Film Önerisi | VOL-İ (WALL-E)

24 Aralık 2016 Cumartesi

Kitap Yorumu | Kan ve Tuz - Kim Liggett (Blood and Salt, #1)



KAN VE TUZ...

Ash Larkin'in annesinin, uzun süredir kaçtığı ruhani halkına geri dönmeden önce ağzından çıkan son kelimelerdi. Annesini arayan Ash'in yolu Quivira'ya düştüğünde, zamanın ötesindeki bu kasabada uğursuz ve kadim bir şeylerin varlığı onu tutsak etmişti.

Ash bir yandan, atalarından kalan, kavuşamayan âşıklarla ve ölümle, simyayla ve ölümsüzlükle bezenmiş anılarla başa çıkmaya çalışırken, bir yandan da sırlarla dolu ve kan bağıyla yasaklanmış Dane'den uzak durmaya uğraşıyordu.

Bu esnada Quivira halkı 500 yıldır süregelen bir törene hazırlanırken, Ash sadece annesini kurtarmak için değil kendisi için de savaşmak ve çok geç olmadan Quivira hakkındaki gerçekleri ortaya çıkarmak zorundaydı. Tamamen kan ve tuzla sarıp sarmalanmadan önce...

Merhabalar.

Kan ve Tuz kitabının ilk önce adına vurulmuştum. Elime aldığım vakit ise iç kapağına ve ayracına da ayrı olarak vurulduğumu itiraf etmeliyim. Kuzguna karşı olmasa da kargalara karşı ayrı bir zaafım var. [Neticede kuzgun da bir karga.] Ve bu durum kitabın -benim için- 1-0 önde başlamasına neden oldu.

Kapağın bizim olan versiyonunu daha çok beğendim. İç kapağı, bölüme giriş sayfaları... Kitabın genel anlamda tasarımına karşı gösterilen bir özen ve titizlik durumu hakimdi. Bu da çok hoşuma gitti, bu işlerin içerisine yeni girmiş biri olarak. İçeriği kadar görselliği ile de doyurmalı çünkü bir kitap, bana göre.

Şimdi, öncelikle bu Blood and Salt serisinin ilk kitabıymış. Mış diyorum çünkü bilmiyordum. Tek kitap olduğunu düşünmüştüm ben. Seri kitaplarını bekletip seri tamamlanınca okumayı daha çok seviyorum ben. Devam kitaplarını beklerken hevesimi ve ilgimi kaybediyorum, hiç hoş bir şey değil bu tabii. Yıllarca beklemek anlamına geliyor bu çünkü.

Kan ve Tuz, paranormal bir genç yetişkin romanıydı, genel tabiri ile. Ana karakter Ash'in orada burada ayak bileklerinden halat ile asılmış kadın siluetleri görmesi durumu var ve kitap da bu şekilde başlıyor zaten. Bunun ardından gelişen bütün olaylar da bu durumun ışığında ilerliyor.

Yazarın dilini de, kimi bölümlere yerleştirilmiş şiirleri de beğendim. Ben bu tarz dilleri okumayı seviyorum sanırım, bilmiyorum. Ash'in aile soyağacına işlenmiş olan geçmiş, Simya'ya kadar uzanıyordu. Alt yapısı tatmin etti beni. Çok da bilgim olmadığı için konu ile alakalı, atmalı tutmalı yorum yapmak istemiyorum.

Karakterlere gelirsem ana karakter olan Ash'i, kitabın başlarında tam anlamıyla anlayamadım. Yani o karakter geçişlerinin arasındaki meseleyi kavrayamadığım için Ash'in karakterine has özelliklerden biri olduğunu düşündüm açıkçası. Bunun haricinde o trans durumundaki hallerini de, kendi halini de beğendim. 2 erkek var kitapta, kızımızın ilgilendiği ve kızımızla ilgilenen.

Ben tek eşlilikten yanayım.

Keskin olmasa da bir aşk üçgeni durumu vardı ortada ister istemez. Her ne kadar Ash'in ilgilendiği kişi belli olsa da 2. erkek durumu beni her zaman sıkıntıya sokuyor. [Bu yazarın aktarımına göre de değişebiliyor tabii.]

Erkeklerden biri Dane. Ash ile aralarında muhteşem bir çekim var ilk sahnelerinde. Öyle ki "Yandı buralar, alev aldı," durumu falan oluştu herhalde, dedim bir an. Sonra başka bir sahne oldu ilerleyen sayfalarda. Ve şak diye gitti o aradaki elektrik. Yani bendeki gitti en azından. Beklentim tepelere çıkmıştı, sonra da böyle sülük gibi yere yapıştı. Dane karakteri umduğum gibi çıkmadı neticede. [Ama yine de #TeamDane.] Diğer çocuk olan Carter'a hiç değinmiyorum bile. Bana göre olmasa da olurdu. Hatta olmasa daha hoş olurdu.

Genel olarak söyleyebileceklerim bunlar. Serinin 2. kitabını da muhtemelen alacağım. [Unutmazsam.] Bana göre yerinde ve okunabilir bir kitaptı. Herkese hitap edebilen bir kitap değildi tabii, kimi beğenmemiş mesela. Absürt karakterlere ve hikaye ilerleyişine karşı zaafım olduğundan muhtemelen bunlar. Birkaç eksiği de kabul edilebilirdi bu sebepten benim için.

Puanım 4/5.

Alıntı serpiştiriyorum küçük küçük şuraya:
"Âşık olduğun zaman... Derin bir okyanusa yüreğinden bir parça söküp atmış gibi hissedeceksin. Seni sarıp sarmalayan tek şey kan ve tuz olacak." 
Hırıltılı soluklarını duyuyorum. Ve hissediyorum o heybetli korkusunu. Hışırdıyor yapraklar, hayat paramparça oluyor ama o, bana yaklaşıyor. Titreyen ellerinden alıyorum feneri. Tenini okşuyor gözlerim, her ayrıntısını zihnime kazıyor.
"Bazıları insan olabilmenin en iyi yanının bilmemek olduğunu söyler. Aldatılmayı istemek doğamızda vardır. At gözlüğü takmaktan hiç vazgeçmeyiz. Yanılsama, masumiyetimize tutunma çabamızdan başka bir şey değildir. Bunu gerçekten senden koparıp almamı istiyor musun Ashlyn?"
"Nereye bakıyorsun, elindeki ne?" "Işık." "Ben hiçbir şey görmüyorum," diye yanıtladı. "Görmüyor olman onun var olmadığı anlamına gelmez," diye fısıldadım. Hissettiklerimi göremiyor, hatta hissedemiyor olması beni üzmüştü.
"Başka yolu yok. Atılan her büyük adımın taşlarını kurbanlar dizer."
Sevgilerle.

Paylaş :

Facebook Yorumlar

2 yorum :