Austen'in aşk, aile ve yazarlık hayatına değiniyor ve başrollerini Anne Hathaway ile James McAwoy paylaşıyor. Bu filmi izleyip Gurur ve Önyargı'yı okuduktan sonra iki hikaye arasındaki muazzam benzerliği fark etmemeniz imkansız hale geliyor. Gurur ve Önyargı, Austen'in hayaline dönüşüyor. Elizabeth, Jane'e dönüşüyor; Jane de ablası Cassandra'ya.

Adında da geçtiği üzere kitap temelde gururu, önyargıyı ve bunların Elizabeth ile Darcy arasındaki ilişkiye olan etkisini anlatıyor. Üçüncü tekil kişi ağzından anlatılıyor olaylar ve anlatıcının varlığını hissediyorsunuz, öyle ki bazı yerlerde devreye girip -tabii bunu abartmıyor- kendi düşüncelerinden de bahsediyor. Ama bu öyle çok fazla gerçekleşmiyor, endişeniz varsa olmasın. Neden Aşk ve Gurur çok yanlış dedim bu kitap için peki? Çünkü Elizabeth ve Darcy'nin aşkı o denli geri planda ki... Elizabeth'in dört tane kız kardeşi var, onların da hayatlarındaki gelişmelere tanık oluyorsunuz. Çevredeki yahut iletişime geçtikleri insanların, annesinin, babasının, uzaktaki akrabasının hayatlarındaki gelişmelere de... Çok yoğun ve kalabalık bir kitap aslında, Gurur ve Önyargı. Zaten Birinci, İkinci ve Üçüncü Kitap adlı başlıklar ile birbirinden ayrılmış bölümlerden oluşmakta.

Birinci kitapta delirme noktasına geldim. Elizabeth'in -kendisini bu konuda oldukça başarılı bulur ve överken- Darcy'ye karşı bu denli kolay önyargıya kapılması beni çıldırttı. Sırf sert duruşundan ve dışarıya yansıttığı gururlu tavrından ötürü, elin adamından duyduğu şeylere o denli kolay inandı ve o denli kolay yargıladı ki Darcy'yi, otobüste oturduğum koltukta nefes alamaz hale getirdi beni. Nasıl hayal kırıklığına uğradığımı anlatamam.

İkinci kitapta işler biraz toparlar gibi oldu, sonlarına doğru en azından. Karakterlerin iç yüzleri ortaya çıktı, bazı meseleler patlak verdi. Elizabeth'in aklı başına geldi. [O anda bile on beş defa reddetti inanmayı, yani ne diyeyim bilemiyorum. Of!]

Üçüncü kitap ise su gibi aktı gitti, hayal kırıklarımı nazikçe toparlayıp itinayla yapıştırdı. Kitap bitince muhteşem bir sevince kapılmadım ama en azından gönül rahatlığıyla kapağını kapatıp arkama yaslanabildim. O da çok kısa sürdü zaten.

Şimdi Kitabın ismi Gurur ve Önyargı, gelmiş kızın önyargısından dem vuruyorsun! diyenler olacaktır muhakkak. Belirtmem gerekiyor ki kızın önyargısıyla alakalı bir derdim yok, her yazar karakterini istediği şekilde kaleme alabilir. Benim genel olarak önyargılı karakterler ile derdim var sadece. Özellikle de önyargılı olmadığını düşünenlerle... [Elizabeth, hayatım, seninle olan nefret-sevgi ilişkimiz baki kalacak.]

Jane Austen'in kalemi ise bana nasıl bir zamanda olduğumuzu fark ettirdi. Mizahi ve hiciv yönü çok kuvvetli, kadın-erkek bağımsızlığına ve seçme özgürlüğüne olan inancını oldukça kuvvetli bir şekilde kaleme alan bir yazar, Austen. Karakterlerin hazır cevaplılığı ve karakterlerde yer alan -ve dönemini yansıtan- nokta atışı özellikleri yazarın gözlem gücünün kuvvetini ortaya koyan detaylar. Kitabın dili dönemine has, şiirsel bir özellik taşımakta. Lakin 18. yüzyılda yaşamış kadın yazar ile erkek yazar arasındaki uçurumu da kolaylıkla görebilmemi sağladı bu kitap. Bu kimsenin suçu değil, hatta suç bile değil. Sadece edindiğim intiba bu.

Dili kısıtlı Austen'in, her ne kadar satırlarca döküp saymış olsa da paragrafları. Kadın olarak yaşamanın getirdiği sınırlar, dilinde de kurgusunda da kendisini belli ediyor ister istemez. [Bahsettiğim şey kadınsı bir şekilde yazıyor olması değil. Bir erkek gibi yazmak zorunda da değil, zaten bir kadın kendisi.] Günümüzde ise aradaki bu uçurumun mesafesi daralmış durumda gibi gözüküyor. Jane Austen günümüzde yaşasa nasıl olurdu, diye düşünmeden edemiyor insan.

Puanım 7/10.

Alıntılar:
... "Akşamı bu şekilde geçirmek ne tatlı! Doğrusu okumak gibi tatlı şey yok! Başka her şey insanı kitaptan daha çabuk yoruyor!.. Kendi evim olduğu zaman müthiş bir kütüphanem olmazsa mutsuz olurum."
... "Ne zevk! Ne mutluluk! Bana yeni bir hayat ve enerji verdiniz. Hayal kırıklığına ve kedere elveda. Dağın taşın yanında erkekler de neymiş? Ah! Yollarda geçireceğimiz saatleri düşünsenize! Döndüğümüz zaman öbür seyyahlar gibi olmayacağız, biz her şeyi ince ince anlatmayı becerebileceğiz. Biz nereye gittik, bileceğiz... gördüklerimizi hatırlayacağız. Göller, dağlar, nehirler aklımızda birbirine girmeyecek; belli bir sahneyi tarif etmeye kalktığımız zaman nereye yakındı nereye uzaktı diye kavga etmeye başlamayacağız. Bir heves anlattıklarımız bile çoğu seyyahınkinden daha inandırıcı olacak."
 "Sık sık düşünüyorum da," dedi, "insanın sevdiklerinden ayrılması kadar kötü bir şey yok. Sevdikleri yanında olmayınca insan pek garip kalıyor."
Esen kalın, hoşça kalın.