Film Önerisi | VOL-İ (WALL-E)

19 Temmuz 2016 Salı

Ben sana komik değilsin diyor muyum?



Selam. 


Şimdi kalkmışsınızdır, mutlusunuzdur. Güzel bir uyku geçirmişsinizdir çünkü. Aynaya bakar, sabah sabah içinde bulunduğunuz tipsizliğe rağmen gülümsersiniz. Gözlerinizin altı morarmış, saçlar alabora olmuş, teniniz töbe estağfurullah bir şeye dönüşmüştür lakin yine de mutlu hissedersiniz kendinizi. Tamam yahu, dersiniz, bugün güzel bir gün olacak.

Hazırlanmaya başlarsınız arkadaşlarla buluşacaksınızdır. Duş alır, saçlara şekil verir, kadınsanız ekstra bir buçuk saat daha harcayıp bir şeye benzersiniz. Tamamdır işiniz, gayet güzel/yakışıklı olmuşsunuzdur, hiçbir sıkıntı yoktur ortada.

Evden ayrılır, yakın bir yerse kulaklığınızı takar yürürsünüz. Uzak bir mesafeyse cayır cayır sıcakta otobüse, minibüse, metrobüse binersiniz. (Arabanız varsa yahut taksiyi günlük araba gibi kullanacak derecede zenginseniz bir şey demiyorum tabii. Bana uzak kavramlar çünkü.) Bütün o insanlara, araçtaki havasızlığa, ayaklarınızın ağrısına rağmen sıkılmaz canınız. O derece iyisiniz.

Arkadaşlarla buluşursunuz nihayet, önceden planlanmış bir program vardır. Bowlinge, sinemaya, lunaparka yahut bir kafeye gidip hep birlikte bir şeyler yapacaksınızdır. Ve şimdi bu dakikadan itibaren başınıza gelebilecek ve tüm gününüzü zehir edebilecek olasılıklara geçebiliriz. Hazır mısınız? 

1)      Ama ben döner sevmem ki.

Toplandınız, herkes aç. Genelde çoğunluk aç olur birlikte yemek yenileceği için. Ve sokağın ortasındasınız ya da geçtiniz köşeye ayakta dikiliyorsunuz. Karar vereceksiniz topluca. Nereye gidilecek? Ne yenilecek?  

Şimdi Burger King’in daimi müşterisiyseniz ve henüz bundan sıkılmamışsanız çok da karar verilecek bir durum yoktur ortada. Topluca oraya gidilir. Fakat iş artık Burger’ı aşmış, farklı lezzetlere yönelmişse ayvayı yediniz. Herkes farklı bir yere gitmek ister, herkes o gün farklı bir şeyler yemek ister çünkü. Kimi pizza yemek ister, kimi makarna,
kimi döner, kimi hamburger… Önce yemek mekânları sayılır teker teker, her birine biri burun kıvırır mutlaka. Adından da ya herkes mantıklı bir karar olarak geniş menülü, bol seçenekli bir kafeye gider ya da topluluğun seçeneğine uyulur ve temel olarak birbirine benzer yemekleri bulunan bir yere gidilir.

Sonrası mı? Sonrası içine içine ağlayan gözler, feryat eden bir mide, evden çıktığına lanet eden bir dil… Siz siz olun, herkesin kendi istediğini yiyebileceği bir yere gidin. Kötü bir yemek, tüm gününüzü –ciddi anlamda- mahvedebilir.

2)      Buralar hep duman altı.

Eğer benim gibi sigara dumanına tahammül edemiyor, etmeye çalışsa bile nefes almaktan ödün vermek zorunda kalıyorsanız, merhaba. Bu durum için çoklu bir buluşmaya gerek yok. Tek bir kişi bile yetebilir. Fakat çoklu buluşma derecesini arttırır nihayetinde.

Ortamda nargile söylenmişse, çoğunluk sigara içiyorsa içmeyen kişi büyük ihtimalle kafasını Rolling coaster gibi döndürmeye başlar. Çünkü ne hikmetse kaç kişi olursa olsun, kaç kişi içerse içsin o sigara yahut nargile dumanı illaki içmeyeni, rahatsız olanı bulur. Suratınıza suratınıza hücum eden dumanın arkasından sohbeti devam ettirmeye çalışırsınız sizde.

   - Evet, hocayla konuştum ben de. Öhöhöhöğ- sınav ertelenebilirmiş. Öhöhöğeah- Nargilenin tadı da güzelmiş bu arada.

İçenler, daha çok içenlere haber versin.

3)      Aaa, merhaba Necla, sen de mi buradaydın?

 Evet, evet, çokluktan bokluk çıkar derler. Ortada koyu bir muhabbet dönüyorsa ve insan sayısı fazlaysa konuşmaya katılamayan, köşede bir başına kalan biri mutlaka vardır. Sohbete katılmaya, fikrini belirtmeye, insanlara kendisini duyurmaya çalışır fakat ı-ıh. Nafile.  

Bir müddet sonra yere inen kafalar, kapanan gözler, etrafa bakınan birilerini görürseniz tebrikler. Ya konuşma haddinden fazla sıkıcı gidiyordur ya da o arkadaşlar saf dışı kalmıştır.

4)      Ben bela okumam, Allah selanı versin.

Millet olarak hepimiz kendi çapımızda komiğiz bence, bunu inkar eden çıkmayacaktır muhtemelen. Böyle arkadaş ortamlarında da zaten herkes bir espri patlatmaya, ilgiyi üzerinde toplamaya, ortamın aranılan yüzü olmak adına komik olmaya çalışır. Siz de içsel olarak bu frekanstasınızdır. Espri yapmak ister bünye, dayanamaz en sonunda patlatır bir tane.

İçlisinden böyle. Size göre gayet güzeldir yahut gerçekten kaliteli bir espri yapmışsınızdır fakat çevrenizdekiler bunu anlamaz ve size bön bön bakar ya. [Kötü espri yoktur, gülmeyen arkadaş vardır.] Arka planda çekirge sesleri, ayaklarınızın dibinden uçup giden toz bulutu...

-         Acıkan var mı ya?
-         Yok, kanka, bizde tatlı kan var.*

Grup 500 metre uzaklaşır.

5)      Yaa, benim de geçen amcam öldü işte.

Lütfen ama lütfen şu elinizdeki telefonlardan bir an için kaldırın başınızı da karşınızdaki insanın yüzüne bakın. Hayır, durum bir müddet sonra öyle bir raddeye geliyor ki karşılıklı iki insanın yahut kalabalık bir grubun sadece yan yana oturup mesajlaşmak için toplandığını sanıyorsunuz. Öyle bir umarsızlık, öyle bir can sıkıntısı. Herkes birbirinden sıkılıyor, herkes birbirinden bir şeyler bekliyor.

-         Sonra annemle kavga ettik işte, şu anda da konuşmuyoruz.
-        
-         İnanır mısın? Geçen amcam öldü, babam da komaya girdi bunu duyunca.
-         Allah rahmet eylesin.
        
Yapmayın.

Yazılacak daha nice şey var da yazıyı uzatmak istemiyorum. Sözün özü, gözlerinizi sadece bakmak için kullanmayın. Dışarıya adımınızı attığınız vakit kaldırın başınızı ve bakmayın, görün. Gökyüzünün ardında uzanan evreni görün, sokakta gezinen kedileri, yürüyen insanları görün. Görün ki fark edin. Görün ki şükredin. Anınızın tadını çıkarın. Keza o ortamı yahut insanları tekrar bir arada, aynı canlılıkla bulur musunuz, bilinmez. Sosyal mesajımı da verdim, gidiyorum ben.

Esen kalın, hoşça kalın.

*Espri benim değil, vurmayın.

Paylaş :

Facebook Yorumlar

0 comments :