Film Önerisi | VOL-İ (WALL-E)

28 Temmuz 2017 Cuma

Kitap Yorumu | Kapkaranlık Ormanda - Ruth Ware

Kitap Yorumu | Kapkaranlık Ormanda - Ruth Ware

Merhabalar.

Kapkaranlık Ormanda, Ruth Ware'in ilk romanı, 2015 yılında yayımlanmış. Ardından da 2016 yılında The Woman in Cabin 10 adlı bir gizem-gerilim romanı yayımlanmış; o da muhtemelen dilimize çevrilecektir; Kapkaranlık Ormanda büyük ilgi gördü gibi çünkü. Bu iki kitabın haricinde 2017 yılında yayımlanması beklenilen 3. bir kitabı daha var: The Lying Game.

The Woman in Cabin 10 kitabı, bir seyahat dergisi yazarının görev için bir gemi aracılığıyla yolculuğa çıkmasını anlatıyor. Kabin diyor, gemi diyor... Zaten az buçuk nasıl klostrofobik bir ortam olduğu belli, arka kapakta da yer vermişler buna. The Lying Game ise biraz Pretty Little Liars serisini anımsattı açıkçası bana. Isa adlı karakterimiz bir mesaj alıyor, mesajda yazansa şu: Sana ihtiyacım var. Isa da tası tarağı toplayıp yatılı okulunu geçirdiği yer olan Salten'a gidiyor. Gittiği vakit kumsalda 'korkunç' bir şey bulunuyor. Üç tane arkadaşı var ve bunlar da okul zamanında Yalan Oyunu oynamışlar, insanları en çılgın hikayelere ikna etmek için yarışmışlar. Olaylar sarpa sarmış tabii sonrasında da. [Yalanla oyun olmaz, cık.] Sinopsis'in en son cümlesi de şöyle: Kendi arkadaşlarına gerçekten ne kadar güvenebilirsin?

Neyse, yazardan ve kitaplarından bahsettiğime göre bu yazıyı yazıyor olmamın asıl sebebine gelelim: Kapkaranlık Ormanda. Öncelikle kapak orijinal ve çok güzel. Dediğim gibi tasarımları, fotoğraf içeren kapaklara göre daha çok beğeniyorum. Kitabın bir başka kapağı daha var gibi, o bu kadar güzel olmamış mesela. Merak edenler için tık tık.

Konusuna kısaca değinecek olursam ana karakterimiz Nora, bir yazar ve tek başına bir yerde yaşıyor, adını unuttum şimdi. Arkadaşları var ama daha çok yalnız takılmayı, kendi ayakları üzerinde durmayı seven birisi. Aynı zamanda koşmayı da seviyor. Kafasına estiğinde koşuyor, içindeki birikmiş enerjiyi atması gerektiğinde koşuyor, sorunlardan kaçmak için değil, sorunları unutmak için koşuyor. Nora baya koşuyor yani. Bir gün eski arkadaşlarından birinin bekârlığa veda partisi için bir mail alıyor. Ve şoka uğruyor deyim yerindeyse. Çünkü evlenecek olan arkadaşı ile 10 yıldır görüşmemiş. Mailde yer alan ve geçmişinden gelen ortak arkadaşlarından birine gidip gitmeyeceğini soruyor. Ve ikisi bir karar veriyor: Sen gidersen ben de giderim. Neticede gittiklerini tahmin edebilirsiniz sanırım.

Buraya kadar hiçbir sıkıntı yok, asıl mesele şu ki gittikleri yer dağın başı. Yani... baya dağın başı, mübalağa etmiyorum. Ormanın içerisinde camdan bir ev. Camdan derken de mübalağa etmiyorum, evin her yeri cam. [Uf, hatırladıkça tüylerim diken diken oluyor.] Bunlar kıllanıyorlar tabii biraz, hafif tedirginlik de cabası. Ama sonra nedense geçiyor bu durum içeri geçince. [Şu kitap karakterleri ne kadar çabuk göz ardı edebiliyorlar korkularını veya endişelerini yahu? Beni hiçbir kuvvet o evin içerisine sokamazdı.] Neyse, toplamda... sayıyorum, 7 kişiler. Nora dördünü tanımıyor zaten.

Asıl bomba mevzu şu ki: Nora, Clare ile koşudan dönerken evin önünde karşılaşıyor. Clare bekarlığa veda partisi yapan kızın adı bu arada. [Evet, akşamın bir saatinde bir taraflarının üzerinde oturamayıp ormanda koşuya çıkıyor. Bazı karakterler kaşınıyor sanırım.] Ve Clare, Nora'ya deyim yerindeyse tokat atıyor, böyle okkalısından. Tokat şöyle: Ben James ile evleniyorum. James kim? James, Nora'nın eski sevgilisi. Vukuatlarını anlatmıyorum, okumak isterseniz kendiniz okuyun zaten oralarını.

Neyse sonra bunlar başlıyorlar eğlenceye. Viskiler, shotlar, kokainler, bilmem neler... Ya tanımadığın 4 kişi var o evde, dağın başındasın. Manyak mısın, niye kafayı buluyorsun? Çok da bulmuyor gerçi de neyse, geçeyim bu mevzuyu. Partiyi organize eden bir hatun var, evlenecek olan kızın en yakın arkadaşı. Kadın biraz kafadan kontak. Zaten yazar ondan şüphelenmeniz için elinden geleni yapıyor.

Kitap boyunca şüphelendiğim 2 kişi oldu zaten; biri bu kafadan kontak ablamız Flo, diğeri de başka biri. Bir tane bebekli abla var zaten, bebeğini bırakmış gelmiş. Yazar onu neden kadroya dahil etmiş hiçbir fikrim yok. Olayların gelişmesine bir katkısı olmadan kadın atlıyor arabaya gidiyor, bebeği için. Tek bir sebebi olabilir, o da bir tepki ön izlemesi. Karakterlerden birinin daha sonra vereceği tepkiyi önceden bize göstermek istemiş olabilir. Ki bence hiç gerek yoktu, şaka maksatlı bahsedildiği vakit de gösterebilirdi yazar tepkisini.

Neyse.

Gizem-gerilim kitabı zaten, nereden bahsetmek için tutsam elimde kalıyor. O yüzden üstten yorumlamam gerekirse öyle çok beğenmedim kurgusunu. Dediğim gibi tahmin edilebilirdi, zaten şüphe uyandıracak adam yazmamış, Ware. Karakter bile şüphelenmeye çalıştığı anda bir şey bulamadı, dolayısıyla iki kişiden başka kimse de kalmadı. Kitap bir geçmiş, bir gelecek şeklinde ilerliyor. [Bana kapağındaki ağaçlar, geçmiş-gelecek mevzusu, atmosferi falan deli gibi Kafes'i anımsattı zaten.] Günümüzde Nora bir şeyleri hatırlamaya çalışıyor. Siz de onunla beraber yavaş yavaş olayları çözümlüyorsunuz.

Sözün özü, sağlam bulamadım kurgusunu. Yazarın diğer kitaplarına belki bir şans veririm ama ilk sırada yer almaz, onu biliyorum. Gizem-gerilim tarzında bir kitap arıyorsanız çok da tavsiye edemem. Çoğu yerde geriliyorsunuz evet ama evin lokasyonu gerilmeniz için başlı başına bir sebep. Gizeminden de bahsettim zaten.

Gideyim o zaman ben.

Puanım 3/10.

Alıntılar:
Koşuyorum. Yalnızca ay ışığıyla aydınlanan ormanda koşuyorum; dallar giysilerimi yırtıyor, ayaklarım karın altında kalmış eğreltiotlarına takılıyor. Böğürtlen dikenleri ellerimi yırtarken aldığım her soluk boğazımı âdeta lime lime ediyor. Canım yanıyor. Her şey canımı yakıyor. Ama buna alışkınım. Ben koşarım. Bunu başarabilirim.
Rüyamda kan görüyorum; etrafa yayılıp âdeta kan gölüne dönüşerek üstüme başıma bulaşıyor. Kan birikintisinin içinde diz çökmüş halde kanı durdurmaya çalışsam da beceremiyorum. Pijamalarım kan içinde kalıyor. Beyazlatılmış ahşap döşemelere yayılıyor... İşte, tam o anda uyanıyorum.
...İçerideyken üstüme çökmek üzere olan o şeytani klostrofobi hissi geçmişti. Buna neden olan cam mıydı? Herhangi birinin dışarıda dikilip kimseye fark ettirmeden bizi izleyebileceği gerçeği miydi? Yoksa bana hastanelerdeki bekleme odalarını, sosyal deneyleri anımsatan odaların tuhaf kimsesizliği miydi? Dışarı çıktığım anda izlenme hissi etkisini epeyce yitirmişti. Koşmaya başladım. Bu kolaydı. Kesinlikle kolay olan buydu. Durmadan soru soran, burnunu ait olmadığı yerlere sokan kimse yoktu. Yalnızca keskin, tatlı hava ve ayaklarımın çam iğnelerinden oluşan zemin üzerinde çıkardığı yumuşak sesler vardı.
Esen kalın, hoşça kalın.

Not: Yazıyı yayınladığım gün İthaki Yayınları'nın The Woman in Cabin 10 kitabının çevrildiğini gördüm. 4 Ağustos 2017'de satışa çıkacakmış. 

22 Temmuz 2017 Cumartesi

Kitap Yorumu | İlik - Tarryn Fisher

Kitap Yorumu | İlik - Tarryn Fisher


Merhabalar.

Bone'da bir ev, evde bir kız, kızda bir gizem... Darkness kelimesi için gizem karşılığını tercih eder miydim, bilemiyorum. Bunu dememin sebebi de kızda bir gizemden çok karanlık bir şeyin olması... Yani gizemle beraber karanlığın olması... Of, çok karıştırdım bu konuyu. Şey yapmayayım daha fazla.

Kapaktan başlıyorum: Çok güzel. Evet, yapılışı yarım saat bile sürmez belki fakat anlamı önemli şu anda benim için. Ana karakter Margo'nun Bone'daki ev ile olan bağlantısını çok doğru yansıtmış, Murphy Rae. Kendisi yazarın 2016 yılında basılan Bad Mommy kitabının, aynı zamanda Tersyüz kitabının, kapak tasarımını yapan kişi. [Aspendos, huhu! Bad Mommy.]

Beni tüm kötülüklerden koruyan anneme, diye ithafta bulunmuş Fisher. Bu da hikayenin içeriği ile örtüşen bir ithaf keza. Ve kitabın ilk paragrafı şöyle başlıyor:
Bone'da bir ev, penceresi kırık... Açık kısmı bir gazete sayfası kaplıyor, kenarlarından kalın izole bant parçalarıyla sağlama alınmış. Evin dış cephe kaplamaları yaşlı bir vücudunki gibi sarkıyor, dünyanın yükünü çekiyormuş gibi görünen çatıyı ayakta tutuyor. Bu evde annemle yaşıyorum. Yağmurda, baskı altında, kırık pencereli odada... Buraya obur ev diyorum. Çünkü izin verirseniz sizi yer bitirir; anneme yaptığı ve bana yapmaya çalıştığı gibi.
Yazdığım bu ilk paragraf kitabın tanıtımı gibi bir şey aslında. Koca kitabı anlatıyor çünkü. Cümleler ahenklerini bozmadan ilerlemeye devam ediyor, sayfalar boyunca. Öyle aksiyon, entrika, gizem falan bekliyorsanız elinizdeki yahut aklınızdaki kitabı bir kenara fırlatın. Çünkü çok sakin bir tempoda ilerliyor, İlik. Ve ben bu dinginliğe bayıldım.

Şimdiki zaman ile yazılmış kitap tabii. Bazen bir bakıyorsunuz geçmiş zamana atlamış, Fisher. Kendisi baya çılgın bir yazardır da. Bu beni önceden rahatsız ederdi ama artık alıştım sanırım, o kadar da rahatsız etmiyor.

Sakin bir tempoda ilerliyor ama içerisinde elbetteki girişi, gelişmesi ve sonucu olan bir olay da var. Ana karakterimiz Margo'nun yıllar içerisinde geçirdiği değişimi okuyorsunuz. Sıkı sıkıya kavradığı zincirlerini bırakışını, ardından gelişen olayları, fiziksel ve zihinsel süreçlerini... Psikolojik gerilim türünden ne bekliyorsanız veriyor yani size.

Hal durum böyle olunca kurgu ile alakalı anlatabileceğim bir şey kalmıyor. Anlatırsam kitap biter. [Ehehehe. ...] Ben de karakterlere geçiyorum bu sebepten. Margo, ana karakterimiz, gizemli/karanlık kızımız. Bir Tarryn Fisher romanı okuyorsanız düzgün bir karakter beklememeniz gerektiğini bilmelisiniz. Karakterleri hiçbir şekilde mükemmel ya da mükemmele yakın değil. İçimizden birisini hatta daha beterini yazar zaten genelde. Margo da böyle bir karakter. Yaşadığı yer zaten izbe bir yer, annesi deseniz doğru düzgün evden çıkmayan bir hayat kadını, baba yok, arkadaş denen bir şey de yok. İşine gidip gelen, annesinin memnuniyetsizliğine ve sevgisizliğine katlanan biri, Margo. Arka kapakta bahsedilen Judah Grant ile ilerleyen sayfalarda tanışıyorsunuz. Onun hayatı Margo'nunkine nazaran daha iyi. Margo'yu tamamlayan pozitif kutup diyebiliriz. Margo'ya kıyasla pozitif tabii.

Çok da karakter yok zaten kitapta. Yani çok kalabalık bir kadro yok daha doğrusu. Hikayenin gelişimine katkı sağlayacak kadar çok, isimlerden ötürü kafanızı çorbaya çevirmeyecek kadar az karakter var. Kitabı okurken Margo'nun yalnızlığını iliklerinizde hissetmenizi istiyor bir yerde, Fisher.

Sanırım bu kadar. Bana sorarsanız ben şiddetle öneririm. Tarryn Fisher'ın her kitabını lakin sizin ne istediğinizi bilmeniz gerekiyor. Durum hikayeleri sizi bayıyorsa mesela, almayın bu kitabı. Hafif kafadan kontakt karakterler okumayı seviyorsanız Tarryn Fisher hepsini yazmış, raflara koymuş zaten.

Daha fazla övmeden kaçayım ben.

Puanım 8/10.

Alıntılar:
"Hüzün insanın güvenebileceği bir duygu... Tüm diğer duygulardan güçlü... Mutluluk yanında gelgeç kalıyor; güven vermiyor. Yayılıyor, daha uzun sürüyor ve iyi hislerin yerini öyle ustaca alıyor ki kendinizi bir anda prangasında bulana kadar değişimi hissetmiyorsunuz bile. Mutluluk için canımızı dişimize takıyoruz ve bu kaçamaklı hissi bir kere ele geçirince kısa süre tutabiliyoruz; parmakların arasından akıveren su gibi, gidiyor. Ben suyu tutmak istemiyorum. Ele gelen, sağlam bir şey tutmak istiyorum. Anlayabildiğim bir şey... Hüznü anlayabiliyorum; bu yüzden, ona güveniyorum. Hüznü hissetmemiz gerekiyor, mutluluğun kısa süreli laf kalabalığından korunmak için olsa bile... Bilip bileceğim şey karanlık; belki de işin sırrı onu şiire çevirmektir."
Annemin önce kahkahaları kayboldu, ardından da gülümsemeleri; öyle derin gülümserdi ki diş etlerini dişlerinden çok görürdünüz. Son kaybolan ise gözleri oldu; pırıl pırıl, manalı bakan gözleri. Bakışları, üzerimde durmayı bırakıp içimden geçmeye başladı. Gözleri duvarlara, dolaplara, zemine dikildi. Ben hariç her şeye dikildi.
Çığlık atıp ona risk almasını söylemek istiyorum. Git! Bone'da dönüşmeye zorlandığımız ve bırakamayacak kadar güçsüz hissettiğimiz şeyler hakkında içimde nefretin kaynamaya başladığını hissediyorum. Ben çekip gideceğim, diyorum kendi kendime. İlk fırsatta... Judah da öyle yapacak. Bu kasabanın tavanı ona alçak geliyor. Sandalyesinde otururken bile.
Esen kalın, hoşça kalın.

12 Temmuz 2017 Çarşamba

Kitap Yorumu | Gölün Dibindeki Ev - Josh Malerman

Kitap Yorumu | Gölün Dibindeki Ev - Josh Malerman


Merhabalar.

Gölün Dibindeki Ev, Josh Malerman'ın dilimize çevrilen 2. kitabı; 2017 yılının Mart ayında yayımlandı. Çok taze yani. İlk kitabı olan Kafes de 2015 yılında yayımlandı, çok da duyuldu adı. Hani, onunla alakalı yorumumu okumak istersiniz falan diye hemen şuraya linki bırakıyorum. Ve asıl kitabımıza geçiyorum:

Şimdi, kitap 184 sayfa ve korku-fantastik-sihirli gerçekçilik türlerine ait. Kapağının tasarımını çok sevdim. Üstüne bir de İthaki Yayınları gitmiş kapağı kadifemsi bir şey ile kaplamış. [Çok aradım, bulamadım. İsminin ne olduğunu da unuttuğumdan kadifemsi bir şey diyorum, mazur görün artık.] Kitabı okumadan evvel her seferinde kapağında bir elimi gezdirdim yani, ne yalan söyleyeyim.

Şimdi, kitapta hepi topu 4 karakter falan var zaten. İkisi ana karakter, diğer ikisi de bir ara gözüküyorlar ve sahneye dahil oluyorlar sadece. Ana odak noktamızda iki karakter var: Amelia ve James. İkisi de on yedi yaşındaydı. [Evet.] İkisi de korkuyordu. [Valla bana pek korkuyorlarmış gibi gelmedi. Korku değildi o.] İkisi de evet diyordu. [Evet, önlerine ne gelirse evet diyorlardı, doğru.]

Kitap James'in Amelia'ya çıkma teklifi etmesi ve genç kızın da bu teklifi kabul etmesi ile başlıyor. Hızlı bir giriş, direkt giriyoruz olayın ve dünyanın içine. İlk buluşmada kano ile göle gitmeyi teklif ediyor çocuk. Bunlar kararlaştırıyorlar falan, sonra da alıp kanoyu gidiyorlar göle. Üç beş turluyorlar yetmiyor, ardından hemen ikinci göle. Oraya da şöyle bir göz gezdiriyorlar falan, hop, hemen üçüncü göle. Üçüncü göl son durağımız neyse ki ve en önemli göllerimizden biri. [Böyle deyince de Coğrafya dersinde gibi hissettim kendimi.] Bunlar oturuyorlar gölün ortasında duran kanoda ve acıktıklarından sandviç yiyelim diyorlar. İki ısırık falan derken, hop, kız gölün dibinde bir çatı görüyor.

İşte asıl olay, bundan sonra başlıyor.

Kız tutturuyor, Gidip bakalım, ev mi o, yok canım ev olamaz, keşfetmeliyiz, bakmalıyız, dibe dalmalıyız, Allah'ım çok güzel... Oğlan da yazık buluşmaya heyecan katma peşinde Tamam, diyor. İlk başta çocuk iniyor aşağı, nefesini tutabildiği kadar duruyor zaten. İnceliyor bir yere kadar. Sonra da kaldığı yerden kız inceliyor evi.

Baya ev var, gölün dibinde. Bahçesi mahçesi falan var. Kapısı açık. Yani, yarı açık. Malikâne gibi bir şey zaten mübarek, kaç tane oda keşfettiler hatırlamıyorum şimdi. Evin gölün dibinde olması zaten Oha!lık bir şey, evin içindeki yaşadıkları şeyler de ayrı bir Oha!yı hak ediyordur herhalde.

Neyse bunlar bakıyorlar böyle git gel olmuyor, dalış kıyafeti alıyorlar. Öyle inmeye başlıyorlar eve. Altını üstüne getiriyorlar evin. Yetmiyor, sal yapıp bacaya bağlıyorlar. Gece de salın içinde uyuyorlar. Baya âşık oluyorlar eve, mübalağa etmiyorum kesinlikle. Bir de kız sürekli Bu ev bizim, bize ait, ikimize ait, burasını bizden başka kimse bilmemeli, burası bizim özelimiz, falan diye düşünüp duruyor. Ağzının ortasına iki tane vurasım geldi. Nereden senin evin oluyor? Ben yazsam kitabı evin içine aile yerleştirir, geldikleri anda da ağlatırdım bunları bir güzel. Öf, tam ergenler resmen.

Gerisini de anlatmayayım, incecik kitap zaten. Romandan ziyade öykü tadındaydı, diyebiliriz. Az karakter, az mekan, az olay... Yaşandı bitti, saygısızca, tadında başlayıp bitiyor hemen kitap. Korku dalında değil, onu söyleyebilirim. Kafes bir nebze öyleydi ama bu değil. Daha çok gizem-gerilim.

Kitapta nasıl farklı bir tarz yakalamaya çalışmışsa yazar, diline de yansımış bu durum. Kelimelerle, cümlelerle oynayışını sevdim.

En önemli noktaya da değineyim bu arada: Kafes'i beğendim diye gidip almayın bu kitabı. Yani, bu başka bir kitap. Başka bir şey anlatıyor. Başka bir tarzı var. Kafes gibi daha genel bir kitleye hitap etmiyor. Sonra boş yere Beğenmedim, bu ne böyle? tarzı düşüncelere boğulursunuz, gerek yok.

Sözün özü, herkese öneremem bu kitabı. Böyle değişik şeyler okumayı seviyorsanız eğer bir şans verebilirsiniz. [Çok açıklayıcı oldu değil mi, bu cümle?] Kitaptan çok fazla şey bekliyorsanız bu sizin probleminiz. En fazla 2 günde bitebilecek, çerezlik bir kitap, Gölün Dibindeki Ev. Almadan evvel ne tarz şeylerden hoşlandığınızı bir daha düşünün.

Puanım 4/10. [5 verirdim belki de ama sonu kafamı çok kurcaladı.]

Esen kalın, hoşça kalın.
Not: Sonu hakkında kesin bir bilgiye sahip olan varsa bana yazabilir mi acaba? Düşündüm durdum, bir türlü mantıklı bir sonuca varamadım çünkü. 

11 Temmuz 2017 Salı

Kitap Yorumu | Damat - Adem Metan

Kitap Yorumu | Damat - Adem Metan


Merhabalar.


Damat kitabına, alışveriş listem için kitap arayışı yaptığım vakitlerde denk geldim. İndirimde görünce, kapağı ve konusu da dikkatimi çekince hemen sepete ekledim. Daha çok yeni bir kitap zaten kendisi. Adem Metan, radyo program yapımcısı, sunucusu, yazar ve komedyenmiş. Kendisi birçok radyo kanalında çalışmış bugüne kadar, çoğunu da biliyoruz. Politik görüşü ve geçmişte başından geçen bir olay nedeniyle sosyal medyadan birtakım eleştiriler de almış kendisi. Araştırdığım kadarıyla edindiğim bilgiler bunlar.


Damat, tek kitabı sanıyordum ki 4 tane daha kitap yayımlamış zamanında kendisi: Hayata Dair Özlü Sözler (2011), Senden Bir Parça (2013), Yalnızlığın Sen Tonu (2014) ve Kompo Komik (2015). Hiçbirine denk gelmedim, ne yazık ki.

Öncelikle kitabın kapağı çok güzel. Yapılan damat ve gelin illüstrasyonunu, siyah ve pembe uyumunu sevdim. [Pembe biraz fazla göz alıyor ama olsun, ne yapalım.] Kapak tasarımı, C. Kemal Yürekli tarafından yapılmış. Neticede kapak fikrini yerinde buldum ben. Bunun haricinde her bölüm başında kapak tasarımına benzer şekilde illüstrasyonlar da yer almakta. Onlarda da kısmi hatalar var ama basımdan mı kaynaklanıyor, tasarım esnasında bağlantı noktalarının bozulmasından mı, emin olamadım. [Çok küçük hatalar zaten, mesleki hastalık olmuş bizimkisi.]

Damat, temel olarak ana karakterimiz Mülayim Makas'ın kendisine -en önemlisi de ailesine tabii- güzel bir gelin bulma arayışını anlatıyor. 15 yaşında bir Mülayim ile başlıyor, 30 yaşında bir Mülayim ile kitaba son noktasını koyuyoruz. 15 yıl içerisinde süregelen birçok macera geçiyor başından. Lisesinden üniversitesini, askerinden tatiline... Her yerde karşısına elbet biri çıkıyor, çıkan da Mülayim'i bir şekilde beter ediyor.

Trajikomik Bir Aşk Macerası, diyor kapakta. Doğru diyor. Mülayim'in başına gelen, pişmiş tavuğun başına gelmiyor deyim yerindeyse.

Mülayim tam anlamıyla ortamın zıpırı dediğimiz heriflerden. Hayatının her evresinde bir şekilde ortam kurmayı başarıyor, yağlama ballamada üstüne yok. Amaca giden her yol mübahtır, felsefesini de benimsemiş aynı zamanda. Ve kadrolu âşık kendisi. Âşık olmadığı kız kalmıyor kitapta, her birine ilk görüşte tutuluyor. Ve her biri için de yapmadığı şaklabanlık kalmıyor.

Ben Mülayim'in bu maceralarını okumayı çok sevdim. Çoğu yerinde de güldüm. Komik olması için yazılmış kitaplardan ziyade kendiliğinden komik bir kitaptı. Kitap kendisini zaten ciddiye almıyor, ben de burada ciddi analizlere girişip kasıntı bir yorum yapmayacağım. Kitabın zaten size vermek istediği şey belli, daha fazlasını umuyorsanız da problem sizde demektir.

Gülmelik, keyifli vakit geçirmelik çıtır çerez bir kitap arıyorsanız Adem Metan'ın Damat kitabını önerebilirim size. Sayfa sayısı da az, tez vakitte yormadan bitiriyorsunuz kendisini. Hazır hâlâ Okuoku'da indirimdeyken bir bakın derim. Yaz ayında özellikle iyi gelebilir, benden söylemesi.

Puanım 7/10.

Alıntılar:
"Allah bereketini arttırsın kanka. Ama sana kötü bir haberim var." "Nasıl kötü haber? Derya etkilenmemiş mi yoksa?" "Derya etkilendi mi bilmiyorum; ama Derya'nın 11. sınıflardan çıktığı biri varmış. İsmi Erhan; epeyce etkilenmiş olaya. Hatta şu an parkın köşesinden çetesiyle birlikte seninle buluşmak için geliyor. Ayrıca Derya'nın babası tornacı Hüseyin de duymuş meşhur şarkını. O da sanayide ne kadar adam bulduysa toplamış geliyormuş. Sen ufak ufak topuklasan iyi olur..."
En büyük özelliğim, her türden aşk acısını hızlıca atlatıyor olmam sanırım. Mesela arkadaşlarıma bakıyorum, kaç ay boyunca yemeden içmeden kesilenler var. Şükür ki böyle takıntılarım yok. Kaybettiğim her oyun, yeni bir başlangıç ve gönlümün gerçek sahibi için gıcır arayışlar manasına geliyor benim için.
Hadi, esen kalın, hoşça kalın.

8 Temmuz 2017 Cumartesi

Seri Yorumu | Tatlı Şeytan / Tehlike / Hesaplaşma / Cazibe - Wendy Higgins (The Sweet Trilogy)

Seri Yorumu | Tatlı Şeytan / Tehlike / Hesaplaşma / Cazibe - Wendy Higgins (The Sweet Trilogy)


Merhabalar.

Wendy Higgins'i bu seri ile tanıdım ama başka serileri de varmış kendisinin: Unknown (Bilinmeyen) adlı üçlemesi, See Me (Gör Beni) adlı ikilemesi ve yeni kitabını henüz bu sene yayımladığı Eurona adlı ikilemesi. Kim bilir, belki bir gün çevrilir bu kitapları da.

Şeytan ve Melek kavramlarını konu alan bir seri okumadım daha evvel. Yani... sanırım. Hatırlayamadım şimdi. Tatlı serisini ancak tamamlayabildim; 4. kitabı yeni okuyup bitirdim çünkü. Gerçi 4. kitap seriden tamamen bağımsız bir kitap. Ben yine de 4. kitabı okumadan bir yorumda bulunmayayım dedim.

Dıştan içe doğru gidersek kapakları beğenmedim. Neden beğenmedim? Ben kapaklarda manken kullanılmasından hiç haz etmiyorum. Öncelikle hayal gücümü kısıtlıyor. [Benim kafamdaki Kaidan ve Anna kesinlikle bunlar değil.] İkinci olarak da otobüste beni rahatsız ediyor. Ötemdeki berimdeki insanları günahım kadar umursamıyorum, ne düşünmek istiyorlarsa düşünebilirler. Olay benim rahatsız olmam. Elimdeki kitabın bu kadar patlamasını sevmiyorum. Yani, sonuç olarak kapaklarını beğenmedim.

Şimdi Melek dedik, Şeytan dedik. Nasıl var bu kavramlar serinin içerisinde, ondan bahsedeyim hemen. Melekler var, Şeytan (Lucifer) var. Temelde aynı durum var; Lucifer, kovulmuş melek. Ancak kendisi ile beraber kovulan başka melekler de var ve bunlara da Dük diyoruz kitapta. Farklı farklı günahları temsil ediyorlar kendileri. Lucifer'ın kendisi cehennemde oturuyor, Dükler de Lucifer adına iş görüyor yeryüzünde. Bu Düklerin bir de çocukları var: Nefiller. Her biri babasının günahını temsil ediyor.

Melek ve Şeytan dedim ama melekleri o kadar da fazla görmüyoruz seride. Daha çok Dükler ve Nefillerle bizim işimiz. Baş karakterlerimiz Kaidan ve Anna da Nefil. Anna'nın elbette özel bir durumu var ki söylemiyorum. Çünkü pislik yapmak. Yok, maksat spoiler etmeyeyim.

İlk kitapta Anna ve Kaidan'in tanışmalarını, birbirlerini tanımalarını, Anna'nın kendisini ve türünü tanımasını okuyorsunuz. Bunların yanı sıra arka planda dönen büyük bir olay da var tabii. 2. kitapta ana olay daha ön planda, Anna Hanım ve Kaidan Bey'in aşkı paspas altında takılıyor. 3. kitap zaten final kitabı, olay açığa kavuşuyor.

Geleyim beni neyin irite ettiğine...

Tamam, şeytan-melek durumlarında falan sorun yok. İncil'den mi geldiğinden emin olamadığım bir altyapı da var. Ama bunlar tam olarak durumu kurtarmaya yetmiyor. Birincisi, Dükler fazla saf. Baya baya saflar yani, bir haltı düşündükleri yok. Hiçbir önlem, plan yapma durumları falan yok. Zeka desen -bana göre- sıfır. Birileri tehdit mi oluşturuyor? Amaan, yumurta totoya dayanana kadar öyle göstermelik bir şeyler yaparız yea! Sonra da niye böyle oldu, diye düşünürüz. Nasıl fikir?

Peh. Kötü fikir.

İkincisi... uf, bu en sinir bozucusu. Bir kılıç var, tamam mı? Bir işe yarıyor işte bu kılıç, Anna'da duruyor sürekli. Kılıcı da sadece kendisi kullanabiliyor zaten. Ama kılıcın şöyle bir durumu var ki kullananın saf olması lazım. [Yani temiz olması lazım, salak değil. Öyle olsaydı muhtemelen Dükler kullanabilirdi.]

Ve.

Sırf bu durumdan dolayı sevişmiyorlar. Şimdi Sevişmeseler ne olacak? Sevişmelerini mi bekliyorsun sanki? diye düşünebilirsiniz. Olay sevişme değil zaten. Olay şu ki sevişme raddesine gelene kadar her haltı yiyip sonrasında Ah, olmaz! Kılıç! denmesi...

E beş dakika önce çocuğun ağzını yiyip bitiriyordun neredeyse?

Ama yok masumiyet o değil. O olmasın da kalanı sorun değil. İki karakter de böyle düşünüyor, Kılıç ne düşünüyor bilmiyorum. Kılıç da böyle düşünüyorsa ona da yuh yani. Son kitapta bir şey olacak, o zaman sorun kalmayacak. Hâlâ Ama? diyor çocuk. Kılıç?

Öf, yemişim kılıcınızı ya.

Masumiyet anlayışınıza çomak sokayım yani.

Huh. Neyse.

Daha ne diyebilirim artık, bilmiyorum. Alın, der miyim? Okumak istediğiniz şeye göre değişir. İyi bir romantik seri miydi? Evet, okunabilir düzeydeydi. İyi bir fantastik seri miydi? Hayır, bana göre değildi. Daha zeki bir kurgu beklerdim ben, yazık olmuş biraz.

Siz ne bekliyorsunuz bu seriden?

Kurgu bekliyorsanız almadan önce kısa bir an daha düşünün, derim.

Puanım 5/10.

Alıntıları serpiştiriyor, ayrılıyorum, demek isterdim ama serpiştirecek alıntı falan bulamadım koca seride. Yani öyle kayda değer bir cümle falan hatırlamıyorum şu anda, okurken de işaret koymamışım zeki ben. Geri dönüp dört koca kitabı da incelemek gözümü korkuttu. Yani... alıntı yok. Nevi şahsına münhasır bir anlatımı da yok zaten, klasik genç yetişkin tarzı kitap cümleleri. [Kendimi haklı çıkarmak adına söylemem gereken sözler, enter.]

Esen kalın, hoşça kalın.