Sineklerin Tanrısı, William Golding'in 1954 yılında yazdığı alegorik bir roman. Aynı zamanda Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Modern Klasikler Dizisi'nin de ilk kitabı. [Nedir, Alegorik Roman? Kısa tabiriyle Kahramanların sembollerle ifade edildiği roman türü, denebilir sanırım.] Dilimize Mina Urgan tarafından çevrilmiş. Çeviride yer yer dilimize oturmayan ve bizdeki karşılığına yer verilmemiş yerler (bknz. inç) vardı elbette ama zamanına mı vermeli bunu, bilemiyorum. Yazarın dilimize Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından çevrilmiş diğer kitapları da şunlar: Kule (1964), Piramit (1967), Serbest Düşüş (1959) ve Çatal Dil (1995). Bir de Sel Yayıncılık'ın çevirdiği Deniz Üçlemesi Serisi var: Geçiş Ayinleri (1980), Yan Yana (1987) ve Aşağıdaki Yangın (1989).
İki tane de filmi var bu arada; biri 63, biri 90 yapımı. Ben 63 versiyonunu izledim, diğerine şöyle bir göz gezdirdim sadece. Aslına uygun olan 63 yapımı, siyah-beyaz film. Fragmanı hemen şurada.
İki tane de filmi var bu arada; biri 63, biri 90 yapımı. Ben 63 versiyonunu izledim, diğerine şöyle bir göz gezdirdim sadece. Aslına uygun olan 63 yapımı, siyah-beyaz film. Fragmanı hemen şurada.
William Golding'in Sineklerin Tanrısı kitabı, Robert Michael Ballantyne'in Mercan Adası'na bir eleştiri olarak yazılmış. Mercan Adası'nda okyanusa açılan bir gemi, fırtınaya yakalanarak parçalanır ve mercan adasına sürüklenir. Yalnızca üç kişi kurtulur: Ralph, Jack ve Peterkin. Ballantyne romanında vahşeti uygarlık dışı bir olgu olarak yansıtırken Golding, bu vahşetin uygar insanın doğasında yer aldığını gösterir, Sineklerin Tanrısı'nda.
Bizim kitapta da olay benzeri bir şekilde gelişiyor ancak sürüklendiği nokta çok farklı bir boyutta. Atom savaşı sırasında yola çıkan bir uçak ıssız bir adaya düşer ve uçaktan sağ salim kurtulan büyük küçük bütün çocuklar bu ıssız adada mahsur kalır. Yetişkinlerin ve kuralların yokluğu çocukların dikkatini cezbeden ilk şeydir. Ateş yakmaya, hayvan avlamaya, barınak kurmaya çalışırlar; bir yandan da oyun oynarlar. Ama grup içerisindeki çatışmalar ve istekler dozunu arttırınca kitle bölünür. Bir taraf adadan kurtulmak adına bir şeyler yapmaya çalışırken diğer taraf avlanmak, kabile kurmak ve adanın keyfini çıkarmak ister. Lakin bu süreç hiç de sakin ve barışçıl geçmez.
William Golding'in olayı, karşıt bir bakış açısıyla ele almasını sevdim. Ama düşüncelerine hak veriyor muyum, ondan emin olamıyorum. Ballantyne adaya düşen üç çocuğun bir uygarlık kurmasını konu alırken Golding, bir grup çocuğun kendi hırslarına ve isteklerine boyun eğmesi sonucu kendilerini nasıl bir bataklığa sürüklediğine yer veriyor eserinde. Peki bu durum Golding'in anlatmaya çalıştığı gibi içimizde yer alan vahşetin ve başına buyrukluğun bir göstergesi mi? Daha doğrusu bu, herkeste yer alan bir şey mi?
Kimi grup bir an önce adadan kurtulmaya, ihtiyaçlarını ve önceliklerini organize etmeye kimi grup da sadece içinden geldiği gibi hareket edip gücün ve deyim yerindeyse diktatörlüğün keyfini sürmeye adar kendisini. Bir grup, vahşeti tercih ederken diğer grup tercih etmiyor. Mercan Adası'nda yer alan üç çocuğun da bizim vahşeti tercih etmeyen gruptan olma ihtimallerini yok sayamayız. Bu durum Mercan Adası'nı çok optimist yapmıyor lakin Ballantyne'in vahşeti uygarlık dışı sayması, maalesef ki yapıyor. Hepimizin içinde saklı bir yerde duran, uykuya dalmış yahut karış karış dolaşan bir vahşet var. Ne kötü insanları ayrı bir yerde konumlandırabiliriz bizden, ne de iyi insanları. İki taraf da biziz, iki taraf da olabiliriz.
Karakterleri ve çocukların diyaloglarını da çok yerinde buldum. Golding çocuklar nasıl sohbet eder, nelerden konuşur falan bunları oldukça iyi yansıtmış. Yer yer ana karakter Ralph'in düşünceleri fazla yaşının üstü gibi gelse de bir yerde anlamıyor da değilim yazarı. Anlatmak istediği bir şeyler var ve ortamda bir yetişkin yok. Dolayısıyla olaylara yetişkin gözüyle bakabilecek bir bakış açısı da yok. Bu sorumluluğu da ana karakterimiz Ralph'e ve Domuzcuk'a yüklemiş.
Benzer bir durum Kafka'nın Dönüşüm'ünde de var. İnsan yeri geliyor bir ot olmayı yahut bir hayvana dönüşebilmeyi canı gönülden istiyor. İşlerinden, kararlarından, yaşadıklarından o kadar bunalıyor ki o şekilde yaşayabilmeyi, sorumluluklarını giysilerinin üzerinde bırakarak bir hayvan bedenine hapsolabilmeyi diliyor. Sineklerin Tanrısı'nda yer alan bir diğer olgu da bu sanırım. Sorumluluklardan ve uygarlığın üstümüze yüklediği kurallardan sıyrılıp canımızın istediği gibi yaşama arzusu.
Basitlik.
Sayfalara yayılan betimlemeleri yer yer sizi sıkabilir belki ama ben okumanızı tavsiye ediyorum. Hiç değilse bu konuyu sorgulayabilmeniz ve iki tarafı da dengeli bir şekilde karşılaştırabilmeniz için. Bakalım, Golding'e mi hak vereceksiniz, Ballantyne'e mi?
Puanım 9/10.
Alıntılar:
Ralph, şefin oturduğu yere doğru ilerledi. Böylesine geç vakit toplantı yaptıkları hiç olmamıştı. Buranın şimdi farklı görünmesi bu yüzdendi. Öteki toplantılarda, yeşil damın alt kısmı, karmakarışık altınımsı yansımalarla aydınlanır ve yüzler aşağıdan ışık alırdı. Ralph'a, sanki elinde bir elektrik feneri tutuyormuş gibi gelirdi bu. Ama şimdi güneş ışınları kayayı yandan aydınlatıyordu ve nerelerde olmaları gerekirse oradaydı gölgeler. Ralph, yabancısı olduğu derin düşüncelere daldı yeniden. Eğer bir yüz, üstten ya da alttan ışık aldığına göre değişiyorsa neydi bir insan yüzü? Her şey neydi?
Bu dalga dalga inip kalkışı uzun süre seyreden Ralph'ın beyni, denizin insanlara yabancı uzaklığıyla uyuşur gibi oldu. Sonra, bu engin suların neredeyse sonsuz olduğunu düşünmek zorunda kaldı. Bu sular, çocukları dünyadan ayırıyor, karşılarına bir engel gibi dikiliyordu. Adanın öteki yanında, öğleyin hayal görüntülerine sarılarak, sessiz lagünün kalkanıyla korunarak kurtulabileceğinizi düşleyebilirdiniz. Ama burada, okyanusun bu akıldan yoksun duyarsızlığı karşısında, millerce uzanan bölücü suların önünde, eliniz kolunuz bağlanır, çaresiz kalır, mahkûm olduğunuzu bilirdiniz...
"Deni kabuğunu öttür, Ralph." Domuzcuk öyle yakındı ki Ralph, gözlüğündeki tek camın parıltısını görebiliyordu. "Ateş sorunu var. Anlamıyorlar mı bunlar?" "Sert olmalısın şimdi. İstediğini yaptır onlara." Ralph, bu öneriyi incelercesine dikkatle konuştu: "Eğer ben denizkabuğunu öttürür, onlar da gelmezse o zaman işimiz tamam. Ateşi koruyamayız. Hayvanlara döneriz; hiçbir zaman kurtulamayız."
Esen kalın, hoşça kalın.
0 comments :