Film Önerisi | VOL-İ (WALL-E)

26 Mart 2022 Cumartesi

Dizi Yorumu | Lawless Lawyer

Dizi Yorumu | Lawless Lawyer

Sevdiğim oyuncuların bazı dizilerini beğenmeyince çok üzülüyorum.

Lee Joon-gi de, Seo Yea-ji de beğendiğim oyunculardan. Özellikle Seo Yea-ji... En sevdiğim dizilerden biri olan It's Okay to Not Be Okay'in başrolü kendisi. Lee Joon-gi'yi de Flower of Evil dizisinde izlerken çok beğenmiştim. Ancak ikisinin aynı dizide buluşmasına rağmen çok da iyi bir iş çıkmamış ortaya.

Tabii, bu tamamen benim kişisel görüşüm.

Lawless Lawyer, 2018 yapımı bir hukuki Kore dizisi. Başrollerinde Lee Joon-gi, Seo Yea-ji, Lee Hye-young ve Choi Min-soo yer alıyor. Senaristliğini Yoon Hyun-ho (İşleri: I am Father, The Attorney, Remember: War of Son, Confidental Assignment ve şimdilerde yayımlanmaya başlayan Military Prosecutor Doberman) yönetmenliğini de Kim Jin-min (İşlerinden bazıları: The Liar and His Lover, Extracurricular, My Name ve Goodbye Earth) üstlenmiş. 1 sezon, 16 bölümden oluşuyor. Yine bir Studio Dragon işi. Netflix'te bulabilirsiniz.

Konusu da şu şekilde: Geçmişte ana karakterimiz Bong Sang-pil'in (Lee Joon-gi) avukat olan annesi gözlerinin önünde öldürülüyor ve annesinin de isteğiyle çete lideri olan amcası Choi Dae-woong'un (Ahn Nae-song) yanına kaçan Sang-pil, burada çete üyesi olarak yetişiyor. Ardından da küçükken annesine söz verdiği gibi Hukuk fakültesine girip başarılı bir avukat oluyor ve yıllar evvel ardında bıraktığı Kanunsuz Şehir Kisung'a, annesinin intikamını almak için geri dönüyor. Ana karakterlerimizden diğeri Ha Jea-yi (Seo Yea-ji) haksız karar verdiğine inandığı bir yargıca saldırdıktan sonra avukatlık mesleğinden uzaklaştırılıyor, işini kaybediyor ve bunun üzerine babasının yanına Kisung'a geri dönüyor. Kısa süre sonra Sang-pil ile yolu kesişen Jae-yi, asistan olarak Sang-pil'in yanında çalışmaya ve farkında olmadan Sang-pil'in davasında ona yardımcı olmaya başlıyor.

Hukuki bir dizi olmasına rağmen daha çok komedi tarafında konumlandırdığım bir dizi açıkçası, Lawless Lawyer. Dava ile alakalı kısımlar haricinde tonu bu şekildeydi en azından. Oyuncular fazlasıyla kameraya oynuyor, bazı yerlerde oldukça saçma mantık hataları var. En son 5-10 yıl evvel falan izlediğim dizilerde bu kadar havalı karakterler vardı sanırım; 2018'de yapılan bir dizide karşılaşınca şaşırdım ister istemez. Hikayenin bütün ciddiyetini ve gerçekliğini götürüp yapay bir şeye dönüştürüyor böyle olunca. Mahkeme sahnelerinde ya da antagoniste karşı yapılan şovlara bir yerde tamamım ama kendi aralarında yaptıkları ekip konuşmasında da gerekli gereksiz bir sürü saçma replik ve kameraya oynama sahnesi vardı. Bir noktadan sonra bütün heyecanımı kaçırdı bu durum.

Arka planda dönen türlü yolsuzluk, karaktersiz tonla karakter vardı dizide. Ana antagonisti oldukça beğendim, tek zeki karakter de oydu sanırım. Etrafındaki herkes kendince akıllı işler yapmaya çalışıp çuvallayan kişilerdi. (Bazıları pisi pisine öldü ya, ne diyeyim bilmiyorum. Spoiler olmasın diye kim olduğunu söylemiyorum ama... Ah be abicim, neden yalnız başına takibe çıkıyor, bir de üstüne o eve gidiyorsun? Resmen ölmeye gidiyorsun ama böyle yapınca. Karakterin ölmesini bekliyordum ancak bu şekilde değil. Höf.)

Dizideki ana karakterimizden kadının, Ha Jae-yi'nin konumuna gelelim. Başarılı ve zeki bir avukat olarak konumlandırılan Jae-yi, bazı noktalarda yine "üzülmesin/planı bozmasın diye kendisine haber verilmeyen" dış kapının dış mandalı konumunda kalmış. Başkası adına, onun adına doğru kararı verdiğine inanan karakterler zaten sinirimi bozuyor, bir de üstüne bu kadın karakterlere yapılınca deliriyorum. Öyle çok feminist bir insan değilim ama ekranda mantıklı kararlar verebilen, dışarıda bırakılmayan, hikayeye katkısı olan, edilgen olmayan karakterler görmek istiyorum sadece. Jae-yi öyle değildi demiyorum ama böyle olduğu sahneler de olmadı değil.

Bir de romantik ilişki kısmından bakarsak olaya ikilinin ilişkisi hiç geçmedi bana, çok yüzeysel duran bir ilişkiydi. "Yapalım, aradan çıksın," denmiş. İkisini de bıraksan birbiri için ölecek ama niye belli değil. Yan yana duruyorlar ama sevgililer mi, öylesine iki insan mı belli değil. Var olan sahnelerde duygu o kadar az geçiyor ki kalan sahnelerde normal durmaları gözüme batıyor ister istemez. Zaten dediğim gibi, sürekli kameralara söyleniyor her şey, birbiri ile konuşmuyor karakterler.

Sözün özü, izledim bitirdim ama öyle çok da iyi bir dizi değildi bana göre Lawless Lawyer. Yine izlenir tabii; arka planda dönen olaylar, kötü karakterlerin nasıl alaşağı edileceği falan az çok merak ettiriyor. Ama o kadar. Birçok açıdan yüzeysel kalmış bir diziydi. Üzüldüm.

Esen kalın, hoşça kalın.

Gifler:

12 Mart 2022 Cumartesi

Dizi Yorumu | Mr. Sunshine

Dizi Yorumu | Mr. Sunshine


Puff...

Bu yazıyı nasıl yazacağımı bilmiyorum bile.

Mr. Sunshine, Netflix'te denk geldiğim ve kapak görseli beni çok etkilediği için listeme atıp izlerim dediğim bir diziydi.
Normalde herhangi bir diziye başlamadan evvel diziyle alakalı olabildiğince bilgi edinmeye çalışırım, genel bir fikir almak adına. Çünkü diziler -her ne kadar bizimkilerle boy ölçüşemeyecek olsalar da- uzun vakit alan şeyler ve vaktimi yatırdığım şeyin hüsranla sonuçlanmasını pek sevmiyorum.

Mr. Sunshine ile alakalı hiçbir şeye bakmadım. Sadece kapak görseline vuruldum.

İyi bir dizi olduğunu bir şekilde hissettirmiş olmalı ki gerek duymadım bakmaya ve başlamış oldum böylece. Bitirebilmem biraz zamanımı aldı; benim için oturup ard arda izlenebilecek bir dizi değildi çünkü. Her bölümü film tadındaydı ve dolu doluydu, ağır ağır izleyebildim.

Mr. Sunshine, Kim Eun-sook tarafından yazılmış (Kendisi Goblin'in ve The King: Eternal Monarch'ın da yazarı) ve Lee Eung-bok tarafından yönetilmiş, 2018 yapımı bir dizi. Başrollerde Lee Byung-hun, Kim Tae-ri, Yoo Yeon-seok, Kim Min-jung ve Byun Yo-han yer alıyor. 1 sezon ve 24 bölümden oluşuyor, Studio Dragon yapımı.

Konusu da şöyle ki: Joseon'da köle olarak dünyaya gelen Eugene Choi (Lee Byung-hun) hizmet verdikleri soylular tarafından annesi ve babası öldürülünce 9 yaşında, birilerinin de yardımıyla Amerika'ya kaçar ve orada geçirdiği zorlu yılların ardından Deniz Piyadeleri Subayı olur. Uzun yıllar Amerika'da görev yapan Eugene, yıllar sonra bir görev için Joseon'a geri döndüğünde aristokrat torunu olan Go Ae-shin (Kim Tae-ri) ile tanışır ve ona aşık olur. Ancak sınıfsal farklılıkları ve Ae-shin'in aileler arası bir anlaşma sonucu nişanlandığı ve yıllardır görmediği nişanlısı asilzade Kim Hui-seong'un (Byun Yo-han) varlığı aşklarına meydan okur. Çocukken Joseon'dan ailesinin ölümü üzerine kaçmak zorunda kalan ve memleketine karşı hiçbir bağlılık hissetmeyen Eugene'in, Joseon'un bağımsızlığı için savaşan Erdemli Ordu'ya mensup Ae-shin'e duyduğu aşk, hangi safta durması gerektiğini bir kez daha sorgulamasına neden olur.

Konudan da anlayacağınız üzere 1900lerin başında geçen bir dönem dizisi bu. Normalde dönem dizileri, pek izlemeyi tercih ettiğim diziler olmuyor açıkçası. (Ama artık zorunda da kalabilirim zira elimde izleyecek düzgün dizi kalmadı gibi.) Ancak bu dizi farklıydı, öncelikle bunu söylemeliyim. Her ne kadar kurgusal karakterlere ve kurgusal bir olaya sahip olsa da arkaplanı gerçek olaylara dayanıyor. Bazı tarihi karakterler bile yer alıyor dizide, gerçek kimlikleriyle. İşgal altında olan Joseon'un ve halkın, bağımsızlıkları için verdikleri uğraş gerçek bir dille aktarılmış. Dönem bütün sosyal, politik ve psikolojik noktaları açısından bütün çıplaklığı ile anlatılmış. Dönem geçişi ve buna adaptasyon da aynı şekilde.

Dizinin sinematografisinden ve hikaye anlatımından başlamalıyım öncelikle. Bana kadrajları ve renkleriyle Hotel del Luna'yı anımsattı çokça. İzlediyseniz onun da üstüne konularak oluşturulmuş bir görsellik düşünün. Bazı karakterler için kullanılan kostümler [özellikle Glory Hotel'in sahibi Kudo Hina'nın (Kim Min-jung) bütün kıyafetleri enfesti.], mekanlar... Dizi sektörü çok acayip bir yere gidiyor ve bundan da memnunum açıkçası. Özellikle Studio Dragon'ın dizileri. Müzikler ise ayrı bir konu. (Ah, o müzik kutusu... Bu yazıyı da onu dinlerken yazıyorum.)


Karakterler... Uzun zamandır bir dizide bu kadar fazla sayıda karaktere bağlandığımı hatırlamıyorum. (Ve sinir olduğumu... Bütün antagonistler o kadar iyi yazılmıştı ki hepsini kan gölünde boğmak istedim.) Bütün karakterler gri bir düzlemde yazılmış, kendi dünyaları ve hikayeleri ile var olan kişiler. Ve diziye şapka çıkarmak istiyorum bir noktadan ötürü: Kadın karakterler yersiz güçlü karakterler olarak gösterilmemiş. Ne demek istiyorum? Birçok dizide sırf "güçlü kadın" gösteriyor gibi olmak için -ya da beceremediklerinden- çok göze batan karakterler oluşturuyorlar. Bu dizideki hiçbir kadın karakter bana batmadı. Bütün ana karakterler o kadar eşit kurgulanmış ve bu da o kadar başarılı yapılmış ki. (Chef's Kiss yapıyorum şu an parmaklarımla: Müthiş.)

Erkek karakterlere gelince... Üç ayrı adam, üç ayrı karaktere sahip kişi ve üç ayrı aşık görüyoruz. Hepsi Ae-shin'e aşık tabii... (Suçlayamıyorum bile, aşık olunmayacak gibi değil kadın çünkü.) Bu üçlünün ayrı ayrı sahneleri de, birlikte atıştıkları sahneler de ayrı keyif verdi bana. Üçünü de ayrı ayrı bağrıma basasım geldi ama Eugene... Ballı çöreğim benim.

Normalde Kore dizilerine Amerikalı karakterler dahil olunca gözlerime çatal saplamak istiyorum ama bu dizide -birkaç kişi hariç- yabancı karakterler de iyiydi. Özellikle de Eugene'in üstü ve dostu olan Kyle Moore (David Lee McInnis) karakteri.

Eugene ve Ae-shin... İkisini ne zaman izlesem 17 yaşıma geri dönmüş gibi hissettim. Aşkı ilk kez keşfediyormuş gibi... Aşk falan deyince diziden beklentiniz ne olur bilmiyorum ama burada çok saf, ürkek ve derin bir aşktan söz ediyorum ben. Diken üstünde izledim bütün sahnelerini.

Sözün özü, çok çok çok güzel bir diziydi Mr. Sunshine. İlk beşimde yer alıyor benim. Uzun zamandır bu kadar güldüğüm, ağladığım, sinirlendiğim, bazen hepsini bir arada yaşadığım bir dizi izlememiştim. Yeri bende çok ayrı olacak, yıllar geçse de.

[SPOILER] Of. Üzerinden günler geçmiş olmasına rağmen hala gözlerimin doluyor olması normal mi? Finali bitirdi beni, mahvoldum. Karakterler teker teker acı çekti ama ben her biri için ayrı çektim. Sonu karakterler için mutsuz biten dizileri izlemeyi sevmiyorum çünkü perişan oluyorum. Final bölümü üzerimden geçmiş olsa da izlemeye her halükarda değer bir diziydi. Uzun bir süre etkisinden çıkamayacağım ama onu biliyorum.

Sadece o büyük aşkın sonunda tren sahnesinden sonra da Ae-shin'e dair bir şeyler görmek isterdim. Bu Eugene'in hikayesiydi biliyorum ama tek bir sahne yeterdi, ne kadar üzüldüğünü bize hissettiren. Biraz havada kaldı böyle olunca ölümü. [SPOILER]

Esen kalın, hoşça kalın.

Giflerimiz (Gönül bütün gifleri koymak istiyor ama işte):

5 Mart 2022 Cumartesi

Kitap Önerisi | Mecburiyet - Stefan Zweig

Kitap Önerisi | Mecburiyet - Stefan Zweig

Bazen içinden çıkılamaz sorunlarla yüzleşmekten ve doğru cevabı bulmaya çalışmaktansa kendimizi teslim etmek en kolay çözüm haline gelir.

Tıpkı bu kitapta Ferdinand'ın yapmaya çalıştığı gibi.

Mecburiyet adlı bu kısa hikayede Zweig, ressam Ferdinand'ın gözünden savaş döneminin psikolojik ve bireysel etkilerini anlatıyor okuyucuya. "Bir gün askerliğe elverişliğinin tespiti için konsolosluğa davet edildiğinde" savaş karşıtı düşüncelerine rağmen kendisini gitmek zorunda hisseder Ferdinand. Karısının şiddetle karşı çıkmasına rağmen. Koca bir devletle ve onunla aynı görüşte (!) birleşen onca insanla zuhur bulan bir atmosferde özgürlüğü ve görev duygusu arasında sıkışıp kalır karakter.

Savaşın bağrından kaçıp İsviçre'ye gitmiş olan Ferdinand, hücrelerine kadar işleyen aidiyet ve vatani görev duygusundan sıyrılamadığı için katiyen gitmek istememesine rağmen daha haber geldiği anca konsoloslukta bulur kendisini. Karısıyla bu konuyu tartışmış olmasına ve haklı olduğunu söylemesine rağmen. "Ben hiçbir şeyi bir yazı parçasına kurban etmeyeceğim, sonunda öldürmek olan hiçbir yasayı tanımıyorum," diyor Paula, "Herhangi bir makamın bana boyun eğdirmesine izin vermeyeceğim. Siz erkekler, hepiniz ideolojileriniz yüzünden çürümüşsünüz, sizler politika ve etik diyorsunuz, oysa biz kadınlar neyin ne olduğunu hissediyoruz."

Zweig en sevdiğim yazarlardan biri. Çoğunlukla olaylardan ziyade insan psikolojisine değinen ve kendi zihninin içinde oradan oraya dönüp duran karakterlere kitaplarında yer veren bir yazar kendisi. Her kitabı ayrı bir soru işareti bırakıyor okuyucunun avucuna ve ahlaki, psikolojik, sosyolojik her açıdan bir kez daha düşünmeye, var olan düşüncelerimizin her birini sorgulamamıza neden oluyor. 

Ben her kitabını ayrı ayrı okumanız için tavsiye ederim size. Çoğu kitabı okuması kısa, üzerinde düşünmesi uzun hikayeler sunuyor okuyucuya.

Esen kalın, hoşça kalın.