Gurur ve Önyargı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları'na ait Hasan Ali Yücel Klasikleri Dizisi'nin ilk kitabı. Yazarın aynı diziden çıkan diğer kitapları şunlar: Akıl ve Tutku (1811), Northanger Manastırı (1817). Dilimize çevrilen diğer kitapları ise: Mansfield Park (1814), Emma (1815) ve İkna (1817).
Elbette kült eserimizin bir filmi de var. Joe Wright tarafından yönetilen Pride and Prejudice filmi 2005 yılında vizyona girmiş. Atonement (2007), Anna Karenina (2012) ve Darkest Hour (2017) da yönetmenin eserleri arasında yer alan filmler.
Bu yazıya başlamadan evvel oldukça gerildiğimi itiraf etmeliyim, neden olduğunu bilmiyorum. Sanırım bu durumda kitabın bana beklediğimi vermemesinin de etkisi var. Muhtemelen ben beklentimi yükselttim ve sonuç böyle oldu. Bunda elbette Jane Austen'in bir suçu yok. Kitabı beğendim lakin umduğumu bulamadım, diyeyim en iyisi.
Gurur ve Önyargı, kimi yayınevleri tarafından Aşk ve Gurur olarak çevrilmiş olan bu kitap, yıllardır raflarda yerini koruyor. Aşk ve Gurur bu kitap için verilebilecek en yanlış isim falan muhtemelen, en azından benim için. Gurur ve Önyargı bu kitap için en doğru isim. 18. yüzyıldan beri artarak devam ediyor okuyucuların Gurur ve Önyargı'ya olan ilgisi. Hal böyle olunca ben de büyük bir heyecan ve şevkle kitabı aldım ve okumaya başladım. Heyecanımın ve şevkimin asıl sorumlusu kitap yahut hakkında söylenenler değil elbette, bir film.
Becoming Jane, Jane Austen'in hayatını anlatan, yönetmenliğini Julian Jarrold'ın yaptığı 2007 yapımı bir biyografik-drama filmi. Austen'in aşk, aile ve yazarlık hayatına değiniyor ve başrollerini Anne Hathaway ile James McAwoy paylaşıyor. Bu filmi izleyip Gurur ve Önyargı'yı okuduktan sonra iki hikaye arasındaki muazzam benzerliği fark etmemeniz imkansız hale geliyor. Gurur ve Önyargı, Austen'in hayaline dönüşüyor. Elizabeth, Jane'e dönüşüyor; Jane de ablası Cassandra'ya.
Adında da geçtiği üzere kitap temelde gururu, önyargıyı ve bunların Elizabeth ile Darcy arasındaki ilişkiye olan etkisini anlatıyor. Üçüncü tekil kişi ağzından anlatılıyor olaylar ve anlatıcının varlığını hissediyorsunuz, öyle ki bazı yerlerde devreye girip -tabii bunu abartmıyor- kendi düşüncelerinden de bahsediyor. Ama bu öyle çok fazla gerçekleşmiyor, endişeniz varsa olmasın. Neden Aşk ve Gurur çok yanlış dedim bu kitap için peki? Çünkü Elizabeth ve Darcy'nin aşkı o denli geri planda ki... Elizabeth'in dört tane kız kardeşi var, onların da hayatlarındaki gelişmelere tanık oluyorsunuz. Çevredeki yahut iletişime geçtikleri insanların, annesinin, babasının, uzaktaki akrabasının hayatlarındaki gelişmelere de... Çok yoğun ve kalabalık bir kitap aslında, Gurur ve Önyargı. Zaten Birinci, İkinci ve Üçüncü Kitap adlı başlıklar ile birbirinden ayrılmış bölümlerden oluşmakta.
Birinci kitapta delirme noktasına geldim. Elizabeth'in -kendisini bu konuda oldukça başarılı bulur ve överken- Darcy'ye karşı bu denli kolay önyargıya kapılması beni çıldırttı. Sırf sert duruşundan ve dışarıya yansıttığı gururlu tavrından ötürü, elin adamından duyduğu şeylere o denli kolay inandı ve o denli kolay yargıladı ki Darcy'yi, otobüste oturduğum koltukta nefes alamaz hale getirdi beni. Nasıl hayal kırıklığına uğradığımı anlatamam.
İkinci kitapta işler biraz toparlar gibi oldu, sonlarına doğru en azından. Karakterlerin iç yüzleri ortaya çıktı, bazı meseleler patlak verdi. Elizabeth'in aklı başına geldi. [O anda bile on beş defa reddetti inanmayı, yani ne diyeyim bilemiyorum. Of!]
Üçüncü kitap ise su gibi aktı gitti, hayal kırıklarımı nazikçe toparlayıp itinayla yapıştırdı. Kitap bitince muhteşem bir sevince kapılmadım ama en azından gönül rahatlığıyla kapağını kapatıp arkama yaslanabildim. O da çok kısa sürdü zaten.
Şimdi
Kitabın ismi Gurur ve Önyargı, gelmiş kızın önyargısından dem vuruyorsun! diyenler olacaktır muhakkak. Belirtmem gerekiyor ki kızın önyargısıyla alakalı bir derdim yok, her yazar karakterini istediği şekilde kaleme alabilir. Benim genel olarak önyargılı karakterler ile derdim var sadece. Özellikle de önyargılı olmadığını düşünenlerle... [Elizabeth, hayatım, seninle olan nefret-sevgi ilişkimiz baki kalacak.]
Jane Austen'in kalemi ise bana nasıl bir zamanda olduğumuzu fark ettirdi. Mizahi ve hiciv yönü çok kuvvetli, kadın-erkek bağımsızlığına ve seçme özgürlüğüne olan inancını oldukça kuvvetli bir şekilde kaleme alan bir yazar, Austen. Karakterlerin hazır cevaplılığı ve karakterlerde yer alan -ve dönemini yansıtan- nokta atışı özellikleri yazarın gözlem gücünün kuvvetini ortaya koyan detaylar. Kitabın dili dönemine has, şiirsel bir özellik taşımakta. Lakin 18. yüzyılda yaşamış kadın yazar ile erkek yazar arasındaki uçurumu da kolaylıkla görebilmemi sağladı bu kitap. Bu kimsenin suçu değil, hatta suç bile değil. Sadece edindiğim intiba bu.
Dili kısıtlı Austen'in, her ne kadar satırlarca döküp saymış olsa da paragrafları. Kadın olarak yaşamanın getirdiği sınırlar, dilinde de kurgusunda da kendisini belli ediyor ister istemez. [Bahsettiğim şey kadınsı bir şekilde yazıyor olması değil. Bir erkek gibi yazmak zorunda da değil, zaten bir kadın kendisi.] Günümüzde ise aradaki bu uçurumun mesafesi daralmış durumda gibi gözüküyor. Jane Austen günümüzde yaşasa nasıl olurdu, diye düşünmeden edemiyor insan.
Puanım 7/10.
Alıntılar:
... "Akşamı bu şekilde geçirmek ne tatlı! Doğrusu okumak gibi tatlı şey yok! Başka her şey insanı kitaptan daha çabuk yoruyor!.. Kendi evim olduğu zaman müthiş bir kütüphanem olmazsa mutsuz olurum."
... "Ne zevk! Ne mutluluk! Bana yeni bir hayat ve enerji verdiniz. Hayal kırıklığına ve kedere elveda. Dağın taşın yanında erkekler de neymiş? Ah! Yollarda geçireceğimiz saatleri düşünsenize! Döndüğümüz zaman öbür seyyahlar gibi olmayacağız, biz her şeyi ince ince anlatmayı becerebileceğiz. Biz nereye gittik, bileceğiz... gördüklerimizi hatırlayacağız. Göller, dağlar, nehirler aklımızda birbirine girmeyecek; belli bir sahneyi tarif etmeye kalktığımız zaman nereye yakındı nereye uzaktı diye kavga etmeye başlamayacağız. Bir heves anlattıklarımız bile çoğu seyyahınkinden daha inandırıcı olacak."
"Sık sık düşünüyorum da," dedi, "insanın sevdiklerinden ayrılması kadar kötü bir şey yok. Sevdikleri yanında olmayınca insan pek garip kalıyor."
Esen kalın, hoşça kalın.