Film Önerisi | VOL-İ (WALL-E)

22 Nisan 2017 Cumartesi

Kitap Yorumu | Audrey'yi Bulmak - Sophie Kinsella

Kitap Yorumu | Audrey'yi Bulmak - Sophie Kinsella


Merhabalar.

Alışverişkolik Serisinin ÇokSatar Yazarı'nın ilk gençlik romanı Audrey'yi Bulmak karşınızda. Ta-ta-ta-tam. Sophie Kinsella'nın Alışverişkolik Serisi'ni okumadım, okumayı da düşünmüyorum şu an için. Fakat Bir Alışverişkoliğin İtirafları filmini izledim, bundan yıllar önce. 2 kere falan izlemiş olabilirim, öyle hoşuma gitmişti film. Audrey'yi Bulmak kitabını elime alıp aynı isimle karşılaşmış oldum yıllar sonra.

Böyle kapağından, renklerinden bile tatlı bir şeyler okuyacağınızı anlıyorsunuz ilk bakışta. Evrenin Ötesi serisinin son kitabını bir ay elimde süründürünce -bunun kesinlikle kitap ile bir alakası yok- Reading Slump denen zıkkımdan beni kurtaracak bir kitap okumalıyım, dedim. İyi ki de demiş ve bu kitabı seçmişim. Böyle asılarak çıkardı beni o kuyudan.

Ana karakterimiz Audrey ve kendisinin "minik" birkaç sıkıntısı var. Sorunu: Sosyal Anksiyete Bozukluğu. Ama kitap size bunu tıbbi adıyla söylemiyor ya da muhabbet içerisinde falan vermiyor. Sadece durumu anlatıyor ve bariz zaten, öyle çok da üzerinde düşünülmesi gereken, abidik gubidik isimli bir hastalık olmadığını anlıyorsunuz. [Şu an 6 yıllık eğitimime abidik gubidik dedim ya, daha ne konuşsam boş sanırım.]

Audrey'yin bu sorununu ne denli iyi yansıtmışlar, bilemiyorum. Çünkü sıkıntıları tam anlamıyla yaşamadan bilemezsiniz. Ama beni irite etmedi, saçma da gelmedi. Olayın gerçek belirtilerinden ve sonuçlarından sıyrılarak bakacak olursam da iyi işlenmişti, diyebilirim. Bütün süreci iyi vermişlerdi. Kimi Ne yani, çocuk mu düzeltti onu? Kendi kendini kurtaramıyor muydu? falan diyebilir, bu şekilde düşünebilir, bir şey diyemem. Ama iyileşme süreci her şekilde kişiye bağlı zaten. Bazen küçük bir fitil gerekiyor bunun için, o kadar. [Ben de sanki varsayım yapıyorum... Goodreads'te yazmış biri, bu ne böyle, diye. Ben de ona dolaylı yoldan şey ediyorum işte. Şşş.]

Zaten kitabın ciddiye alınma derdi yok gibi geldi bana.

Okuyucuya bu psikolojik sıkıntının dipsiz kuyularını, sebeplerini, sonuçlarını öyle derin derin anlatmaya çalışmamış. Herkesin günlük hayatta hissedebileceği anksiyeteyi okuyorsunuz en nihayetinde. Böyle bir hastalığınız olmayabilir lakin Audrey'yin hissettiklerinden bazılarını siz de hissediyorsunuz zaten günlük yaşantınızda.

Kitabın ön planda olan özelliği: Absürtlüğü. Normal bir absürtlük olarak da tanımlayabilirim aslında.

Çok güncel bir kitaptı çünkü.

League of Legends göndermesinden -sanırım, benim aklıma direkt LoL geldi- oyun bağımlılığına, haberlere inanma alışkanlığından ebeveyn problemlerine kadar güncel olan her şeye değinmiş, Kinsella. Kurgunun içerisine girip kabul görmeyi beklemiyorsunuz yani. Fazla tanıdık bu aile, hemen oturma odanızda oturuyorlar kendileri. [Belki daha sakin olanları.]

Sözün özü, gerçekten eğlenebileceğiniz, bir çırpıda okuyup bitirmek isteyeceğiniz bir kitap arıyor, Reading Slump denen meretle boğuşuyorsanız en yakın kitapçınızdan ISRARLA isteyiniz. Ya da en yakın kitap alışverişi sitenizden. Çıtır çerez, tatlı mı tatlı bir kitaptı kendileri.

Puanım 4/5.

Alıntılar:
Aman Tanrım. Annem delirdi. Normal anne deliliği değil. Ciddi ciddi delirdi. Normal anne deliliği şöyle bir şeydir:Annem bir gün durup dururken, "Daily Mail'de bir glütensiz diyet okudum.Hadi hep birlikte onu yapalım," der ve üç tane glütensiz ekmek alıp gelir. Tadı öyle iğrençtir ki içimiz almaz. Ailece greve gideriz ve annem sandviçini çiçek tarhına saklar. Bir hafta sonra glütensiz diyet unutulur gider. Ama bu seferki çok farklı. Ciddi ciddi delilik.
Annem artık LOC'un ne olduğunu biliyor. Ve Kofi Annan'a göre "Bilgi güçtür." Fakat Leonardo da Vinci'ye göre de "Bağrışmanın olduğu yerde gerçek bilgi yoktur," ve bu bizim eve daha çok uyuyor. (Lütfen benim öyle çok okuyan biri olduğumu falan sanmayın. Annem geçen ay bana bir aforizmalar aldı, televizyon izlerken arada sayfalarını karıştırıyorum.)
Ama cümlenin ortasında susmak insanların yapabileceği en kötü şey. Tam anlamıyla pasif agresif çünkü söyleyecekleri hiçbir şeye itiraz edemiyorsunuz. Söyleyeceklerini düşündüğünüz şeylere itiraz etmeniz gerekiyor. O zaman da inkar ediyorlar. Cümle Ortasında Susma Kraliçesi annemdir. Yani bunda resmen bir uzman. Alın size son zamanlarda yaptıklarından bazı örnekler... (...) 2. ANNE: Sana yüz yıkama jeli aldım. Bak, özellikle genç cilt tipine uygunmuş. BEN (etiketi okuyup): Problemli ciltler içinmiş. Sence benim cildim problemli mi? ANNE: Tabii ki hayır, tatlım. Ama kabul etmelisin ki bazen biraz... Cümle Ortasında Susma. BEN: Ne? Kötü mü? İğrenç mi? Kafama poşet geçirip mi dolaşmalıyım? ANNE: Aşırı tepki gösterme, Audrey. Öyle demeyecektim.
Evde yatağıma uzanıyorum. Hiç kıpırdamadan yatıyorum. Ev sessiz, perdeler kapalı ve kulaklıklarım takılı. Üç saat boyunca öylece kalıyorum. Bazen kendimi bir telefon gibi hissediyorum ve şarj olabilmemin tek yolu bu. Dr. Sarah vücudumun bir tür adrenalin roller-coaster'ında olduğunu söylüyor. İşte bu yüzden mutlak bir stres halinden mutlak bitkinliğe geçiyormuşum. Arası yok. 
Esen kalın, hoşça kalın.

17 Nisan 2017 Pazartesi

Kitap Yorumu | Golem ve Cin - Helene Wecker

Kitap Yorumu | Golem ve Cin - Helene Wecker


Merhabalar.

Golem ve Cin, Goodreads'te yer alan 4.1 ortalamayı hak eden, beklentilerimi karşılayan bir kitaptı benim için. Şu an kara kara neyi nasıl yazacağımı düşünüyor olsam da bir şekilde yazacağım. Temel olarak Musevilikteki Golem ile Hristiyanlıktaki Cin'in birbirleriyle ve insanlarla olan ilişkilerini işleyen bir kitap kendisi. [Adını ilk duyduğumda dinimizde yer alan Cin kavramını ele aldığını sanmıştım tabii, tam olarak öyle değilmiş.] Çoğu şeyde olduğu gibi bu meselede de farklılıklar yer alıyor zira bizim bildiğimizden biraz daha farklı bu Cin.

Golem, işlevine göre oluşturulan kilden varlık; en basit tabiriyle bunu söyleyebilirim. Adı, Havva. Musevi kültürünün efsanelerinden biri. Cin'e gelirsek kendisinin şekli yok, çölde yaşamını sürdürüyor, çoğunlukla yalnız takılıyor. Kendi türü ile arada sırada iletişime geçiyor. Adı, Ahmed. Demir, en azılı düşmanlarından. Bu tarz özellikleri var işte kendisinin, diğerlerini söylemeyeyim.

Kitaba gelirsek Golem ve Cin karşılaşana kadar kitabın üçte birini bitiriyorsunuz neredeyse. En başta ikisinin de hayatlarını, mücadelelerini ayrıntılı olarak okumak hoşuma gitse de bir süre sonra Öeh! diye isyan ettim. [Baya iğrenç isyan ediyormuşum yalnız. Sabırsız biri olduğum anlaşılmıştır artık sanırım?] Golem ve Cin'den çok yan karakterleri okudum kitap boyunca. Tamam, her birinin önemi vardı, hiçbir karakter boşa oluşturulmamıştı. Ama 640 sayfa olunca da içim bayıldı be kardeşim.

Kitabın detaylı işlenmesinden şikayetçiymişim gibi oldu böyle söyleyince de lakin öyle değil. Fazla detay vardı, bu kötü bir durum değil. Sadece yoruldum okurken. Ama dediğim gibi hiçbir bilgi, hiçbir cümle, hiçbir olay boşa gitmiyor. Bu dediğim kenarda köşede dursun.

Karakterler... Kitapta bir karakter var, Allah affetsin suratına kürekle girişmek istedim; yalan yok. Ben kurgusal karakterlerin haddinden fazla meraklı olanlarını sevmem, tiksinirim baya kendisinden. Böyle gidip başka karakterin işine burnunu sokar, çomak sokar... sokar da sokar yani. Hah, bu karakter de öyle. Öf, aklıma geldikçe deli oluyorum. Kitabı okurken kanser etti beni. Kitapta baya bir yer ediniyor kendisi. [Kitap onun için yazılmış neredeyse.] Olmasa muhteşem olurdu benim için ama öyle de olmazdı tabii, biliyorum. Maalesef her gıcık olduğum karakteri bir köşeye fırlatamam. Hem bu kadar sinir olduysam yazar iyi bir iş çıkarmış demektir. O da alıp kundaklara sarayım diye oluşturmadı o mendeburu. Höf, kundağı batasıca. [İyi kustum ne varsa, okur okur rahatlarım artık.]

Cin'e bayıldım. Cin'in çalıştığı dükkandaki patronu Arbeely ile olan ilişkisine bayıldım. Olayları ve karakterleri biraz da olsa günümüze yakınlaştıran Ahmed'di bence. Çünkü diğer türlü 19. yüzyılın New York'unu ve insanlarını okuyorsunuz. Golem, yani Havva da tabiatına uygun olarak hafif soğuk bir karakterdi. Ahmed'de ahlak namına pek bir şey bulunmazken Havva, Ahmed'in tam zıttıydı. Ya aslında çoğu bakımdan birbirlerine taban tabana zıt karakterlerdi, en güzel olan yeri de burası. Bu iki zıt karakterin nasıl birbirlerini kabullenip bağlandıklarını okuyorsunuz.

Wesley Allsbrook [Bu muhteşem çalışmayı da bulunca hemen kaptım, paylaşayım dedim. Daha güzel çizilemezdi.]

Fantastik kurgu seviyorsanız şüphe duymadan alıp okumanızı tavsiye ederim. [Alır da okursanız finalde falan bir de siz tükürün o mendeburun suratına, olur mu? Teşekkür ederim.] Fantastik bir dünya haricinde dinsel sorgulamalara, ahlaka, iyiye kötüye, kadere de değiniyor kendisi. Sadece efsanelerini almamış, Helene Wecker. Temelinde yatan ne varsa toplamış öyle yazmış. 3 büyük dini içeriyor bir şekilde.

Hadi bir küçük bir bilgi vereyim, bilmeyeniniz varsa diye. Golem ve Cin'in 2. kitabı 2018'de geliyormuş. Adı da Demir Sezonu olarak geçiyor. 1. Dünya Savaşı döneminde geçiyormuş, Havva ve Ahmed'in hikayelerinin devamı niteliğindeymiş. Kendi türlerinden diğer varlıklarla karşılaşıyorlarmış fakat artık insanlar ile olan yakın bağları onları değiştirmiş, bunu fark ediyorlarmış. Goodreads'te kitabın açıklama kısmında yazan bu. Nasıl bir şey çıkacak ortaya, merak konusu. Beklemedeyiz.

Puanım 4/5.

Alıntılara geçelim:
Titremeye başlasa da aldırış etmiyordu. Döndü ve suyun kenarında yükselen şehre baktı. Gökyüzüne değen muazzam dikdörtgen binalara ve kusursuz cam bölmelere sahip pencerelere baktı. Kervandaki adamların anlattığı Şam ve Kudüs gibi büyüleyici şehirlerin de New York kadar şaşırtıcı ve dehşet verici olup olmadığını düşündü. Ölümcül bir okyanusla çevrili, hiç bilmediği bir yerde mahsur kalmış ve zayıf, kusurlu bir bedenle kısıtlanmış gibi görünse de en azından keşfetmeye değecek bir şehirdeydi artık.
Yağmur şehri değiştirmişti. Kaldırımlardaki pislikler temizlenmişti, berrak su birikintilerinin üzerine gaz lambalarının yansıması vuruyordu. Gerilmiş tentelerin üzerini gürültüyle döven damlalar oluklardan şelale gibi dökülüyor, neredeyse bomboş olan caddelere karışıyordu. Vakit gece yarısını çoktan geçmişti. Gidecek bir yeri olmayan evsizler, yeraltındaki viranelere ve apartman girişlerine sığınmıştı. Cin ise New York'un sokaklarında tek başına koşuyordu.
Sokaklardan birinin aşağısından gelen tuhaf bir ışıltı çarptı gözüne. Havada süzülen bir ışığa benziyordu. Heyecanla olduğu yerde dikilip baktı. Işık ona doğru geliyor gibiydi. Biraz yaklaşınca bunun ışık değil, bir erkeğin suratı olduğunu fark etti. Kendisinden bile uzun boylu, şapkasız bir adamdı. Kısacık kesilmiş siyah saçları vardı. Yüzü ve hatta elleri bile tülle örtülmüş bir lamba gibi sıcacık bir ışıkla parlıyordu. Golem gözlerini ondan alamıyordu.
Cin "Bana öyle bakıp durmana gerek yok" dedi kesik bir sesle. "Merak etme, ölmeyeceğim." "Neden şapka giymiyorsun ya da yanında şemsiye taşımıyorsun?" "Çünkü ikisi de beni deli ediyor." "Bütün cinler senin gibi böyle dik kafalı mı olur?" Cin gülümsedi. "Çoğu böyledir. 
 (...)"Onu bir daha hiç göremeyeceğim için üzülüyorum" dedi Golem. "Zaten çok az kişi tanıyorum, onlar da bir bir yanımdan ayrılıyor. Sanırım hayat böyle bir şey." Öyle içten söylemişti ki bunu, "Olsun" dedi Cin, "bak, benim bir yere gittiğim yok."
Esen kalın, hoşça kalın.

10 Nisan 2017 Pazartesi

Seri Yorumu | Şeftali Kokan Bir Yaz / Sırlar / Bir Aşk - Jodi Lynn Anderson (Peaches Serisi)

Seri Yorumu | Şeftali Kokan Bir Yaz / Sırlar / Bir Aşk - Jodi Lynn Anderson (Peaches Serisi)


Merhabalar.

Şeftali serisini zamanında görmediğim platform kalmadı muhtemelen. Her yerde görünce insanda "Bu güzel!" ve "Bunu almalıyım!" psikolojisi gelişiyor ister istemez. En azından kitaplarda. Ben de Şeftali serisini böylece almış bulundum. Geçtiğimiz Aralık ayında okumaya karar verince de bir ön yargı oluştu bende nedense; Ben bu seriden o kadar hoşlanmayacağım muhtemelen, diye. Ardından seri ön yargımı buldozerle falan yıktı. Şu anda da 2016 Hatırlanacaklar Listemde üst sıralarda yer alıyor. [Ve hayır, öyle bir listem yok.]

Ya... öncelikle, serinin kapak tasarımlarının muhteşemliğinden bahsedebilir miyim? Of, orijinal kapaklar olsa muhtemelen daha az ilgi çekerdi. Gülşah Alçın Özek efenim, kapak tasarımını yapan kişi. Çok da güzel çizimleri var kendisinin zaten; ismini yazarak bulabilirsiniz çalışmalarını. Sadece bahsetmezsem ayıp edermişim gibi hissettim, özellikle de kitapları elime aldığım her seferinde çizgilerine kadar incelediğimi düşünürsek.

Bize 10 yıl sonra gelmiş olsa da kendisi eski bir seri aslında. [2010 yılında İlyada Yayınları tarafından basılmış Şeftali Bahçesinin Sırrı diye bir kitap daha var lakin ne anlattığını bilmiyorum.] Yazar genel olarak fantastik çocuk kitapları yazmış olsa da değindiği çok tür var: hayaletler, peri masalları, ejderhalar... Bu türdeki kitaplarını bilmem ama Şeftali serisinde benim için iyi bir iş ortaya koymuş. [Evde kara kara düşünüyor, değil mi? Phoenix beğendi mi acaba? diye. Püf.]

Arkadaşlıktan aşka, aile ilişkilerinden kişisel gelişime... her şey vardı bu seride. Bu kadar dolu olacağını ve bu doluluğun da boş olmayacağını beklemiyordum ben. 3 şirin kitaba hayatın çoğu gerçeğini sığdırmıştı Anderson. Güllük gülistanlık bir evrenden ziyade her gün karşılaşabileceğiniz olaylara indirgenmiş bir evrendi barındırdığı. 3 ayrı kişilik, 3 ayrı hayat var seride. Birinden birine yakın hissediyorsunuz bir yerde, yahut birkaçında buluyorsunuz kendinizi. [El kaldırıyorum, Murphy. Teşekkürler.]

Murphy, Leeda ve Birdie... Şeftali serisinin ilk kitabında -Şeftali Kokan Bir Yaz- bu 3 karakterin aslen bir araya gelişini okuyorsunuz. Aslen diyorum çünkü birbirlerini tanımıyor değiller. [Murphy ve Leeda aynı dersleri alıyor, Birdie ve Leeda da kuzen.] Ama yakın değiller birbirlerine. Murphy bir ceza, Leeda da zorunluluk sonucu Birdie'nin bulunduğu şeftali bahçesinde geçirmek zorunda kalıyorlar yazlarını. [Ya da sömestr tatillerini. Hatırlamıyorum şimdi, bakmaya da üşendim.] Böylece başlıyor hikayeleri. [İlk başta Ne kadar çabuk kaynaştılar yahu, diye düşündüm fakat sonradan fark ettim ki 3 ayı aynı yerde geçiriyorlar. Ne çabuk dediğim de ilk kitabın sonuna doğru falan. Benim çabuk kavramım...]

İlk kitap tanışmalarını, birbirlerinin sınırlarını keşfetmelerini, birbirlerini bulmalarını, kenetlenmelerini ve aldıkları darbeye rağmen doğru olanı yapmaya çalışmalarını; ikinci kitap -doğum sancısı gibi- arkadaşlıklarının sancılı sürecini; üçüncü kitap da aşk hayatlarını düzene sokmalarını anlatıyor. Tabii bunlar haricinde başka birçok noktaya da değiniyor. 3. kitap sadece aşkı anlatmıyor mesela... Gibi.

Seri ile alakalı ne söylesem spoiler olmayacak çünkü öyle büyük olaylar yok seride. Sır mır falan diyor ama öyle büyük bir sır da yok. Kitap da çok durağan, eğer merak ediyorsanız. Seri ile alakalı en çok sevdiğim şey de bu işte: durağan. Seriyi okurken rahat bir nefes alıyormuş gibi hissettim, üç karakter de günlük hayatımdan tanıdığım insanlarmış gibi geldi. Yormadı beni seri, yani.

Beklentinizi büyütüp başlamayın seriye kesinlikle. Kitapları elinize aldığınızda şeftali bahçelerine doğru yapacağınız bir yolculuk olacak ve şehrin gürültüsünden ve boğuculuğundan uzaklaşacaksınız. Çünkü şahsen ben bunaldığım vakitlerden birinde seriyi tekrar baştan okumayı planlıyorum.

Aksiyon, ihanet, dram gibi duyguları üst noktada yaşamak istiyorsanız birkaç adım geri çekilin ve bir kez daha düşünün. Çok fazla bir şey beklemedim seriden fakat umduğumdan fazlasını verdi bana. Teşekkürler, Anderson.

Birkaç alıntı bırakıyor, kaçıyorum:
Eski arkadaşlarımla takılmaya başladım ve hiçbiri bana senin yaptığın gibi kazık atmıyor, hatalarımı yüzüme vurmuyor ve bazen ne kadar da takıntılı bir kas kafa olduğumu söylemiyor. Hepsi kusursuz olduğumu düşünüyor. En azından bana söyledikleri bu. Ama bu çok sinir bozucu. Yine de sen de çok sinir bozucu olabiliyorsun. (...) Yine de seninle eski arkadaşlarım arasındaki fark şu ki onlar boktan şeylere önem veriyorlar. Ama sen her şeye rağmen yalnızca bana inanıyorsun. Şeftali Kokan Bir Yaz
 Etraf görünmeyen çiçeklerin kokusuyla dolup taşıyordu. Patika çalıların arasında bir görünüp bir kaybolurken Murphy temiz havayı derin derin içine çekti. Sonunda Darlingtonların evinin yan tarafına uzanan dar, toprak bir yola çıktı ve yolun sonunda tellerle çevrilmiş ufa, boş, tuhaf bir toprak parçası gördü. Murphy tellerin etrafında dolanıp yapraklara dokunarak farklı tür ve biçimleriyle hangi bitkinin hangi gövdeye ait olduğunu inceledi. Burada gül ağaçları, açelyalar ve şakayıklar vardı. Henüz hiçbiri çiçek açmamıştı. Japonsarmaşıkları ve asmalar çiçekleri boğuyordu. Burası insanın kâbuslarında göreceği türde bir bahçeyi andırıyordu. Şeftali Kokan Bir Yaz
Yaz mevsimi şöyle bir şeydi; göle balıklama atlamak, çimlerin üzerine ıslak saçlarla uzanmak, L. C. S., B. D., M. M. olarak isimlerinin başharflerini manolya ağacına kazımaktı. Yaz mücevherler gibi yeşil ve bir kadife parçası kadar yumuşak olan Darlington meyve bahçesinin onların çevresinde sanki son kez yaşanıyormuşçasına omuz silktiği mevsimdi. Şeftali Kokan Sırlar
Birdie her ilkbahar olduğu gibi şeftali bahçesinin yeniden uyanıp canlanmasını izledi. Bitkiler o denli hızlı büyüyorlardı ki neredeyse hareketlerini seyretmek mümkündü. Her yol olduğu gibi, önce şeftali çiçekleri açmaya başlar ve meyve bahçesini tülden pembe bir elbise gibi sarmalardı. Binlerce minik taç yaprağı önce esen meltemle titreşti, ardından da aynı hızda gözden kayboldu. Çiçekler sadece kılıflarını ve bu kılıfların ucunda beliren minicik sert şeftalileri bırakarak ayrılmışlardı. Şeftali Kokan Sırlar
Murphy gözlerini devirdi. Eric, Leeda'nın Murphy'den hoşlanan birkaç arkadaşından biriydi. Murphy neden olduğunu bilmiyordu. Üstelik Murphy, Eric'ten hoşlanmayan dünyadaki tek kişi olabilirdi. Birdie bunun sebebinin Leeda'nın ona, Murphy'ye gösterdiğinden daha fazla ilgi göstermesi olduğunu söylüyordu. Ama Murphy öyle düşünmüyordu. Bu, onun sürekli Leeda'nın saçları ıslanmasın diye yolunu değiştirip ona şemsiye taşımasıyla ya da sürekli Leeda'yı kendisi için taksi çağırmasına bile gerek olmadığına inandırmasıyla alakalı bir şeydi. Bu, çok sinir bozucuydu. Şeftali Kokan Bir Aşk 
Hadi, esen kalın, hoşça kalın.

Kitabın şeftali koktuğundan bahsetmeme gerek yok sanırım? Baya oldu ve hâlâ aynı şekilde kokmaya devam ediyorlar. Mis.