Nereden başlasam bilemiyorum.
Dune'un adını duyalı ve alıp kitaplığıma koyalı uzun zaman olmuştu ancak hiç okuma dürtüsü hissetmemiştim, önceliğimde başka kitaplar vardı. Ta ki şimdiye kadar. Ne zaman ki filmi vizyona girdi, artık ertelemenin bir anlamı kalmadı. Sinemada izlemek istiyordum çünkü bu filmi. [O da ayrı bir fiyasko oldu çünkü projektörlerin ışığını kısmaya başlamışlar sanırım. Hiçbir şey göremedik filmde.]
Ve böylece Dune'u okuma maceram başlamış oldu.
Maceram diyorum çünkü 707 sayfa. İki hafta falan sürdü bitirmem. Kitabın dili çok sadeydi, bundan sebep bu kadar kalın bir kitap olmasına rağmen okumaya devam edebildim. Çok çabuk sıkılan ben için bu büyük bir şey.
Dune, aynı adlı serinin ilk kitabı. Seri 6 kitaptan oluşuyor. İlk kitap 1965 yılında yayımlanmış, 6. kitap ise 1985 yılında. Frank Herbert'ın başka kitapları da var tabii ancak en bilinen serisi Dune.
Şimdi kitaba gelelim: 101. yy'da [Doğru hesapladıysam eğer... 10.000 yıllarında falan geçiyor işte.] insanlığın düşünen makinelere, bilgisayarlara ve bilinçli robotlara karşı başlattığı savaş olan Butleryan Cihadı'ndan sonra, galaksileri aştığı ve yeni gezegenlerde yaşamaya başladığı zamanlar. Padişah İmparator'un Dune adıyla da bilinen ve bir çöl gezegeni olan Arrakis'te yönetimi, Harkonnen Hanedanı'ndan alıp Atreides Hanedanı'na devretmesiyle hikaye başlıyor. Gezegen "baharat" adı verilen uyuşturucu bir maddenin çıkarıldığı tek gezegen. Ve bu baharat geleceği görme gücü sağlıyor. [Görebilene tabii.] Bu sebepten önemli bir gezegen. Ancak İmparator'un bu gezegene gönderdiği Atreides Hanedanı aslında bilmese de kendisi için tehlikeli bir hanedan çünkü bu hanedanı yöneten Dük Leto'nun oğlu Paul Atreides.
Kim peki bu şahıs? Bene Gesserit adı verilen, temelde sadece kız öğrenciler için kurulmuş, zihinsel ve fiziksel eğitim veren bir okul var ve bu okulun yüzyıllardır süren tek gayesi şu: Seçici döllenme programları ile "Kuisatz Haderah" diye adlandırdıkları kişiyi meydana getirmek. [Kuisatz Haderah: Aynı anda birden fazla yerde bulunan kişi.] Yani yüksek boyutları kavrayabilmesini ve kullanabilmesini sağlayacak zihinsel güçlere sahip bir insan (erkek) üretmenin peşindeler. Paul Atreides işte bu şahıs.
Hem yıllardır beklenen kurtarıcı hem de yapılan tüm planların düğüm olduğu yegane insan.
Koca bir evrenden bahsediyoruz. Yazar öyle ince işlemiş ki bu evreni kendine has aurasıyla insanı ister istemez içine çekiyor. İşin içine bir de politika, din, sosyoloji gibi bazı konularda atılan sağlam adımlar da girince bu dünyanın içinden çıkamaz hale geliyor insan.
En azından bana olan bu.
Ancak kitabın bazı noktaları vardı ki öyle olmasa daha mı iyi olurdu sanki dedirtti bana. Hoş, sonra onu da kabullendim, rahatsız edici bir şey olmaktan çıktı benim için. [Alışkanlık ne acayip şey değil mi?] Karakterlerin iç konuşmalarına/düşüncelerine fazla yer veriliyor. İlk başta bu konuşmalar kötü bir adım atacak karakterin bile insan gibi gözükmesini sağlarken sonraları kör göze parmak gelmeye başladı. Zaten anladığım şeyleri bir de karakterlerin iç dünyasında Hmm, kesin böyle düşünüyor olmalı, diye tekrar okumak bir noktadan sonra canımı sıkmaya başladı.
Bu önemli bir eksiklik değil ancak dikkatimi çekti: Kitapta duygu namına da pek bir şey yoktu. Birileri ölüyor boyuna ama pek üzülen ya da etkilenen de yok gibi. O yaşam tarzında ve öyle bir dünyada bu durumlar zaten normal karşılanıyor olabilir ancak ben yine de iki üç parça -gerçek anlamda- duygulara dair bir şey görmek istedim. Zira karakterlerden hiçbirine yakınlık kuramadım bu sebepten, çoğu fazla düzdü. Bilemiyorum, belki de 101. yy'a geldiğimizde yavaş yavaş robota dönüşmüş olacağız.
Dinsel anlamda da inanılmaz bir altyapısı vardı kitabın ancak benim şuncacık bilgim o açıdan yorumlamaya yetmiyor. Yeni bir din, yeni bir dil, yeni bir kültür oluşmuş aradan geçen yüzyıllar içinde ve o kadar uzak bir yüzyıl ki bu okuyucu olarak ben hiçbir şeyi garipsemedim. Dönüşen her şey hali hazırda dönüşmüş olan şeylerin yöntemleriyle dönüşmüş, din de, dil de, insanlık da.
Filmine de gittim bu arada ve beğendim. Görsel olarak oldukça iyi tasarlamışlar her şeyi, sahneleri de olabildiğince koymaya çalışmışlar. Kitap çok kalın tabii, yarısı falan vardı bu filmde; ikinci bölümü de geliyormuş sanırım. Filmi, kitaba göre daha iyiydi zannımca, karakterler ve duyguları açısından en azından her şey bir tık daha oturmuştu.
Sözün özü, güzel bir evrene sahipti Dune. O kadar fazla kural, karakter, terim var ki kitaba başlarken bir müddet ne okuduğumu anlayamadım. Ki bir bu kadar daha olduğunu düşünüyorum, zira birçok şeyin adı geçiyor sadece kitapta, akıbetlerini okumuyoruz. Dune evrenine giriş kitabı bile diyebiliriz bu koca kitap için. Karakterlerle beraber ben de bu gezegenin kurallarına uyum sağladım. Devam kitaplarını okur muyum emin değilim ama. Şimdilik bu kadarı bana yeterli gibi geldi. Belki 2. kitabı çıkmadan evvel okurum yine. Ya da hiç okumadan devam ederim seriyi izlemeye.
Alıntılar:
"Şunu hafızana kazı evlat: Dünya dört şeyin üzerinde durur... Bilgelerin ilmi, yücelerin adaleti, haklıların duası ve yiğitlerin cesareti. Ama hükmetme sanatını bilen bir hükümdar olmadan... Bunlar hiçbir işe yaramaz. Bunu bağlı olacağın ilim haline getir!"
"...Hayatının sırrının çözülecek bir problem değil, tecrübe edilecek bir gerçeklik olduğunu söyledi. Ben de Mentatlığın İlk Yasası'nı söyledim: 'Bir süreç onu durdurarak anlaşılamaz. İdrak sürecin akışıyla birlikte gerçekleşmeli, ona katılmalı ve onunla birlikte akmalıdır.'"
"...Arzulanan bir şeyin yakında olması, insanı aşırı haz düşkünlüğüne iter."
Bir insanın yaşayabileceği en korkunç aydınlanma anı, babasının da insan olduğunu, etiyle kemiğiyle insan olduğunu keşfettiği andır.
Durmak, diye düşündü. Dinlenmek... gerçekten dinlenmek. Mutluluğun durabilmek, bir anlığına da olsa durabilmek olduğunu fark etti. Durmanın mümkün olmadığı yerde mutluluk da olmazdı.
"İhtiyacın olan şeyleri, gelecek nesilleri düşünmeden, sonsuza dek çalmayı sürdüremezsin. Bir gezegenin fiziksel nitelikleri, ekonomik ve siyasi hayatına yansır."
"Din ile siyaset aynı arabada gittiğinde, sürücüler karşılarında hiçbir şeyin duramayacağını sanır. Dümdüz gider, hızlandıkça hızlanırlar. Engelleri tamamen göz ardı eder, körlemesine gidenlerin uçurumu çok geç fark edeceğini unuturlar."
Esen kalın, hoşça kalın
Giriş görsel: Fred Vignaux, éditions l'Atalante
0 comments :