Merhabalar.
Kapkaranlık Ormanda, Ruth Ware'in ilk romanı, 2015 yılında yayımlanmış. Ardından da 2016 yılında The Woman in Cabin 10 adlı bir gizem-gerilim romanı yayımlanmış; o da muhtemelen dilimize çevrilecektir; Kapkaranlık Ormanda büyük ilgi gördü gibi çünkü. Bu iki kitabın haricinde 2017 yılında yayımlanması beklenilen 3. bir kitabı daha var: The Lying Game.
The Woman in Cabin 10 kitabı, bir seyahat dergisi yazarının görev için bir gemi aracılığıyla yolculuğa çıkmasını anlatıyor. Kabin diyor, gemi diyor... Zaten az buçuk nasıl klostrofobik bir ortam olduğu belli, arka kapakta da yer vermişler buna. The Lying Game ise biraz Pretty Little Liars serisini anımsattı açıkçası bana. Isa adlı karakterimiz bir mesaj alıyor, mesajda yazansa şu: Sana ihtiyacım var. Isa da tası tarağı toplayıp yatılı okulunu geçirdiği yer olan Salten'a gidiyor. Gittiği vakit kumsalda 'korkunç' bir şey bulunuyor. Üç tane arkadaşı var ve bunlar da okul zamanında Yalan Oyunu oynamışlar, insanları en çılgın hikayelere ikna etmek için yarışmışlar. Olaylar sarpa sarmış tabii sonrasında da. [Yalanla oyun olmaz, cık.] Sinopsis'in en son cümlesi de şöyle: Kendi arkadaşlarına gerçekten ne kadar güvenebilirsin?
Neyse, yazardan ve kitaplarından bahsettiğime göre bu yazıyı yazıyor olmamın asıl sebebine gelelim: Kapkaranlık Ormanda. Öncelikle kapak orijinal ve çok güzel. Dediğim gibi tasarımları, fotoğraf içeren kapaklara göre daha çok beğeniyorum. Kitabın bir başka kapağı daha var gibi, o bu kadar güzel olmamış mesela. Merak edenler için tık tık.
Konusuna kısaca değinecek olursam ana karakterimiz Nora, bir yazar ve tek başına bir yerde yaşıyor, adını unuttum şimdi. Arkadaşları var ama daha çok yalnız takılmayı, kendi ayakları üzerinde durmayı seven birisi. Aynı zamanda koşmayı da seviyor. Kafasına estiğinde koşuyor, içindeki birikmiş enerjiyi atması gerektiğinde koşuyor, sorunlardan kaçmak için değil, sorunları unutmak için koşuyor. Nora baya koşuyor yani. Bir gün eski arkadaşlarından birinin bekârlığa veda partisi için bir mail alıyor. Ve şoka uğruyor deyim yerindeyse. Çünkü evlenecek olan arkadaşı ile 10 yıldır görüşmemiş. Mailde yer alan ve geçmişinden gelen ortak arkadaşlarından birine gidip gitmeyeceğini soruyor. Ve ikisi bir karar veriyor: Sen gidersen ben de giderim. Neticede gittiklerini tahmin edebilirsiniz sanırım.
Buraya kadar hiçbir sıkıntı yok, asıl mesele şu ki gittikleri yer dağın başı. Yani... baya dağın başı, mübalağa etmiyorum. Ormanın içerisinde camdan bir ev. Camdan derken de mübalağa etmiyorum, evin her yeri cam. [Uf, hatırladıkça tüylerim diken diken oluyor.] Bunlar kıllanıyorlar tabii biraz, hafif tedirginlik de cabası. Ama sonra nedense geçiyor bu durum içeri geçince. [Şu kitap karakterleri ne kadar çabuk göz ardı edebiliyorlar korkularını veya endişelerini yahu? Beni hiçbir kuvvet o evin içerisine sokamazdı.] Neyse, toplamda... sayıyorum, 7 kişiler. Nora dördünü tanımıyor zaten.
Asıl bomba mevzu şu ki: Nora, Clare ile koşudan dönerken evin önünde karşılaşıyor. Clare bekarlığa veda partisi yapan kızın adı bu arada. [Evet, akşamın bir saatinde bir taraflarının üzerinde oturamayıp ormanda koşuya çıkıyor. Bazı karakterler kaşınıyor sanırım.] Ve Clare, Nora'ya deyim yerindeyse tokat atıyor, böyle okkalısından. Tokat şöyle: Ben James ile evleniyorum. James kim? James, Nora'nın eski sevgilisi. Vukuatlarını anlatmıyorum, okumak isterseniz kendiniz okuyun zaten oralarını.
Neyse sonra bunlar başlıyorlar eğlenceye. Viskiler, shotlar, kokainler, bilmem neler... Ya tanımadığın 4 kişi var o evde, dağın başındasın. Manyak mısın, niye kafayı buluyorsun? Çok da bulmuyor gerçi de neyse, geçeyim bu mevzuyu. Partiyi organize eden bir hatun var, evlenecek olan kızın en yakın arkadaşı. Kadın biraz kafadan kontak. Zaten yazar ondan şüphelenmeniz için elinden geleni yapıyor.
Kitap boyunca şüphelendiğim 2 kişi oldu zaten; biri bu kafadan kontak ablamız Flo, diğeri de başka biri. Bir tane bebekli abla var zaten, bebeğini bırakmış gelmiş. Yazar onu neden kadroya dahil etmiş hiçbir fikrim yok. Olayların gelişmesine bir katkısı olmadan kadın atlıyor arabaya gidiyor, bebeği için. Tek bir sebebi olabilir, o da bir tepki ön izlemesi. Karakterlerden birinin daha sonra vereceği tepkiyi önceden bize göstermek istemiş olabilir. Ki bence hiç gerek yoktu, şaka maksatlı bahsedildiği vakit de gösterebilirdi yazar tepkisini.
Neyse.
Gizem-gerilim kitabı zaten, nereden bahsetmek için tutsam elimde kalıyor. O yüzden üstten yorumlamam gerekirse öyle çok beğenmedim kurgusunu. Dediğim gibi tahmin edilebilirdi, zaten şüphe uyandıracak adam yazmamış, Ware. Karakter bile şüphelenmeye çalıştığı anda bir şey bulamadı, dolayısıyla iki kişiden başka kimse de kalmadı. Kitap bir geçmiş, bir gelecek şeklinde ilerliyor. [Bana kapağındaki ağaçlar, geçmiş-gelecek mevzusu, atmosferi falan deli gibi Kafes'i anımsattı zaten.] Günümüzde Nora bir şeyleri hatırlamaya çalışıyor. Siz de onunla beraber yavaş yavaş olayları çözümlüyorsunuz.
Sözün özü, sağlam bulamadım kurgusunu. Yazarın diğer kitaplarına belki bir şans veririm ama ilk sırada yer almaz, onu biliyorum. Gizem-gerilim tarzında bir kitap arıyorsanız çok da tavsiye edemem. Çoğu yerde geriliyorsunuz evet ama evin lokasyonu gerilmeniz için başlı başına bir sebep. Gizeminden de bahsettim zaten.
Gideyim o zaman ben.
Puanım 3/10.
Alıntılar:
Koşuyorum. Yalnızca ay ışığıyla aydınlanan ormanda koşuyorum; dallar giysilerimi yırtıyor, ayaklarım karın altında kalmış eğreltiotlarına takılıyor. Böğürtlen dikenleri ellerimi yırtarken aldığım her soluk boğazımı âdeta lime lime ediyor. Canım yanıyor. Her şey canımı yakıyor. Ama buna alışkınım. Ben koşarım. Bunu başarabilirim.
Rüyamda kan görüyorum; etrafa yayılıp âdeta kan gölüne dönüşerek üstüme başıma bulaşıyor. Kan birikintisinin içinde diz çökmüş halde kanı durdurmaya çalışsam da beceremiyorum. Pijamalarım kan içinde kalıyor. Beyazlatılmış ahşap döşemelere yayılıyor... İşte, tam o anda uyanıyorum.
...İçerideyken üstüme çökmek üzere olan o şeytani klostrofobi hissi geçmişti. Buna neden olan cam mıydı? Herhangi birinin dışarıda dikilip kimseye fark ettirmeden bizi izleyebileceği gerçeği miydi? Yoksa bana hastanelerdeki bekleme odalarını, sosyal deneyleri anımsatan odaların tuhaf kimsesizliği miydi? Dışarı çıktığım anda izlenme hissi etkisini epeyce yitirmişti. Koşmaya başladım. Bu kolaydı. Kesinlikle kolay olan buydu. Durmadan soru soran, burnunu ait olmadığı yerlere sokan kimse yoktu. Yalnızca keskin, tatlı hava ve ayaklarımın çam iğnelerinden oluşan zemin üzerinde çıkardığı yumuşak sesler vardı.
Esen kalın, hoşça kalın.
Not: Yazıyı yayınladığım gün İthaki Yayınları'nın The Woman in Cabin 10 kitabının çevrildiğini gördüm. 4 Ağustos 2017'de satışa çıkacakmış.