Bazen içinden çıkılamaz sorunlarla yüzleşmekten ve doğru cevabı bulmaya çalışmaktansa kendimizi teslim etmek en kolay çözüm haline gelir.
Tıpkı bu kitapta Ferdinand'ın yapmaya çalıştığı gibi.
Mecburiyet adlı bu kısa hikayede Zweig, ressam Ferdinand'ın gözünden savaş döneminin psikolojik ve bireysel etkilerini anlatıyor okuyucuya. "Bir gün askerliğe elverişliğinin tespiti için konsolosluğa davet edildiğinde" savaş karşıtı düşüncelerine rağmen kendisini gitmek zorunda hisseder Ferdinand. Karısının şiddetle karşı çıkmasına rağmen. Koca bir devletle ve onunla aynı görüşte (!) birleşen onca insanla zuhur bulan bir atmosferde özgürlüğü ve görev duygusu arasında sıkışıp kalır karakter.
Savaşın bağrından kaçıp İsviçre'ye gitmiş olan Ferdinand, hücrelerine kadar işleyen aidiyet ve vatani görev duygusundan sıyrılamadığı için katiyen gitmek istememesine rağmen daha haber geldiği anca konsoloslukta bulur kendisini. Karısıyla bu konuyu tartışmış olmasına ve haklı olduğunu söylemesine rağmen. "Ben hiçbir şeyi bir yazı parçasına kurban etmeyeceğim, sonunda öldürmek olan hiçbir yasayı tanımıyorum," diyor Paula, "Herhangi bir makamın bana boyun eğdirmesine izin vermeyeceğim. Siz erkekler, hepiniz ideolojileriniz yüzünden çürümüşsünüz, sizler politika ve etik diyorsunuz, oysa biz kadınlar neyin ne olduğunu hissediyoruz."
Zweig en sevdiğim yazarlardan biri. Çoğunlukla olaylardan ziyade insan psikolojisine değinen ve kendi zihninin içinde oradan oraya dönüp duran karakterlere kitaplarında yer veren bir yazar kendisi. Her kitabı ayrı bir soru işareti bırakıyor okuyucunun avucuna ve ahlaki, psikolojik, sosyolojik her açıdan bir kez daha düşünmeye, var olan düşüncelerimizin her birini sorgulamamıza neden oluyor.
Ben her kitabını ayrı ayrı okumanız için tavsiye ederim size. Çoğu kitabı okuması kısa, üzerinde düşünmesi uzun hikayeler sunuyor okuyucuya.
Esen kalın, hoşça kalın.
0 comments :