Merhabalar.
Bone'da bir ev, evde bir kız, kızda bir gizem... Darkness kelimesi için gizem karşılığını tercih eder miydim, bilemiyorum. Bunu dememin sebebi de kızda bir gizemden çok karanlık bir şeyin olması... Yani gizemle beraber karanlığın olması... Of, çok karıştırdım bu konuyu. Şey yapmayayım daha fazla.
Kapaktan başlıyorum: Çok güzel. Evet, yapılışı yarım saat bile sürmez belki fakat anlamı önemli şu anda benim için. Ana karakter Margo'nun Bone'daki ev ile olan bağlantısını çok doğru yansıtmış, Murphy Rae. Kendisi yazarın 2016 yılında basılan Bad Mommy kitabının, aynı zamanda Tersyüz kitabının, kapak tasarımını yapan kişi. [Aspendos, huhu! Bad Mommy.]
Beni tüm kötülüklerden koruyan anneme, diye ithafta bulunmuş Fisher. Bu da hikayenin içeriği ile örtüşen bir ithaf keza. Ve kitabın ilk paragrafı şöyle başlıyor:
Bone'da bir ev, penceresi kırık... Açık kısmı bir gazete sayfası kaplıyor, kenarlarından kalın izole bant parçalarıyla sağlama alınmış. Evin dış cephe kaplamaları yaşlı bir vücudunki gibi sarkıyor, dünyanın yükünü çekiyormuş gibi görünen çatıyı ayakta tutuyor. Bu evde annemle yaşıyorum. Yağmurda, baskı altında, kırık pencereli odada... Buraya obur ev diyorum. Çünkü izin verirseniz sizi yer bitirir; anneme yaptığı ve bana yapmaya çalıştığı gibi.
Yazdığım bu ilk paragraf kitabın tanıtımı gibi bir şey aslında. Koca kitabı anlatıyor çünkü. Cümleler ahenklerini bozmadan ilerlemeye devam ediyor, sayfalar boyunca. Öyle aksiyon, entrika, gizem falan bekliyorsanız elinizdeki yahut aklınızdaki kitabı bir kenara fırlatın. Çünkü çok sakin bir tempoda ilerliyor, İlik. Ve ben bu dinginliğe bayıldım.
Şimdiki zaman ile yazılmış kitap tabii. Bazen bir bakıyorsunuz geçmiş zamana atlamış, Fisher. Kendisi baya çılgın bir yazardır da. Bu beni önceden rahatsız ederdi ama artık alıştım sanırım, o kadar da rahatsız etmiyor.
Sakin bir tempoda ilerliyor ama içerisinde elbetteki girişi, gelişmesi ve sonucu olan bir olay da var. Ana karakterimiz Margo'nun yıllar içerisinde geçirdiği değişimi okuyorsunuz. Sıkı sıkıya kavradığı zincirlerini bırakışını, ardından gelişen olayları, fiziksel ve zihinsel süreçlerini... Psikolojik gerilim türünden ne bekliyorsanız veriyor yani size.
Hal durum böyle olunca kurgu ile alakalı anlatabileceğim bir şey kalmıyor. Anlatırsam kitap biter. [Ehehehe. ...] Ben de karakterlere geçiyorum bu sebepten. Margo, ana karakterimiz, gizemli/karanlık kızımız. Bir Tarryn Fisher romanı okuyorsanız düzgün bir karakter beklememeniz gerektiğini bilmelisiniz. Karakterleri hiçbir şekilde mükemmel ya da mükemmele yakın değil. İçimizden birisini hatta daha beterini yazar zaten genelde. Margo da böyle bir karakter. Yaşadığı yer zaten izbe bir yer, annesi deseniz doğru düzgün evden çıkmayan bir hayat kadını, baba yok, arkadaş denen bir şey de yok. İşine gidip gelen, annesinin memnuniyetsizliğine ve sevgisizliğine katlanan biri, Margo. Arka kapakta bahsedilen Judah Grant ile ilerleyen sayfalarda tanışıyorsunuz. Onun hayatı Margo'nunkine nazaran daha iyi. Margo'yu tamamlayan pozitif kutup diyebiliriz. Margo'ya kıyasla pozitif tabii.
Çok da karakter yok zaten kitapta. Yani çok kalabalık bir kadro yok daha doğrusu. Hikayenin gelişimine katkı sağlayacak kadar çok, isimlerden ötürü kafanızı çorbaya çevirmeyecek kadar az karakter var. Kitabı okurken Margo'nun yalnızlığını iliklerinizde hissetmenizi istiyor bir yerde, Fisher.
Sanırım bu kadar. Bana sorarsanız ben şiddetle öneririm. Tarryn Fisher'ın her kitabını lakin sizin ne istediğinizi bilmeniz gerekiyor. Durum hikayeleri sizi bayıyorsa mesela, almayın bu kitabı. Hafif kafadan kontakt karakterler okumayı seviyorsanız Tarryn Fisher hepsini yazmış, raflara koymuş zaten.
Daha fazla övmeden kaçayım ben.
Puanım 8/10.
Alıntılar:
"Hüzün insanın güvenebileceği bir duygu... Tüm diğer duygulardan güçlü... Mutluluk yanında gelgeç kalıyor; güven vermiyor. Yayılıyor, daha uzun sürüyor ve iyi hislerin yerini öyle ustaca alıyor ki kendinizi bir anda prangasında bulana kadar değişimi hissetmiyorsunuz bile. Mutluluk için canımızı dişimize takıyoruz ve bu kaçamaklı hissi bir kere ele geçirince kısa süre tutabiliyoruz; parmakların arasından akıveren su gibi, gidiyor. Ben suyu tutmak istemiyorum. Ele gelen, sağlam bir şey tutmak istiyorum. Anlayabildiğim bir şey... Hüznü anlayabiliyorum; bu yüzden, ona güveniyorum. Hüznü hissetmemiz gerekiyor, mutluluğun kısa süreli laf kalabalığından korunmak için olsa bile... Bilip bileceğim şey karanlık; belki de işin sırrı onu şiire çevirmektir."
Annemin önce kahkahaları kayboldu, ardından da gülümsemeleri; öyle derin gülümserdi ki diş etlerini dişlerinden çok görürdünüz. Son kaybolan ise gözleri oldu; pırıl pırıl, manalı bakan gözleri. Bakışları, üzerimde durmayı bırakıp içimden geçmeye başladı. Gözleri duvarlara, dolaplara, zemine dikildi. Ben hariç her şeye dikildi.
Çığlık atıp ona risk almasını söylemek istiyorum. Git! Bone'da dönüşmeye zorlandığımız ve bırakamayacak kadar güçsüz hissettiğimiz şeyler hakkında içimde nefretin kaynamaya başladığını hissediyorum. Ben çekip gideceğim, diyorum kendi kendime. İlk fırsatta... Judah da öyle yapacak. Bu kasabanın tavanı ona alçak geliyor. Sandalyesinde otururken bile.
Esen kalın, hoşça kalın.
0 comments :