Film Önerisi | VOL-İ (WALL-E)

30 Ekim 2016 Pazar

Kitap Yorumu | Siliniş - Tess Gerritsen (Rizzoli & Isles, #5)

Kitap Yorumu | Siliniş - Tess Gerritsen (Rizzoli & Isles, #5)

Siliniş - Tess Gerritsen

Kendini bir rehine krizinin yanlış tarafında bulunca hamile olan cinayet masası dedektifi Jane Rizzoli, hayatının en mutlu saatleri olabilecek süreçte kendini tam bir kâbusun ortasında bulur. İsimsiz, güzel bir kadın, morga ceset olarak getirilir. Fakat Boston'lu tıp uzmanı Maura Isles ceset torbasını açıp baktığında unutamayacağı bir korku yaşar: Ceset gözlerini açar!

Hâlâ hayatta olan kadın hastaneye yetiştirilir, ama tuhaflıklar çok geçmeden ölümcüllüğe dönüşür. Kadın, son derece soğukkanlı bir şekilde güvenlik görevlisini öldürerek hastaları rehin alır... Aralarından biri hamile cinayet detektifi Jane Rizzoli'dir.

Bu şiddet eğilimli, çaresiz ruh kimdir ve istediği nedir? Gergin saatler ilerlerken Maura, Jane'in kocası FBI ajanı Gabriel Dean'le işbirliği yaparak gizemli katilin kimliğini araştırmaya başlar. Federal ajanlar aniden ortaya çıkınca Maura ve Gabriel, sıradan bir rehine krizinden çok daha derinlere uzanan bir olayla karşı karşıya olduklarını anlarlar. Bu gizemin anahtarını sadece silahlı çılgın kadınla kapana kısılmış olan Rizzoli elinde tutmaktadır... 
Tabii eğer hayatta kalırsa.

Merhaba.

Yine bir Tess Gerritsen kitabı benim okuma listeme konuk oldu. Rizzoli & Isles serisi sayesinde tanışmıştım Tess Gerritsen ile, zamanında. Siliniş bu serinin 5. kitabı, seri toplamda 11 kitaptan oluşuyor. (Gidip manyak gibi 11. kitabı diğerlerini bitirmeden okumuş olmama aldırmıyoruz tabii ki.) Zaten seri kitapları arasında -Cerrah ve Çırak hariç- keskin bir olay örgüsü yok. Sadece Rizzoli ve Isles'ın hayatlarında olup biten gelişmeler değişiyor ilerleyen her kitapta, ki bu da çok normal. Ama bu gelişmeler sizi hikayeden koparıp uzaklaştıracak şeyler değil.

Tess Gerritsen'la beraber Tıbbi Gerilim tarzı ile de tanıştığımı söyleyebilirim. Hatta kitaplığımda başka Tıbbi Gerilim yazarı olmayabilir bile. Çok objektif bir yorum yapamayacağım o yüzden lakin Tess Gerritsen'ı yazdığı bu türde iyi yapan en önemli şey üniversitelerde okuduğu bölümler, bana kalırsa. Antropoloji lisansı yapmış olması, Tıp diploması alıp staj görmüş olması yazdığı her hikayede alttan alttan patlar noktada belli ediyor kendisini. Az çok bildiği bir konuda yazıyor ve bence bunu yeteri kadar iyi başarıyor.

Siliniş... Serinin önceki kitaplarına nazaran bu kitapta cinayet biraz daha arka plana atılmış durumdaydı. Vardı lakin hikayenin genelini kapsamıyor, olayların içerisinde barınmıyordu. Siliniş daha çok etrafta gizlice gezinip duran bir gizemi ortaya çıkarmaya çalışan bir kitaptı. Gerilim de kan ve vahşet de diğer kitaplarına nazaran daha normal düzeylerde seyrediyordu. Tabii ki söylediğim bütün bu durumların normal seyirde ilerleyişi kitabı cicili bicili bir kitap haline getirmiyor.

Kitaba başlayıp ilerleme kaydettiğimde bir olay, durup gözlerimi devirmeme ve ağzımı şaşkınlıkla açmama neden oldu: Tecavüz. Özellikle uğraşsam içerisinde tecavüz olgusunu ön yahut arka planda barındıran kitaplarımı bu kadar düzenli arka arkaya dizip okuyamazdım. Dediğim gibi kimisinde arka planda kalmış olsa da bu kitapta hayli yer kapladığını söyleyebilirim. Bu olaylar gerçekten yaşanıyor mu? diye tereddüt etmedim değil açıkçası. Çünkü Tess Gerritsen öyle bir işlemiş ki kuşku duymadan edemiyorsunuz.

Bahsettiğim gibi vahşet, kan ve koşuşturmaca arıyorsanız bu kitapta yer almıyordu bu bahsettiklerim. Bir gizemi çözüyorsunuz Siliniş'te.. Bu durum tempoyu bir nebze düşürüyor gibi olsa da benim Siliniş ile alakalı en sevdiğim nokta Gabriel Dean oldu. [Artık 5. kitaptan söz ediyorum. Spoiler vermem gayet doğal karşılanmalı bence.]

Belli bir yere kadar dışarıdan, belli bir yerden sonra da Rizzoli ile ekip halinde çalışmasını okumak çok hoştu. Rizzoli serisi içerisinde yer alan diğer kitaplarda çok yüzeysel değindiği Rizzoli&Dean aşkına, bu kitapta fazlasıyla değinmişti Tess Gerritsen. [Patoloji uzmanımız Isles'ın her kitapta farklı bir abimize gönlünü kaptırıp gözlerine perde indirmesine hiç değinmeden söylüyorum bunları tabii.] İkisinin bir takım olarak işe koyulması, Gabriel'ın Rizzoli'yi korumaya çalışması, -özellikle de Rizzoli'nin kendisinden- ve her ikisinin birbirilerini kaybetmeye dair duyduğu korkular... Okumak istediğim türden bir şeydi. Bu benim için o durağanlığı alıp götürdü, diyebilirim.

Okumanızı şiddetle önerebileceğim yegâne serilerden kendisi, efendim. Özellikle de Cerrah ve Çırak. Dopdolu bir aksiyon ve ensenizde can bulan tüyler ürpertici bir nefes arıyorsanız serinin bu ilk iki kitabına bir şans verin. Rizzoli&Isles ile tanışın ve gerilimin kucağına bırakın kendinizi.

Puanım 4/5.
Gabriel ona doğru eğilerek gözlerinin içine baktı. "Sen o hastanede kapana kısılmışken benim neler hissettiğimi biliyor musun? Bir fikrin var mı? Çok sert olduğunu sanıyorsun. Bir silah kuşanıyorsun ve bir anda Harika Kadın oluyorsun. Ama yaralanırsan kanı akacak olan bir tek sen değilsin, Jane. Benim kanım da akar. Beni hiç düşünüyor musun?" Jane bir şey söylemedi. Gabriel güldü ama sesi bir yaralı hayvanınki gibiydi. "Evet, baş belasıyım ve seni daima kendinden korumaya çalışıyorum.Ama birinin bunu yapması gerek çünkü en kötü düşmanın kendinsin. Kendini kanıtlamaya çalışmaktan hiç vazgeçmiyorsun. ..."
Esen kalın, hoşça kalın.

p.s. Kapak fotoğrafındaki yazıyı yeni fark eden, Phoenix. Bence göz ardı edebiliriz, hı?

19 Ekim 2016 Çarşamba

Kitap Önerisi | Kuyucaklı Yusuf - Sabahattin Ali

Kitap Önerisi | Kuyucaklı Yusuf - Sabahattin Ali

Kuyucaklı Yusuf - Sabahattin Ali

"Bu manasız ve yabancı hayatta bir tek şeye hakikaten sarılmış, hakikaten inanır gibi olmuştu. Bu da karısı idi. Muazzez'in varlığı Yusuf için büyük, boşlukları dolduracak mahiyette bir şey değildi, fakat onun yokluğu müthişti. Onun bu kadar sebepsiz yere, bu kadar insafsızca Yusuf'un hayatından koparılması çıldırtacak kadar acı idi. Hayatında asıl aradığı şeyin Muazzez olmadığını biliyordu, fakat Muazzez olmadan bunu aramaya muktedir olamayacağını sanıyordu."

Kuyucaklı Yusuf, Türk edebiyatının belki de en romantik kahramanıdır. Hayatın ve insanların zalimliği karşısındaki naif duruşu ile bir yandan trajik bir sona ilerlerken, bir yandan da yaşadığı lirik aşk hikâyesinin kahramanı olarak edebiyat tarihinde yerini almıştır.

Sabahattin Ali büyük romanı Kuyucaklı Yusuf'ta lirik ve romantik bir kahramanın yanı sıra, zalim ve ağulu bir taşra portresini bütün aktörleriyle gözümüzde canlandırır.

Merhaba.

Sabahattin Ali okumaya çoğu kişi belki de Kürk Mantolu Madonna ile başlarken ben Kuyucaklı Yusuf ile başlamayı tercih ettim.

Konusunu biliyordum -neredeyse gidişatına kadar- fakat ne olduysa unutmuşum, bilmeden okumuş gibi oldum biraz. Okudukça hatırladım: Aaa, evet! Böyle oluyordu.

Başlıktan da belli olduğu üzere yorum değil, öneri. Sabahattin Ali okumaya başlayın, eğer hala herhangi bir kitabına elinizi dahi sürmediyseniz. Bu kitabı için konuşursam şu an için, bilinmeyen kelimeler var lakin bunun haricinde anlatımı boğan yahut okuyucuyu kıvrandıran bir dili yok Sabahattin Ali'nin. Dönemin siyasi, sosyal ve psikolojik yapısını yalın bir dille okuyucuya aktarma gayesi gütmüş neredeyse.

Kitabın sonunda Ahmet Oktay'ın Kuyucaklı Yusuf'u anlattığı bir yazı yer almakta. Oradaki bir paragrafı işaretlediğim gibi buraya geçirmek isterdim lakin bu kitabın sonunu söylemem olur. Ben buraya sayfa sayısını bırakayım, okuduktan sonra bakmak istersiniz belki diye. (syf. 219-son paragraf)

Kitabın sonu beklediğim gibi olmadı; en çok da bu kısmına sevindim sanırım. Yusuf'un karakterine ve arayışına uygun bir son olmuş zannımca. Çünkü bütün kitap boyunca aslında ne istediğini ve ne olması gerektiğini ince ince işliyor zaten Yusuf sözlerine, hareketlerine, kitabın sayfalarına. Beklemedim lakin okuyunca Evet, dedim, olması gereken buydu.

Sözün özü hangi kitabı ile olursa olsun Sabahattin Ali'nin parmaklarına uzatın ellerinizi. Özellikle ben bu kitapta Yusuf'tan çok şey buldum kendimde. En azından düşüncelerinde. Alın, okuyun. Belki aynı satırlarda kitabı bir saniyeliğine de olsa kapatır, başımızı yukarı kaldırıp cümlenin suratımıza aniden savurduğu gerçeğin soğuğunu hissederiz.

Puana gerek var mı, bilmiyorum. Yine de yazayım: 5/5.

Birkaç alıntıya yer vermezsem olmaz:
Çocuğun bu metaneti orada bulunanların kalbini parçalıyordu. Zaten, bir felakete sükûn ve itidalle tahammül edenlerin manzarası, o felaket için ağlayıp çırpınanların manzarasından çok daha korkunç ve ezicidir. Kuru ve sabit gözlerin arkasında nasıl bir ateşin yandığı; yavaşça kalkıp inen göğsün içinde nelerin kaynadığı bilinmediği için, insan mütemadi bir ürkeklik ve tereddüt içinde üzülür.
...Yusuf kendini de bu muazzam ve yekpare geceye yapışık sandı ve korkuyla ürperdi. Islak ellerini yüzünde dolaştırdı. Kirpiklerinden yanaklarına yağmur suları süzülüyordu. Yaptığı hareketler ona hiçbir yere bağlı olmadığının şuurunu verdi. Hatta yavaş yavaş etrafından ne kadar ayrı olduğunu, ne kadar uzak olduğunu hissetmeye başladı.Bir an için deminkinin tamamıyla aksi olan bir yalnızlık duygusuyla sarsıldı. ... Göğsünün içinde, bu asırlık ağacın kabuğu gibi, yarıklar bulunduğunu sandı ve gırtlağına kadar bir ateşin çıktığını hissetti. Aman Yarabbi, ne kadar yalnızdı...
Konuşmaya ne lüzum vardı? Bütün güzel laflardan ve hoş insanlardan sıkılan bu mahlukları, birbirlerinin sessiz mevcudiyeti, yorgunluk verecek kadar doyuruyordu.
Esen kalın, hoşça kalın.

7 Ekim 2016 Cuma

Kitap Yorumu | Dünyanın En Şanslı Kızı - Jessica Knoll

Kitap Yorumu | Dünyanın En Şanslı Kızı - Jessica Knoll

Dünyanın En Şanslı Kızı - Jessica Knoll

MÜKEMMEL HAYATI MÜKEMMEL BİR YALANDI.

Ani FaNelli, prestijli Bradley Okulu'nda okurken yaşadığı şoke edici ve aşağılayıcı bir olay yüzünden hayatını yeniden inşa etmek zorunda kalmıştı. Şimdi ise cazip bir işi, pahalı giysileri ve yakışıklı, asil bir nişanlısı vardı; elde etmek için çok uğraştığı mükemmel hayata ulaşmak fazlasıyla yakındı.
Fakat Ani'nin bir sırrı vardı.
Geçmişinden gelen ve hâlâ onun peşini bırakmayan, gün yüzüne çıkıp her şeyi berbat etmesi an meselesi olan, özel ve acı dolu bir sır...
Olağandışı anlatımı ve tahmin bile edemeyeceğiniz şaşırtıcı olaylarla dolu olan Dünyanın En Şanslı Kızı, "her şeye sahip olmaya" çalışan birçok kadının yaşadığı dayanılmaz baskıyı gözler önüne sererken, okuru sivri dili ve acımasız hırsı ile korkunç bir gerçeği gizli tutmaya çalışan, düşündüğünüzden çok daha yüce gönüllü bir kahramanla tanıştırıyor.
Ancak sorun şu ki; Ani'nin sessizliğini bozması, uğruna savaştığı her şeyi kaybetmesine mi neden olacak, yoksa özgürlüğünü kazanmasını mı sağlayacak?

Merhaba.

2015'in En Başarılı Çıkış Romanı olarak tabir edilen Dünyanın En Şanslı Kızı kitabını ancak okuma fırsatı elde edebildim. Arka kapak yazısını da okumamıştım, ne anlattığı hakkında da en ufak bir fikrim yoktu. Birçok platformun çoksatarı olunca insan da beklentisini yükseltiyor ister istemez. Ben yükseltmemeye çalıştım.

[Kapağın güzelliğine bakalım mı biraz? Bizdeki çift katlı kapak fikri de çok hoş olmuş, güzel durmuş.]

Ön kapağında People'ın yazdığı bir not yer almakta: "Kayıp Kız ve Trendeki Kız hayranları bu sürükleyici romanı heyecan verici bulacak." Kayıp Kız'ı okumadım ama Trendeki Kız'ı okudum. Kitabın Trendeki Kız ile olay örgüsünün ilerleyişi açısından bir benzerliği bulunmuyor açıkçası. İki kitabın da ana karakteri okuduğumuz diğer kitaplara göre farklı kalıyor, evet. Ama Trendeki Kız'da bir gizemi çözmeye çalışırken Dünyanın En Şanslı Kızı'nda bir sırra ulaşmaya çalışıyorsunuz. [Hoş çok da sırlık bir durum hissetmedim ben kitabı okurken, bilmiyorum. Sır denen şeyi ilerleyen sayfalarda okuyorsunuz zaten. Ne bu sır, Allah aşkına? diye feryat etmiyorsunuz yani.]

Ana karakterimiz TifAni FaNelli (Kendi deyimiyle Ani) her şeye sahip olmaya ve basamakların üst sınırına ulaşmaya çalışan biri. İyi bir işi, iyi bir eş adayı var ve iyi olanaklara sahip. Uzun zamandır olmak istediği yere ulaşıyor fakat herkesin hayatında sorunlar vardır. TifAni'nin de kendisine göre sıkıntıları var. Ve tabii geçmişinden gelen büyük sırrı...

Bu sırrı okuduğum vakit açık söylemek gerekirse TifAni'ye üzülemedim. Evet, tam anlamıyla bunu istememiş olsa da az çok amaçladığı buydu. (Kendi düşüncelerinden yola çıkarak belirtiyorum bu yorumu.) Elbette yaşadığı olayı haklı çıkarmıyor bu. [Sorunlu karakterlere olan zaafımı biri durdursun, lütfen.]

Kitabın sonuna doğru yaşadıklarını ve istediklerini sorguladığında çok umudum olmasa da bir şekilde istediğini yapacağını sandım fakat yapmadı. Daha doğrusu yapamadı. Kitabın son cümlesini okuyup sayfayı çevirdiğimde ufak bir şok yaşadığımı söylemem gerekiyor sanırım. Burada mı bitti?!

Üzerine çok düşünmediğimden genel anlamda beğendiğim bir kitap oldu. Dediğim gibi kitaba başlarken yapılan bu övgülere kulaklarımı tıkayıp başladım. Ana karakterin kafası da kitabı beğenmemde etkili oldu. [Trendeki Kız'ın Rachel'ını sevmediyseniz bir defa daha düşünün bu kitaba başlarken.] Ama bu kadar.

Okuyun diyebilirim lakin ısrar etmem. Bir şeylere değinmeden en çok bu kadarını söyleyebilirim sanırım. Beklentilerinize göre değişir bu kitabı nasıl bulacağınız. Yüksek tutmazsanız okurken az biraz keyif alacağınız, farklı bir karakterin kafasına yerleşebileceğiniz bir kitap olabilir.

Puanım 3/5.

Alıntılara yer veriyor, ayrılıyorum:
...Hemingway, romanlarının sonunu sadece silmek için yazardı, böylece hikayenin güçlendiğine ve okuyucunun o son manevi kısımdaki hayaleti sezeceğine inanıyordu.
Benim Bradley'de öğreneceğim en şaşırtıcı ders olacaktı bu: Sadece nihayet güvende olduğunda çığlık atarsın.
Çünkü yirmi sekiz yaşındaysanız ve Tribeca'da kapısında güvenlik görevlisinin olduğu bir apartmanda yaşıyorsanız, taksiden ayağınızda Giuseppe marka ayakkabılarınızla iniyor, adı Luke Harrison olan biriyle Nuntucket'ta düğün planı yapıyorsanız, basamakları tırmanıyorsunuz demektir. Yirmi sekiz yaşına geldiğinizde bekârsanız ve Nell gibi görünmüyorsanız, elektrik faturanızı ödeyebilmek için aynı ayakkabıları eBay'de satmaya uğraşıyor olurdunuz ve Hollywood sizi anlatan acıklı filmler yapar. 
Hadi esen kalın, hoşça kalın.