Film Önerisi | VOL-İ (WALL-E)

Tüm Yayınlar

6 Haziran 2022 Pazartesi

Kitap Yorumu | Karanlıktan Sonra - Haruki Murakami

Kitap Yorumu | Karanlıktan Sonra - Haruki Murakami

"Gece yarısından sonra zamanın kendine özgü bir akışı vardır. Ona karşı koyamazsın..."

Geceyi uyumayarak geçirenleriniz olmuştur muhakkak. Günümüz dünyasında bedenlerimiz, güneşin varlığına ihtiyaç duymadan, icat ettiğimiz yapay ışıklandırmalar ile gecenin alacakaranlığına meydan okuyarak var olmayı başarabiliyorlar. Bu durum zannedildiği gibi bir fırsat mı orası tartışılır ancak geceyi uyanık geçirmenin ötesinde başka bir durum daha var: Geceyi dışarıda geçirmek.

İşim gereği bir dönem gecelerimi dışarıda geçirdiğim ya da -zannediyorum bir ya da iki defa- karanlığa sokaklarda eşlik ettiğim oldu. (Belli bir saatten sonra dışarıda olmayı sevmediğimi de anlamış oldum böylelikle.) Bu sebepten, kitabın arka kapağında da yazdığı gibi, "gece yarısından sonra zamanın kendine özgü olan o akışını" kast ederken Murakami'nin ne demek istediğini anlayabiliyorum. Deneyimlememiş olsam anlar mıydım ne demek istediğini, emin değilim tabii.

Haruki Murakami'nin adını duymayan kaldı mı bilmiyorum açıkçası. Japon asıllı yazarın bilim kurgu, fantastik ve suç-kurgu türlerini harmanlayan eserleri, daha çok büyülü gerçekçilik unsurları ile öne çıkıyor. En çok bilinen eserlerinden bazıları şunlar: Rüzgarın Şarkısını Dinle (1979), İmkansızın Şarkısı (1987), Sputnik Sevgilim (1999), Sahilde Kafka (2002) ve 1Q84 (2009).

Ben yazarı şahsen duymuş ancak kitaplarını almış olmama rağmen bir türlü okumaya başlayamamıştım. Geçtiğimiz yıllarda kurgu eserlerine el atmadan evvel iki kurgu dışı kitabını okuyup bitirmiş (Mesleğim Yazarlık ve Koşmasaydım Yazamazdım), ikisini de oldukça beğenmiştim. Mesleğim Yazarlık daha yazarlık kariyeri ve tavsiyeleri üzerine odaklanırken Koşmasaydım Yazamazdım, yazarlık kariyeri ile koşu hobisinin paralelliklerini konu alıyor. Tavsiye ederim ikisini de.

Gelelim Karanlıktan Sonra'ya... Kitap, güneşin bile dinlenmesine izin verdiği şehirde dinlenmek yerine çalıştığı ya da uyumamayı tercih ettiği için kendi küçük yaşamlarına devam eden birçok karakterin etrafında dönen, bazı noktalarda bu karakterlerin hayatlarını kesiştiren hikayelerden oluşuyor. Geceyi dışarıda geçirmeye karar vermiş ve soluğu 7/24 açık olan restoranlardan birinde, Bennys'te, almış olan ana karakterimiz Mari -kitapta ana karakter yok gibi ama Mari'ye ana karakter diyebiliriz sanırım- kitap okurken iki yıl önce yazın tanıştığı Takahaşi'ye denk geliyor. Bu tesadüf üzerine iki gizemli karakterimiz oturup konuşmaya başlıyor ve tanıştıkları yazdan, tavuklardaki hormonlardan ve neden gecenin bir vakti dışarıda olduklarından bahsediyorlar.

Bir sonraki bölümde ise -her bölümün başında gecenin hangi saatinde olduğumuzu gösteren bir saat ikonu var- Mari'nin ablası olan Eri'nin odasına geçiyoruz. Eri uyuyor. Ancak odasında farklı bir şeyler var gibi, ne olduğunu ne biz biliyoruz ne gözlemciler. Evet, bütün sahneler bu gözlemciler tarafından anlatılıyor. Kendilerini de şöyle tanımlıyorlar: ."..Biz göze görünmeyen, adsız, davetsiz misafirleriz. Bakıyoruz. Dinliyoruz. Kokluyoruz. Ancak fiziksel olarak o odada olmadığımız için geride izimiz kalmıyor. Deyim yerindeyse geleneksel zaman gezginleriyle aynı kurallara uyuyoruz. Gözlem yapıyoruz ama karışmıyoruz."

3. bölüme geçince yine Bennys'teyiz. Bu sefer Mari'nin yanına bir kadın geliyor ve adını Takahaşi'den duyduğunu, Çince bilip bilmediğini soruyor. (Çince mevzusundan yine Takahaşi bahsetmiş.) Çünkü görev yaptığı Aşk Oteli'nde soyulmuş bir Çinli eskort üstü başı kan içinde yere oturmuş ağlıyor. Kendilerinin de kızla iletişim kurmaları gerekiyor. Mari gidince ve kızla konuşunca öğreniyoruz ki beraber olmak için kızı o otele getiren adam sinirlenip kızı dövmüş, eşyalarını çalmış ve oradan ayrılmış. Başka bir bölüme geçince de o adamın yaşantısını gözlemliyoruz. Aynı şekilde daha başka birçok karakterin de...

"Gözlemciler" sayesinde karakterlerin hayatlarından böyle küçük kesitlere dahil oluyoruz. Bir yerde bir yorum gördüm araştırma yaparken ve çok doğru geldi okuyunca: "Sanki otobüs yolculuğunda denk geldiğimiz birileriyle konuşuyoruz." Tamamen alakasız ve karakterlerin hayatlarının kısa bir bölümüne tanıklık eden gözlemciler gibiyiz biz de. Oradan oraya zıplıyoruz ve ne olduğuna anlam veremiyoruz.

Gece yarısı ile günün ilk ışıkları arasında bu tür yerler, gizlice karanlığa geçit açarlar. Orası, prensiplerimizin hiçbirinin işlemediği yerdir. Bu oyukların insanları ne zaman ve nerede yutacağını veya ne zaman, nerede geri kusacağını kimse öngöremez.

Anlam veremediğimiz ve ucu açık kalan sahnelerin ardında bazı anlamların olduğu da söyleniyor. Yazarı henüz tanımadığım için pek bilmiyorum ama böyle yapmış olması mümkün gözüküyor. Yaşananlar oldukça gerçekken sürrealist unsurlar eklemeden de edememiş Murakami. Bazı noktalar okuyucu için anlamsız ve ucu açıkta kalıyor. Ben kitabın genel tarzından ötürü çok rahatsız olmadım bu durumdan. Hem günümüze hem de başka bir dünyaya ait gibi eser. Tıpkı gece akan hayat gibi aslında. Gece, o günün bir uzantısı ancak dışarıdaki hayat, gündüz olduğundan çok daha farklı akıyor.

Murakami okumamışsanız daha evvel bu kitapla başlamanız doğru olur mu bilemiyorum. Ben bu tarz kesitsel kitapları -o da ne demekse- sevdiğim için sorun olmadı ancak siz daha başı, sonu, ortası olan eserleri tercih ediyorsanız başka kitaplarından başlayabilirsiniz. Okumadığım için henüz öneremiyorum da, siz bakarsınız artık. Sözün özü, böyle sakin sakin okunacak, oldukça dingin bir atmosfere sahip, hoş bir kitaptı benim için. Siz de bu tarz kitapları seviyorsanız bir şans verin derim.

Bir alıntı (Çünkü diğerlerini yukarıda kullandım):

"Ama aralarında belli bir mesafe bırakarak da insanlar birbirlerine yakın olabilirler, öyle değil mi?" diye soruyor Mari. "Elbette" diyor Takahaşi. "Elbette bu da mümkündür. Ancak bir insan için normal olan mesafenin bir diğeri için fazla uzak kaldığı durumlar da vardır."

Esen kalın, hoşça kalın.

23 Mayıs 2022 Pazartesi

Dizi Yorumu | Search: WWW

Dizi Yorumu | Search: WWW

"İnsanlar arama motorunun karşısında oldukça dürüsttürler."

Hava durumunun nasıl olacağından yaşadığımız rahatsızlığın hangi tür bir hastalığın belirtisi olduğuna kadar, oldukça geniş bir yelpazede aradığımız cevapları bulmamızı sağlayan arama motorları, günlük hayatımızın ayrılmaz bir parçası. Gündelik temel ihtiyaçlarımızdan biri resmen. Arama motorları ya da sosyal medya vb. dijital platformlar yakın bir zamana kadar zararsız ve oldukça yardımcı araçlardı bizim için. Ta ki Facebook-Cambridge Analytica veri skandalı olayı patlak verene kadar. İnternete sorgusuz sualsiz teslim ettiğimiz ve önemsiz gördüğümüz her türlü bilginin bir yerlerde birileri için çokça önemli olabileceğinin farkına vardı birçok insan.

Bu dizi bu olaydan mı esinlendi, tam olarak bilmiyorum ancak temelde aynı sorundan yola çıkarak hikayesini şekillendirdiği söylenebilir: Güvenilmez insanlığın kontrolündeki internete, ne denli umarsız teslim ediyoruz kendimizi acaba?

Search: WWW 2019 yapımı, romantik-drama kategorisinde bir Kore dizisi. Başrollerinde Im Soo-jung, Lee Da-hee, Jeon Hye-jin, Jang Ki-yong, Lee Jae-wook ve Ji Seung-hyun yer alıyor. Senaristliğini Kwon Eun-sol (Senaristliğini yaptığı başka dizi yok ancak kendisi Kim Eun-sook'un asistan senaristliğini yapmış sanırım, iyi de iş çıkarmış bu işiyle) yönetmenliğini de Jung Ji-hyun (İşleri: Mr. Sunshine, The King: Eternal Monarch, You Are My Spring ve Twenty Five-Twenty One) ve Kwong Young-il (İşleri: Suits, My Unfamiliar Family ve Doom at Your Service) üstlenmiş. tvN yapımı 1 sezon 16 bölümden oluşuyor. Netflix'te bulabilirsiniz.

2 adet OST'si var bu arada, muhteşemler. Biri Elaine - Search, diğeri Mamamoo - WOW.

Yukarıda da görüldüğü üzere sağlam bir kadronun ortaya koyduğu bu dizide konumuz şu şekilde: 30'lu yaşlarının sonlarında ve oldukça rekabetçi bir kişiliğe sahip olan Bae Ta-mi (Lim Soo-jung) büyük bir web portalı şirketi olan Unicon'da yönetici olarak çalışıyordur. Şirketin karıştığı bir skandalda temsilci olarak görevlendirilen Ta-mi, kendi doğruları ve yöntemlerine göre hareket edince zaten hali hazırda kurban etmeye insan arayan Unicon tarafından istifaya zorlanır. Yıllarını verdiği şirket tarafından uğradığı muameleyi kaldıramayan Ta-mi, Unicon'un rakibi olan Barro'nun CEO'su Kwon Hae-hyo'nun iş teklifi ile beraber Barro'ya geçer ve 2. sırada bulunan şirketin 1. sıraya yerleşmesi amacıyla kurulan "Görev Timi"nin başına gelir. Rekabetçi kişiliğinden ödün vermeyen Ta-mi, bu süreçte çeşitli insanlarla ve zorluklarla karşılaşıp kendini sorgulamaya başlar.

Şimdi, konuyu sadece Ta-mi üzerinden anlattım ancak dizinin 3 kadın başrolü var aslında. Biri Barro'nun Sosyal Medya Yöneticisi Cha Hyeon, namı diğer Scarlet (Lee Da-hee) diğer Unicon'un yöneticisi Song Ga-kyeong (Jeon Hye-jin). Dizi boyunca aslında bu üç kadının ayrı ayrı hikayelerine tanık oluyoruz. Kah birbirleriyle kah başka insanlarla yaşadıkları sorunları izliyoruz. Dizinin bu 3 kadın özelinde yürümesini ve bunu başarılı bir şekilde aktarmış olmasını çok sevdim ben şahsen.

Bu kadın karakterlerin aşk hayatına da dahil oluyoruz tabii bir noktada. Genel anlamıyla 6 karakter üzerinden ilerleyen dizi, her karakterin kendi hikayesine ve çatışmasına ayrı ayrı, dozunda odaklanmış. Karakterlerin hepsi gri, hepsinin sevdiğiniz ya da sinir olduğunuz, tasvip etmediğiniz ya da anlayamadığınız özellikleri var. Özellikle de başrolümüz Bae Ta-mi... Tamamen mantığıyla hareket eden bu karakter yeri geliyor inanılmaz anlaşılmaz bir karaktere dönüşüyor. Kendisi de farkında bunun. Çoğunlukla sinir olacağınız bir karakter kendisi. Cha Hyeon'un ağzından da duyarsak: "Seni neden sevmediğimi biliyor musun? İşte çok hırslı olduğun için değil. Düşüncelerini anlamadığım için." Tam olarak bu. Normalde tutarlı baş karakterler oluşturulmaya çalışırken diziler, yazarın böyle bir risk alması benim hoşuma gitti açıkçası. Bae Ta-mi'nin yaptığı çoğu şey bana doğru gelmese de düşünce şeklini anladım ve öyle kabullendim.

Karakterler özelinde yürüyor dedim ancak dizinin temelinde şu iki konunun çatışmasını izliyoruz: Bir web portalı tamamen özgür bir platform mu olmalı yoksa bu özgürlüğün belli başlı konularda sınırlandırılması mı gerekli? Hala cevabını bulamadığım bir soru bu.

Beni asıl diziyi izlemeye iten karakter Scarlet'ti ama... Bae Ta-mi'nin aşk hikayesi zerre umurumda olmadı, bir yerden sonra da gına geldi zaten çok yorucu biri olduğundan ilişkisi de oldukça yorucuydu. Ama Scarlet... Birçok noktada her ne kadar çıkmazda kalsam ve karşı tarafı anlasam da Scarlet'e daha bir yakın hissettim kendimi. Ve Seol Ji-hwan ile yaşadığı aşırı masum ve tatlı aşk... Keşke daha fazla sahneleri olsaydı. 

Sözün özü, keyifle ve doya doya izlediğim bir dizi oldu Search: WWW. Boş sahne ya da replik yoktu neredeyse. Romantizm odaklı dizi arıyorsanız ana hikayenin biraz yorucu olduğunu söylemeliyim. Yan hikayeler daha doyurucuydu o açıdan. Yaş problemi hoşunuza gitmiyorsa dikkate alın derim, karakterler arası yaş farkı da vardı çünkü. Ana hikayesi ve hayat ile başa çıkmayı 3 kadın üzerinden başarılı bir şekilde aktarması ile benim oldukça beğendiğim bir dizi oldu kendisi.

Diziden birkaç alıntı bırakıyorum:

Bae Ta-mi: "Gençliğimde 38 yaşına gelince mükemmel bir yetişkin olacağımı sanırdım. Her şeyin cevabını bilen ve hep doğru kararlar veren bir yetişkin olacağımı. Ama 38 yaşında neyi fark ettim dersin? Kararım doğru bile olsa sonuç çok iyi olmayabiliyormuş."

Kwon Hae-hyo: "48 yaşında ne oluyor biliyor musun? Dur spoiler uyarısı yapayım. Ne doğru, ne yanlış? Bana doğru gelen başkaları için doğru mu? Bana yanlış gelen başkaları için yanlış olmayabilir. Dürüst bir adam olduğuma inansam da bu hep aklımda. En azından bir kişi benim tam bir pislik olduğumu düşünebilir."

Ah-ra: "Neye bakıyorsun?"

Bae Ta-mi: "Işıklara. Saat 01.00. Ama bu saatte bile bir sürü araba var."

Ah-ra: "Haklısın. Sence hepsi nereye gidiyorlar?"

Bae Ta-mi: "Bazen bu düşünce beni teselli ediyor. Bu saatte ayakta olan tek kişi olmadığımı düşünüyorum. Bu kadar yoğun yaşayan bir tek ben değilim. Zorluk yaşayan bir tek ben değilim. Ben de onlara böyle hissettiriyor olmalıyım. Bu şehirdeki insanlar, başkalarının şanssızlığında teselli bulur."

Cha Hyeon: "Bir gün büyük zorluklar yaşıyorsun. Ertesi gün, büyük bir başarı duygusu hissediyorsun. Sonraki gün yine başarısız oluyorsun ve hayal kırıklığı yaşıyorsun. Ve artık tahammül edemeyeceğini düşünüp iç çekiyorsun. Ama sonra, komik bir şey görüyorsun ve gülüyorsun. Güzel bir şey yiyorsun ve çok lezzetli geliyor. Ve sevdiğin birini gördüğünde mutlu oluyorsun. Sanırım bunlar hep hayatın parçası, değil mi? Ama biliyor musun, bütün bu iniş çıkışlar çok yorucu olabiliyor. Bütün bunlar insanı tüketiyor."

Esen kalın hoşça kalın.

Gifler:


26 Mart 2022 Cumartesi

Dizi Yorumu | Lawless Lawyer

Dizi Yorumu | Lawless Lawyer

Sevdiğim oyuncuların bazı dizilerini beğenmeyince çok üzülüyorum.

Lee Joon-gi de, Seo Yea-ji de beğendiğim oyunculardan. Özellikle Seo Yea-ji... En sevdiğim dizilerden biri olan It's Okay to Not Be Okay'in başrolü kendisi. Lee Joon-gi'yi de Flower of Evil dizisinde izlerken çok beğenmiştim. Ancak ikisinin aynı dizide buluşmasına rağmen çok da iyi bir iş çıkmamış ortaya.

Tabii, bu tamamen benim kişisel görüşüm.

Lawless Lawyer, 2018 yapımı bir hukuki Kore dizisi. Başrollerinde Lee Joon-gi, Seo Yea-ji, Lee Hye-young ve Choi Min-soo yer alıyor. Senaristliğini Yoon Hyun-ho (İşleri: I am Father, The Attorney, Remember: War of Son, Confidental Assignment ve şimdilerde yayımlanmaya başlayan Military Prosecutor Doberman) yönetmenliğini de Kim Jin-min (İşlerinden bazıları: The Liar and His Lover, Extracurricular, My Name ve Goodbye Earth) üstlenmiş. 1 sezon, 16 bölümden oluşuyor. Yine bir Studio Dragon işi. Netflix'te bulabilirsiniz.

Konusu da şu şekilde: Geçmişte ana karakterimiz Bong Sang-pil'in (Lee Joon-gi) avukat olan annesi gözlerinin önünde öldürülüyor ve annesinin de isteğiyle çete lideri olan amcası Choi Dae-woong'un (Ahn Nae-song) yanına kaçan Sang-pil, burada çete üyesi olarak yetişiyor. Ardından da küçükken annesine söz verdiği gibi Hukuk fakültesine girip başarılı bir avukat oluyor ve yıllar evvel ardında bıraktığı Kanunsuz Şehir Kisung'a, annesinin intikamını almak için geri dönüyor. Ana karakterlerimizden diğeri Ha Jea-yi (Seo Yea-ji) haksız karar verdiğine inandığı bir yargıca saldırdıktan sonra avukatlık mesleğinden uzaklaştırılıyor, işini kaybediyor ve bunun üzerine babasının yanına Kisung'a geri dönüyor. Kısa süre sonra Sang-pil ile yolu kesişen Jae-yi, asistan olarak Sang-pil'in yanında çalışmaya ve farkında olmadan Sang-pil'in davasında ona yardımcı olmaya başlıyor.

Hukuki bir dizi olmasına rağmen daha çok komedi tarafında konumlandırdığım bir dizi açıkçası, Lawless Lawyer. Dava ile alakalı kısımlar haricinde tonu bu şekildeydi en azından. Oyuncular fazlasıyla kameraya oynuyor, bazı yerlerde oldukça saçma mantık hataları var. En son 5-10 yıl evvel falan izlediğim dizilerde bu kadar havalı karakterler vardı sanırım; 2018'de yapılan bir dizide karşılaşınca şaşırdım ister istemez. Hikayenin bütün ciddiyetini ve gerçekliğini götürüp yapay bir şeye dönüştürüyor böyle olunca. Mahkeme sahnelerinde ya da antagoniste karşı yapılan şovlara bir yerde tamamım ama kendi aralarında yaptıkları ekip konuşmasında da gerekli gereksiz bir sürü saçma replik ve kameraya oynama sahnesi vardı. Bir noktadan sonra bütün heyecanımı kaçırdı bu durum.

Arka planda dönen türlü yolsuzluk, karaktersiz tonla karakter vardı dizide. Ana antagonisti oldukça beğendim, tek zeki karakter de oydu sanırım. Etrafındaki herkes kendince akıllı işler yapmaya çalışıp çuvallayan kişilerdi. (Bazıları pisi pisine öldü ya, ne diyeyim bilmiyorum. Spoiler olmasın diye kim olduğunu söylemiyorum ama... Ah be abicim, neden yalnız başına takibe çıkıyor, bir de üstüne o eve gidiyorsun? Resmen ölmeye gidiyorsun ama böyle yapınca. Karakterin ölmesini bekliyordum ancak bu şekilde değil. Höf.)

Dizideki ana karakterimizden kadının, Ha Jae-yi'nin konumuna gelelim. Başarılı ve zeki bir avukat olarak konumlandırılan Jae-yi, bazı noktalarda yine "üzülmesin/planı bozmasın diye kendisine haber verilmeyen" dış kapının dış mandalı konumunda kalmış. Başkası adına, onun adına doğru kararı verdiğine inanan karakterler zaten sinirimi bozuyor, bir de üstüne bu kadın karakterlere yapılınca deliriyorum. Öyle çok feminist bir insan değilim ama ekranda mantıklı kararlar verebilen, dışarıda bırakılmayan, hikayeye katkısı olan, edilgen olmayan karakterler görmek istiyorum sadece. Jae-yi öyle değildi demiyorum ama böyle olduğu sahneler de olmadı değil.

Bir de romantik ilişki kısmından bakarsak olaya ikilinin ilişkisi hiç geçmedi bana, çok yüzeysel duran bir ilişkiydi. "Yapalım, aradan çıksın," denmiş. İkisini de bıraksan birbiri için ölecek ama niye belli değil. Yan yana duruyorlar ama sevgililer mi, öylesine iki insan mı belli değil. Var olan sahnelerde duygu o kadar az geçiyor ki kalan sahnelerde normal durmaları gözüme batıyor ister istemez. Zaten dediğim gibi, sürekli kameralara söyleniyor her şey, birbiri ile konuşmuyor karakterler.

Sözün özü, izledim bitirdim ama öyle çok da iyi bir dizi değildi bana göre Lawless Lawyer. Yine izlenir tabii; arka planda dönen olaylar, kötü karakterlerin nasıl alaşağı edileceği falan az çok merak ettiriyor. Ama o kadar. Birçok açıdan yüzeysel kalmış bir diziydi. Üzüldüm.

Esen kalın, hoşça kalın.

Gifler:

12 Mart 2022 Cumartesi

Dizi Yorumu | Mr. Sunshine

Dizi Yorumu | Mr. Sunshine


Puff...

Bu yazıyı nasıl yazacağımı bilmiyorum bile.

Mr. Sunshine, Netflix'te denk geldiğim ve kapak görseli beni çok etkilediği için listeme atıp izlerim dediğim bir diziydi.
Normalde herhangi bir diziye başlamadan evvel diziyle alakalı olabildiğince bilgi edinmeye çalışırım, genel bir fikir almak adına. Çünkü diziler -her ne kadar bizimkilerle boy ölçüşemeyecek olsalar da- uzun vakit alan şeyler ve vaktimi yatırdığım şeyin hüsranla sonuçlanmasını pek sevmiyorum.

Mr. Sunshine ile alakalı hiçbir şeye bakmadım. Sadece kapak görseline vuruldum.

İyi bir dizi olduğunu bir şekilde hissettirmiş olmalı ki gerek duymadım bakmaya ve başlamış oldum böylece. Bitirebilmem biraz zamanımı aldı; benim için oturup ard arda izlenebilecek bir dizi değildi çünkü. Her bölümü film tadındaydı ve dolu doluydu, ağır ağır izleyebildim.

Mr. Sunshine, Kim Eun-sook tarafından yazılmış (Kendisi Goblin'in ve The King: Eternal Monarch'ın da yazarı) ve Lee Eung-bok tarafından yönetilmiş, 2018 yapımı bir dizi. Başrollerde Lee Byung-hun, Kim Tae-ri, Yoo Yeon-seok, Kim Min-jung ve Byun Yo-han yer alıyor. 1 sezon ve 24 bölümden oluşuyor, Studio Dragon yapımı.

Konusu da şöyle ki: Joseon'da köle olarak dünyaya gelen Eugene Choi (Lee Byung-hun) hizmet verdikleri soylular tarafından annesi ve babası öldürülünce 9 yaşında, birilerinin de yardımıyla Amerika'ya kaçar ve orada geçirdiği zorlu yılların ardından Deniz Piyadeleri Subayı olur. Uzun yıllar Amerika'da görev yapan Eugene, yıllar sonra bir görev için Joseon'a geri döndüğünde aristokrat torunu olan Go Ae-shin (Kim Tae-ri) ile tanışır ve ona aşık olur. Ancak sınıfsal farklılıkları ve Ae-shin'in aileler arası bir anlaşma sonucu nişanlandığı ve yıllardır görmediği nişanlısı asilzade Kim Hui-seong'un (Byun Yo-han) varlığı aşklarına meydan okur. Çocukken Joseon'dan ailesinin ölümü üzerine kaçmak zorunda kalan ve memleketine karşı hiçbir bağlılık hissetmeyen Eugene'in, Joseon'un bağımsızlığı için savaşan Erdemli Ordu'ya mensup Ae-shin'e duyduğu aşk, hangi safta durması gerektiğini bir kez daha sorgulamasına neden olur.

Konudan da anlayacağınız üzere 1900lerin başında geçen bir dönem dizisi bu. Normalde dönem dizileri, pek izlemeyi tercih ettiğim diziler olmuyor açıkçası. (Ama artık zorunda da kalabilirim zira elimde izleyecek düzgün dizi kalmadı gibi.) Ancak bu dizi farklıydı, öncelikle bunu söylemeliyim. Her ne kadar kurgusal karakterlere ve kurgusal bir olaya sahip olsa da arkaplanı gerçek olaylara dayanıyor. Bazı tarihi karakterler bile yer alıyor dizide, gerçek kimlikleriyle. İşgal altında olan Joseon'un ve halkın, bağımsızlıkları için verdikleri uğraş gerçek bir dille aktarılmış. Dönem bütün sosyal, politik ve psikolojik noktaları açısından bütün çıplaklığı ile anlatılmış. Dönem geçişi ve buna adaptasyon da aynı şekilde.

Dizinin sinematografisinden ve hikaye anlatımından başlamalıyım öncelikle. Bana kadrajları ve renkleriyle Hotel del Luna'yı anımsattı çokça. İzlediyseniz onun da üstüne konularak oluşturulmuş bir görsellik düşünün. Bazı karakterler için kullanılan kostümler [özellikle Glory Hotel'in sahibi Kudo Hina'nın (Kim Min-jung) bütün kıyafetleri enfesti.], mekanlar... Dizi sektörü çok acayip bir yere gidiyor ve bundan da memnunum açıkçası. Özellikle Studio Dragon'ın dizileri. Müzikler ise ayrı bir konu. (Ah, o müzik kutusu... Bu yazıyı da onu dinlerken yazıyorum.)


Karakterler... Uzun zamandır bir dizide bu kadar fazla sayıda karaktere bağlandığımı hatırlamıyorum. (Ve sinir olduğumu... Bütün antagonistler o kadar iyi yazılmıştı ki hepsini kan gölünde boğmak istedim.) Bütün karakterler gri bir düzlemde yazılmış, kendi dünyaları ve hikayeleri ile var olan kişiler. Ve diziye şapka çıkarmak istiyorum bir noktadan ötürü: Kadın karakterler yersiz güçlü karakterler olarak gösterilmemiş. Ne demek istiyorum? Birçok dizide sırf "güçlü kadın" gösteriyor gibi olmak için -ya da beceremediklerinden- çok göze batan karakterler oluşturuyorlar. Bu dizideki hiçbir kadın karakter bana batmadı. Bütün ana karakterler o kadar eşit kurgulanmış ve bu da o kadar başarılı yapılmış ki. (Chef's Kiss yapıyorum şu an parmaklarımla: Müthiş.)

Erkek karakterlere gelince... Üç ayrı adam, üç ayrı karaktere sahip kişi ve üç ayrı aşık görüyoruz. Hepsi Ae-shin'e aşık tabii... (Suçlayamıyorum bile, aşık olunmayacak gibi değil kadın çünkü.) Bu üçlünün ayrı ayrı sahneleri de, birlikte atıştıkları sahneler de ayrı keyif verdi bana. Üçünü de ayrı ayrı bağrıma basasım geldi ama Eugene... Ballı çöreğim benim.

Normalde Kore dizilerine Amerikalı karakterler dahil olunca gözlerime çatal saplamak istiyorum ama bu dizide -birkaç kişi hariç- yabancı karakterler de iyiydi. Özellikle de Eugene'in üstü ve dostu olan Kyle Moore (David Lee McInnis) karakteri.

Eugene ve Ae-shin... İkisini ne zaman izlesem 17 yaşıma geri dönmüş gibi hissettim. Aşkı ilk kez keşfediyormuş gibi... Aşk falan deyince diziden beklentiniz ne olur bilmiyorum ama burada çok saf, ürkek ve derin bir aşktan söz ediyorum ben. Diken üstünde izledim bütün sahnelerini.

Sözün özü, çok çok çok güzel bir diziydi Mr. Sunshine. İlk beşimde yer alıyor benim. Uzun zamandır bu kadar güldüğüm, ağladığım, sinirlendiğim, bazen hepsini bir arada yaşadığım bir dizi izlememiştim. Yeri bende çok ayrı olacak, yıllar geçse de.

[SPOILER] Of. Üzerinden günler geçmiş olmasına rağmen hala gözlerimin doluyor olması normal mi? Finali bitirdi beni, mahvoldum. Karakterler teker teker acı çekti ama ben her biri için ayrı çektim. Sonu karakterler için mutsuz biten dizileri izlemeyi sevmiyorum çünkü perişan oluyorum. Final bölümü üzerimden geçmiş olsa da izlemeye her halükarda değer bir diziydi. Uzun bir süre etkisinden çıkamayacağım ama onu biliyorum.

Sadece o büyük aşkın sonunda tren sahnesinden sonra da Ae-shin'e dair bir şeyler görmek isterdim. Bu Eugene'in hikayesiydi biliyorum ama tek bir sahne yeterdi, ne kadar üzüldüğünü bize hissettiren. Biraz havada kaldı böyle olunca ölümü. [SPOILER]

Esen kalın, hoşça kalın.

Giflerimiz (Gönül bütün gifleri koymak istiyor ama işte):

5 Mart 2022 Cumartesi

Kitap Önerisi | Mecburiyet - Stefan Zweig

Kitap Önerisi | Mecburiyet - Stefan Zweig

Bazen içinden çıkılamaz sorunlarla yüzleşmekten ve doğru cevabı bulmaya çalışmaktansa kendimizi teslim etmek en kolay çözüm haline gelir.

Tıpkı bu kitapta Ferdinand'ın yapmaya çalıştığı gibi.

Mecburiyet adlı bu kısa hikayede Zweig, ressam Ferdinand'ın gözünden savaş döneminin psikolojik ve bireysel etkilerini anlatıyor okuyucuya. "Bir gün askerliğe elverişliğinin tespiti için konsolosluğa davet edildiğinde" savaş karşıtı düşüncelerine rağmen kendisini gitmek zorunda hisseder Ferdinand. Karısının şiddetle karşı çıkmasına rağmen. Koca bir devletle ve onunla aynı görüşte (!) birleşen onca insanla zuhur bulan bir atmosferde özgürlüğü ve görev duygusu arasında sıkışıp kalır karakter.

Savaşın bağrından kaçıp İsviçre'ye gitmiş olan Ferdinand, hücrelerine kadar işleyen aidiyet ve vatani görev duygusundan sıyrılamadığı için katiyen gitmek istememesine rağmen daha haber geldiği anca konsoloslukta bulur kendisini. Karısıyla bu konuyu tartışmış olmasına ve haklı olduğunu söylemesine rağmen. "Ben hiçbir şeyi bir yazı parçasına kurban etmeyeceğim, sonunda öldürmek olan hiçbir yasayı tanımıyorum," diyor Paula, "Herhangi bir makamın bana boyun eğdirmesine izin vermeyeceğim. Siz erkekler, hepiniz ideolojileriniz yüzünden çürümüşsünüz, sizler politika ve etik diyorsunuz, oysa biz kadınlar neyin ne olduğunu hissediyoruz."

Zweig en sevdiğim yazarlardan biri. Çoğunlukla olaylardan ziyade insan psikolojisine değinen ve kendi zihninin içinde oradan oraya dönüp duran karakterlere kitaplarında yer veren bir yazar kendisi. Her kitabı ayrı bir soru işareti bırakıyor okuyucunun avucuna ve ahlaki, psikolojik, sosyolojik her açıdan bir kez daha düşünmeye, var olan düşüncelerimizin her birini sorgulamamıza neden oluyor. 

Ben her kitabını ayrı ayrı okumanız için tavsiye ederim size. Çoğu kitabı okuması kısa, üzerinde düşünmesi uzun hikayeler sunuyor okuyucuya.

Esen kalın, hoşça kalın.

20 Şubat 2022 Pazar

Anime Önerisi | Aggretsuko

Anime Önerisi | Aggretsuko

"Sanırım hepimiz sadece görülmeyi istiyoruz. Kalabalığın içinde kaybolmayı değil. Hayatımızda ilerleyip giderken birinin bizi bulmasını umuyoruz."

Aggretsuko -diğer bir adı ile Aggressive Retsuko- 2018 yapımı bir Japon komedi animesi. 2022 yılı itibariyle 4. sezonu yayımlandı ve önümüzdeki yıllarda bir problem olmazsa da yayımlanmaya devam edecek sanırım.

Animenin yönetmeni ve senaryo yazarı Rarecho'nun yine yönetmenliklerini yaptığı eski animeleri şu şekilde: Ani Ni Tsukeru Kusuru wa Nai!, Chi-Sui Maru, Chickip Dancers, Gakkatsu!, Medamayaki no Kimi Itsu Tsubusu?, Sushi and Beyond. (Honobono Log'un da storyboard'unu çizmiş kendisi.)

Animenin ana karakteri Retsuko, 25 yaşında, Carrier Man Trading Corporation'da muhasebe departmanında çalışan bir Kızıl Panda. Gündelik hayatında yumuşak huylu, ağır başlı ve kibar biri olan Retsuko'nun gizli bir tutkusu var: Death Metal. Ofis hayatında boyun eğdiği birçok sorunu, akşamları iş çıkışı gittiği karaokede bağıra çağıra Death Metal söyleyerek içinden atıyor.

Eğer büyükşehirde yaşıyor ve bir ofiste çalışıyorsanız -ya da en az bir kere bile buna benzer bir ortamda bulunmuşsanız- Retsuko'nun gündelik hayatı ve sorunları size bir yerden tanıdık gelebilir. (Hoş, ofis ortamı bile olmasına gerek yok aslında. Birçok iş yerinde az çok karşılaşılan sorunlardan bahsediyor bu dizi. Sadece tarzı ve adı değişiyordur.) Prim dönemlerinden mobbinge, iş yerindeki arkadaşlık ilişkilerinden iş çıkışındaki gerçek hayatla mücadeleye kadar her şey var bu animede.

Türlü türlü insanı aynı ortamda barındıran ve küçük sorunları ile kendi içinde ayrı bir dünyaya sahip olan ofis hayatını Retsuko'nun gözünden deneyimlemek benim en keyif aldığım şeylerden biri oldu son zamanlarda. Her bölümü yaklaşık 15 dakikadan 10 bölüm yer alıyor her sezonda. Tadında bir uzunluğa ve hikaye örgüsüne sahip.

Gerçekleri gösterdiği için bazılarına bunaltıcı gelebilir bu arada. (Sanki böyle deyince çok ağır ve depresif bir anime gibi geliyor kulağa ama bu tarz sorunları ele alan bir komedi animesi bu, tekrar altını çizeyim.) Kurgusal hayatın o güvenli sığınağından sıyrılıp gerçek hayata döndüğümüzde hepimizin yüzleştiği, yüzleşmeye devam ettiği ve yıllardır anlatılıyor olmasına rağmen hala bir komedi animesinde komedi unsuru haline gelebilen sorunlar bunlar. Ağlanacak halimize gülüyoruz yine her zamanki gibi.

Esen kalın, hoşça kalın.

4 Şubat 2022 Cuma

Dizi Yorumu | Our Beloved Summer

Dizi Yorumu | Our Beloved Summer

Bu şapşal ve aklı bir karış havada rol için Choi Woo-shik'ten başka kim daha uygun olabilirdi, bilmiyorum.

Kışın ortasında çıkan, yazın ve gençliğin sıcaklığını izleyiciye anımsatan Our Beloved Summer, Studio N'nin ilk orijinal dizisi. Kim Yoo-jin tarafından yönetilmiş (Kendisinin harici bir işi var: Drama Stage adlı dizinin "Hi Dorothy" adlı bölümü), Lee Na-eun tarafından da senaryosu yazılmış. Dizinin başrollerinde Choi Woo-shik, Kim Da-mi, Kim Sung-cheol ve Roh Jeong-eui yer alıyor. 2021 yapımı, 16 bölümlük bir romantik komedi dizisi kendisi. Dizinin öncesini anlatan "prequel" niteliğinde bir webtoonu da var efenim, yeni bölümler yayımlanmaya devam ediyor.

Romantik komedi kısmı tam olarak nerede yer alıyor pek anlayamadım açıkçası.

Tamam, çok üstüne gitmeyeceğim. Taehyung'un dizi için OST hazırladığını öğrenince beklentimi o kadar yükseltmişim ki fena yere çakıldım. Tamamen benim hatam. (OST müthiş bu arada, her zamanki gibi.)

Dizinin konusu şöyle: Lise sonda okuyan Choi Ung ve Kook Yeon-soo, okulda gerçekleştirilmek istenen ve en başarılı öğrenci ile en başarısız öğrencinin beraber geçirecekleri bir ayın kaydedileceği bir belgeselde rol alırlar. Birbirleriyle hiç anlaşamayan bu ikilinin rol aldığı belgesel, 10 yıl sonra internette viral olur ve belgeselin yapımcısı devamını çekmeleri gerektiğine karar verip bu ikiliye ulaşmak ister. Ancak bilmedikleri bir şey vardır: Belgeselin çekildiği son gün birbirlerine duygularını itiraf edip çıkmaya başlayan Ung ve Yeon-soo, 5 yıl süren beraberliklerinin ardından çok kötü bir şekilde ayrılmışlardır. Öyle ki bir daha asla görüşmeme kararı alırlar ve eğer Yeon-soo geri dönerse -ayrılan kişi oluyor kendisi- Ung suratına tuz ve su atacaktır.

10 yılın ardından Yeon-soo, belgeselden bağımsız olarak bir iş teklifi sebebiyle Ung'un kapısına gider ve yıllar evvel söz verildiği gibi su ve tuz ile karşılanır.

Şimdi... Bu diziyle alakalı ne söylemeliyim, bilmiyorum. Dizinin genel havası çok hoş olsa da bir eksikliği vardı, ne olduğunu adlandıramıyorum bir türlü.

Karakterlerden gidersek öncelikle Ung'dan başlayayım: Şapşal ve kendi halinde, tek yapmak istediği tembel tembel gölgede uzanmak olan bu karakteri sevdim ben. (Bu dozda bir rahatlık bir yerde rahatsız edici de geliyor tabii, o ayrı.) Çünkü benim ve muhtemelen birçok kişinin de yapmak istediği ve en başarılı olduğu konu bu. Eskisine nazaran bu tarafıma daha az ket vuruyorum ve zorlamanın bir yere götürmediğine inanıyorum. O yüzden dizilerde yer yer böyle karakterler görmek hoş oluyor.

Yeon-soo... İzleyenlerin birçoğu tavırlarını anlamlandıramayacak ve gıcık olacaktır kendisine çünkü ilişki boyunca "sevilen" ve "yoran", günün sonunda da "ayrılan" taraf kendisi. Gereksiz ve yok yere gurur yapan insanlar beni yoruyor açıkçası, özellikle de kurgusal dünyada. İzlerken bazen ekrandan burnuna bir fiske vurasım gelmedi değil. Kendisiyle yer yer benzer özellikler gösteren ben bile bu şekilde düşündüysem başkaları ne yapar, bilemedim. Çok arada kaldım o yüzden Yeon-soo ile ilgili... Bir yanım olgunlaşmanın getirdiği süreçte böyle hatalar yapılabileceği ve günün sonunda nasıl bir insana dönüştüğünü önemli derken bir yanım Ung ile birlikte olmasın istedi. Tabii, ilk yanım ağır basıyor günün sonunda.  Karakterlerin ikisi de mükemmel değildi aslında, bu artı bir şey.

Yan karakterlerinse ne kendi hikayeleri ile ne de varlıkları ve ana hikayeye katkıları ile güçlülerdi. Atlamam diye düşünüyordum ama ne zaman yan karakterler ekrana gelse kendimi sahneleri atlarken buldum. Olmasalardı da olurdu, havada kalmışlar biraz.

Sözün özü, Gurur ve Önyargı'nın hafif modern bir versiyonuna benzeyen Our Beloved Summer, ne çok beğendiğim ne de çok kötü bulduğum bir dizi oldu. Detaylarda verilen karakter özellikleri, sevgi göstergeleri, biraz gerçekçi aşk hikayesi ve mükemmel olmayan karakterleri ile sahne sahne hoş bir diziydi. Ama hikayenin geneline bakınca daha iyi olabilirdi diyorum, ister istemez.

Esen kalın, hoşça kalın.

Küçük tatlı gifler: