Çavdar Tarlasında Çocuklar, eski adıyla Gönülçelen, ilk olarak 1951 yılında yayımlanmış ve kendisi, J. D. Salinger'ın en çok ses getiren kitabı. Yazarın Yapı Kredi Yayınları tarafından dilimize çevrilmiş 2 kitabı daha var: Dokuz Öykü (1953) ile Franny ve Zooey (1961). 2010 yılında vefat eden yazar, kitabı yayımladıktan sonra münzevi bir hayat yaşamayı tercih etmiş. Kendisi kabuğuna çekilmeyi tercih etmiş lakin eseri aynı şeyi düşünmemiş gibi gözüküyor.
Bir dönem ABD’sinde en çok sansürlenen kitaplardan biri olmuş, Çavdar Tarlarsında Çocuklar. Bu da yetmemiş 2 tane suçluyu, suç girişimleri sırasında Çavdar Tarlasında Çocuklar kitabı ile yakalamışlar ya da kitap evlerinde bulunmuş. Neticede kendi dilini oluşturmuş Salinger kitapta. Şu anda alışık olduğumuz ancak yayımlandığı yıllarda pek de popüler olmayan bir dilmiş bu.
Kitap 1951 yılında basılmış olmasına rağmen günümüz Amerika’sına o kadar da uzak değil. Birçok ünlü aktör tarafından denenmesine rağmen de bir türlü beyaz perdeye uyarlanamamış. Zaten Salinger filminin çekilmesini de açıkçası pek istememiş. Vakti zamanında öykülerinden bir tanesi uyarlanmış ve kendisi sonuçtan pek memnun kalmamış anlaşılan.
Ancak.
2017'nin Eylül'ünde yayımlanmış bir tane film var: Rebel in the Rye. Drama-biyografi dalındaki bu film, yazarımız J. D. Salinger'ı konu almakta. Henüz izleme fırsatına erişemedim fakat en kısa sürede izlemeyi düşündüğüm filmlerden birisi. Yazarı daha yakından tanımak istiyorum çünkü. Fragmanı da hemen şurada.
Kitap temel olarak ergenlik çağındaki Holden Caulfield'ın okuldan kovuluşundan itibaren Noel gecesine kadar geçen süre zarfı boyunca yaşadıklarını konu alıyor; teknik olarak üç gün. Bu süreç boyunca kafeye de gidip oturuyor, gece kulübüne de. Bir uçtan bir uca dolanıyor kitap mekan ve süreç olarak.
Kitabın anlatmak istediği şey çok güzeldi aslında. İnsanların ve yaşananların sahteliğini erken yaşta fark etmiş, Caulfield. Bu da yaşıtlarından farklı bakmasına sebep oluyor, olaylara yahut insanlara. Masumiyet ve dürüstlük ise istediği tek şey. Bu sahtelik ve boşluk kimlik bunalımı yaşamasına neden oluyor bir yerde. Okulunu sorguluyor, yaşadığı yeri sorguluyor, geleceğini, işini sorguluyor. Bütün bunları kardeşi Phoebe ile aralarında geçen diyaloglardan temiz bir şekilde görebiliyorsunuz.
Kitap asıl kendi dilinden -İngilizce- okunmalı sanırım, eğer okuyabiliyorsanız. Çünkü asıl tadı o zaman alınabilirmiş gibi. Çünkü bizim dilimizde okuyunca çocuğa dublaj yapılmış gibi geliyor ister istemez. Fazla havada kalıyor lafları ve düşünceleri. Ben, eğer imkanım olursa bir de kendi dilinden okumayı planlıyorum. Çünkü kitabın asıl olayı dili. Günümüzde aşina olduğumuz ancak kitabın yazıldığı tarihte bir ilki başaran Salinger'ın dili.
Bana önermemişlerdi okulumda lakin umarım size önermişlerdir ve okumayı düşünüyorsunuzdur. Bazı kitapların yaşı var zira. Kitabın çok pohpohlanmasından ötürü okuyup hayal kırıklığına uğrayan, "Bu ne ya, balonmuş!" diyen de çok kişi var. Ben beklentinizi yükseltmiyorum ve okursanız güzel olur, diyorum. Ama okumasanız ne kaybedersiniz bilmem.
Muhtemelen hiçbir şey.
Puanım 8/10.
Alıntılar:
Hayatta karşılaşabileceğiniz en felaket yalancı benimdir herhalde. Rezalet bir şey. Yani, bir dergi almak için gazeteciye gidiyorken bile, biri bana rastlayıp nereye gittiğimi sorsa gözümü kırpmadan operaya gittiğimi söylerim. Felaket bir şey. Bizim Spencer'a spor salonundan öteberimi almaya gideceğimi söylerken de palavra atıyordum. Ben o spor salonunda günahımı bile bırakmazdım.
Buyrun işte; bu da beni acayip hasta eder yani. Siz kompozisyon yazmada iyisinizdir, birileri de kalkar, böyle noktalardan, virgüllerden söz eder. Stradlater bunu hep yapardı zaten. Kendisinin yalnızca noktaları, virgülleri yanlış yerlere koyduğundan kompozisyonda iyi olmadığını sanmanızı isterdi. (...) Tanrım, bu zevzekliklerden nasıl da nefret ederim.
(...) Ama o müzedeki en iyi şey, her şeyin yerli yerinde kalmasıydı. Hiç kimse kıpırdamazdı yerinden. Oraya yüz bin kez gidebilirdiniz, o Eskimo hâlâ daha yeni iki balık tutmuş gibi olur, kuşlar hâlâ güneye uçar, geyikler o narin bacakları üstünde o narin pınardan su içer ve göğüsleri görünen o Kızılderili kadın battaniyesini dokurdu. Kimse değişmezdi. Değişen tek şey siz olurdunuz. Çok büyümüş olmanız filan değil demek istediğim. Tam olarak o değil yani. Yalnızca değişmiş olurdunuz.
(...) Sakın kimseye bir şey anlatmayın. Herkesi özlemeye başlıyorsunuz sonra.