Film Önerisi | VOL-İ (WALL-E)

30 Temmuz 2016 Cumartesi

Ben seçilmem, seçerim.

Ben seçilmem, seçerim.


Merhaba.

Sınavlar bitti, sonuçlar geldi iyi kötü.Üniversite tercihlerini yapacağınız hafta geldi çattı. Uzun uğraşlar sonucu kazandığınız puanlarla önünüzdeki 2/4 yılın nerede, nasıl, hangi şartlarda ve hangi bölümde geçmesi gerektiğini belirleyecekseniz. Sınava hazırlanış ve giriş sürecinden daha stresli bir süreç olduğunu söyleyebilirim. Şehir içinde okuyacaksanız ayrı sorunlar, şehir dışında okuyacaksanız ayrı sorunlar... Üniversite başlı başına bir sorun. Peki ne yapmanız gerekiyor? Bu dönemi az stresle ve daha emin bir biçimde geçirmek için nelere dikkat etmelisiniz? Tecrübelerimin ve gördüklerimin birazını paylaşacağım. Bu yazı sizin kurtuluşunuz olmayacak fakat dikkat etmediğiniz noktalara dikkat etmenizi sağlayacağım. Hatam olursa affola.

Daha çok kararsız olanlara ve ne yapacağını bilemeyenlere yardım edecek bir yazı olacak bu.

Başlayalım? 

1) Arkanıza yaslanın.

İstediğiniz bölümü tutturmuş, istediğiniz okulu tutturamamış; istediğiniz okulu başka bir bölüm ile tutturmuş, ne istediğiniz okulu ne de istediğiniz bölümü tutturamamış olabilirsiniz. Hatta istediğiniz bir bölüm bile olmayabilir, boş boş ekrana bakıp deli divane uygun bir bölüm aramak adına uğraşıyor da olabilirsiniz; çok anormal bir durum değil bu.  İstediğiniz okulu ve bölümü tutturmuş iseniz zaten bu konu sizi pek alakadar etmeyecektir muhtemelen. Herkes istediğini bilecek yahut karar verebilmiş olacak değil neticede.

Bu olasılıklardan hangisi gerçekleşmiş olursa olsun öncelikle yapmanız gereken arkanıza yaslanıp derin bir nefes almak. Biliyorum, felaket derecede stresli bir durum. Hayatınızın 2/4 yılını şekillendirecek olan alanı ve bölümü belirliyorsunuz. Fakat sakin kafayla düşünmezseniz yanlış kararlar alabilirsiniz.
Her şeyin üstüne geldiği falan yok. Sadece senin çok üstüne düştüğün şeyler var.
2) Mesleğinize karar vermeye çalışın. 

Evet, okuyacağınız bölüme karar verirken aslında bir bakıma mesleğinize karar veriyorsunuz. O mesleği yapmayacak olabilirsiniz, okulu yarıda bırakacak olabilirsiniz yahut keyfine okuyor da olabilirsiniz. Fakat elinizde başka bir alternatif kalmadığı vakit yönelmek isteyeceğiniz bir meslek de olabilir ileride bu. Gelecek ile alakalı bir bilgimiz yahut fikrimiz yok.

Bu yüzden de şu soruları sorun kendinize: 2/4 yılımı bu bölüme feda etmeye değer mi? Mezun olduktan sonra ne yapacağım? Sinir bozucu bir durum fakat, bu mesleği ülkemde icra edebilecek miyim? İngilizcem iyi, yurt dışında yapabilir miyim?

Bütün her şeyi enine boyuna düşünmek çoğu zaman işe yaramayabilir. Hayatın sizin için çok çok daha farklı planları da olabilir. Ama olmayabilir de. Siz verdiğiniz kararlar ve yaptığınız seçimlerle bir başınıza kalırsınız ve bunlar yanlışsa bir süre kahrını çekebilirsiniz. Bir süre diyorum çünkü düzene girmeyecek hiçbir şey yok. Siz planladınız diye iyi, planlamadınız diye kötü gitmeyecek hayatınız.

3) Seçeceğiniz üniversite ile ilgili yeterince bilgi edinmiş olun.

Okulun bilgi-kültür deneyiminin yanında sosyal faaliyetlere verdiği önemi ve olanağı da araştırmanız gerekiyor. Amaç; üniversiteden ayrıldığınız zaman kendisine bir şeyler katmış, sosyokültürel açıdan bilgili ve eğitimli bir birey olmak. Eğitiminiz önemli fakat oraya sadece okul okumak için gitmiyorsunuz. Kendinizi geliştireceğiniz bir yer orası, bu şekilde bakın.

Kampüsünüzü gezmiş olursanız ne âlâ! Okulun geneline bakarak seçim yapar, bölümünüzün derslikleri, amfileri hakkında bilgi edinmezseniz sonunda ücra bir köşede ders yaparken de bulabilirsiniz kendinizi. Her bölüm için geçerli değil fakat geçerli olan bölümler var. Eşeğinizi sağlam kazığa bağlayın, derim ben.

Staj olanakları, yemekhane durumu, akademik kadrosu, yapılan etkinlikler, kazanılan başarılar... Okulun ve bölümün geçmişi hakkında bilgi edinmeniz sizin geleceğinize ne tür bir katkıda bulunacağını anlamanıza yardımcı olacaktır.

4) Yapabiliyorsanız 4 yıllığı tercih edin.

2 yıllığa girip ardından DGS ile tamamlarım, düşüncesi üniversiteye başlamamışken cazip ve uygun görünüyor olabilir. Bunu üniversiteye girdikten sonra başaracak da olabilirsiniz, bilemeyiz. Olay da tam olarak bu zaten, belirsizlik. Bunu başarabilirsiniz ama başaramayabilirsiniz de. Bu bölümden bölüme ve kişiden kişiye göre değişebilir elbette. Tek yapmanız gereken ne yapmanız gerektiğine karar vermek. Bu kumarı oynarken sonuçlarına dikkat etmelisiniz.

5) Şehir dışında okuyacaksanız tüm olasılıkları düşünmeye çalışın.

Şehrinden ve ailesinden ayrılmak kimisi için çok kolay bir düşünce iken kimisi için fazlasıyla zor olabiliyor. Düzeninden ayrılmak, yeni bir şehirde sıfırdan başlamak, yalnız başına kalmak... Siz nasıl hissediyorsunuz bilemiyorum ama şehir dışında okumayı kafaya koymuşsanız ve istiyorsanız planlamanız ve dikkat etmeniz gereken hususlar var.

Şehir dışında okumak -özellikle bu yaşlarda- bağımsızlığı ve özgürlüğü tatmak adına haddinden fazla cazip, lafım yok. Hem bu durum hayata atılmanızı erken bir döneme taşırken zorluklarını ve risklerini de önceden tecrübe etmenizi sağlıyor. Bunlara hazırsanız okumak istediğiniz okulun yurt olanaklarını ve yerleşim yerini iyi bir şekilde araştırsanız iyi olur.

İlk seneden ayrı eve çıkan az olur genelde, ikinci seneden itibaren kurulan arkadaşlıklar ile bu ihtimal daha da güçlenebilir. Yurtta yaşamayı düşünüyorsanız özel mi devlet mi, bu ikisinden biriyse olanakları nasıl, istediğiniz özellikleri bulunduruyor mu, verdiğiniz paranın karşılığını alıyor musunuz bunlara dikkat etmelisiniz. Umduğunuz şeyler ile bulduğunuz şeyler aynı olmayabilir çünkü.

6) Kendinizi tanıyın.

Siz kimsiniz? Yetenekleriniz, ilgi alanlarınız, yapabildikleriniz yahut yapamadıklarınız neler? Neler ile uğraşırken zevk alıyor, ne tür işlere katkı sağlamak istiyorsunuz? Matematikten mi hoşlanıyor, tarihe mi ilgi duyuyorsunuz? Resim çizmeyi mi seviyor, bilgisayarsız yaşayamayacağınızı mı düşünüyorsunuz?

Mesleğiniz neredeyse hayatınızın büyük çoğunluğunu işgal edecek, denebilir. Hayatınızın büyük bölümünü neye ayırmak istiyorsunuz? Bu anları hayatınızdan kayıp giden anlar olarak adlandırmamak için hangi mesleğe yönelmelisiniz?

Bunları çoktan düşünmüşsünüzdür umarım ama düşünmeyenleriniz de olabilir, problem değil. Herkes ne istediğini bilecek değil. Düşünme anını şu ana bıraktıysanız iyi düşünün. Genel deyim ile kolunuza takmak istediğiniz bilezik nasıl bir bilezik olmalı? Gün geldiğinde onu çıkarıp kullanabilirsiniz, unutmayın.

7) Kendinize inanıyorsanız ve gerçekten istiyorsanız bir daha hazırlanın. 

İstediğiniz bölüm yahut üniversite tutmadı. Siz de bunu gerçekten ama gerçekten çok istiyordunuz. Kendinize güveniyor musunuz? Avuçlarınızdan kayıp gidecek olan bu seneyi gerçekten iyi değerlendirebilecek misiniz?

Çoğu zaman bu durumdan korkulur ama şunu unutmayın. Biraz olsun kendinize inanıyorsanız geçmişteki bilgilerinizin üzerine yenilerini koyacağınız ve var olanların da kalıcılığını arttıracağınız bu ikinci hazırlık döneminde daha verimli bir sonuç elde edebilirsiniz. Ne istediğiniz çok önemli, her zamanki gibi.

Neredeyse ülkedeki çoğu üniversitede Hukuk bölümünü tutturabilirken istediği üniversitede tutturamadığı için bir sene daha hazırlanan bir arkadaşım vardı. Ve kazandı. Hedeflerinizden korkmayın.

8) Bu mesleği icra edecek olan sizsiniz, karar verirken bunu baz alın. 

Doktor, mühendis, avukat, öğretmenlik... Çoğu kişinin bildiği ve temelini, geleceğini sağlam gördüğü meslekler bunlar. Özellikle de ailelerin. Burada önemli olan siz hangisini istiyor, hangisini kendiniz için verimli buluyorsunuz? Doktorluk kimisi için mükemmel bir meslek iken kimisi için katlanılamaz halde. Herkes hastaneyi sevecek değil? Herkes avukatlığı beceremez, herkes fizikten zevk almaz. Sırf ayın sonunda getirdiği maaş iyi diye şu kısacık hayatınızdan alacağınız zevki ayaklarınızın altında ruhsuzca çiğnemeyin.

Dış dünyaya kapanın ve iç sesinize kulak kesilin: Ben bu hayatta neyi başarmak istiyorum? Geriye dönüp baktığınızda çevrenizdeki insanlara ve kendinize bir  şeyler kattığınızı görün. İnandığınız doğrulardan vazgeçmeyin ve hislerinize güvenin. Risk almak mı istiyorsunuz? Korkmayın.

Kaderinizde olana ulaşacaksınız, er ya da geç. Sizi bekleyen o geleceğe elinizi uzatın ve onu yakalayın. O sizin. Silikleşerek kaybolup hiçliğe karışmasına izin vermeyin. 

Esen kalın, hoşça kalın.

26 Temmuz 2016 Salı

Film Yorumu | Sihirbazlar Çetesi 2 (Now You See Me 2)

Film Yorumu | Sihirbazlar Çetesi 2 (Now You See Me 2)

Sihirbazlar Çetesi 2 - John M. Chu
Merhaba.

Kim taze taze film önerisi getirdi? Kesinlikle ben. Fragman için tık tık.

Sihirbazlar Çetesi (Now You See Me) filmini izleyeli baya oluyor herhalde. Sinemada değil de evde, kız arkadaşlarımla izlemiştim. Küçük bir bilgisayarın müsaade ettiği büyüklükte ve pek de bir şeye benzemeyen hoparlörün ortaya koyduğu ses kalitesiyle izlemiş olmama rağmen etkilemişti film beni. Olabildiğince zekice kurgulanmıştı. Çok fazla anlatmayacağım, fragmanı burada. Isla Fisher'ın filmin oyuncularından biri oluşu beni filme iten bir sebep değildi elbette, kesinlikle.

Gelelim 2. filmimize. Bu defa film Çin'de geçiyor. İlk filmde yer alan Atlılar çetesinden Henley (Isla Fisher) bu filmde yer almıyor, zaten fragmandan da fark edilebiliyor bu. İlk filmi izlememiş olanlar olur diye çok konuya derinleme dalmayacağım.

Film vizyondaydı, şu an vizyonda mı bilmiyorum, geçtiğimiz hafta arkadaşım ile izlemeye gittim ben de. Böyle toz alır gibi üstünden yumuşakça sıyrılacak olursam eğer söyleyeceklerim şunlar:

Başlangıç sahnesi (intro) güzeldi. Filmin içeriğini kapsayan fakat bunu gram hissettirmeyen bir sahneydi özellikle. Bütün o grafik tasarımlar, geçişler ve müzikler... En son bu kadar güzel başlangıç sahnesini Batman V Superman'de izlemiştim sanırım. Görsel zevk sunuyor sahne anlayacağınız, altında yatan mesaja değinmiyorum tabii.

Müziklerin çoğunu beğendim. Öyle ki bazı sahneler arka planda çalan müzikler ile coştuğumu anımsıyorum. Hatta bu yazıyı bitirdikten sonra tema şarkılarını inceleyeceğim teker teker.

Filmin ortasında yer alan bir sahne var. Kağıt sahnesi. Fragmanda küçük bir kısmı yer alıyor. Söyleyebileceğim tek şey sanırım şu: Bayıldım. Birazcık uzun sürüyor, orası ayrı fakat gram sıkmadı beni. Zaten o anda sıkılmış olsaydım büyük ihtimalle film bitince saydırırdım kendime. Çünkü son sahne biraz oldu bittiye geldi gibi oldu. Kağıt sahnesi ne kadar uzunsa final sahnesi de o kadar kısaydı sanki. Bana öyle geldi en azından. Ortadaki sahne bitiş sahnesinden daha etkileyiciydi bana göre.

İlk film ile ister istemez karşılaştırıyor insan ve şöyle bir durum var ki ilk filmde çıtayı baya bir yükselttiler. Benden mi kaynaklı bilmiyorum ama filmde neler olacağını tahmin ettim. Muallakta birisi var, onu da yüzde elli tahmin ettim. Çok muhteşem bir şekilde şaşırtmadı beni yani. Küçük ipuçları var filmin içerisinde, onları yakalarsanız zaten "Bu ne alaka ya? Böyle olamaz," falan dersiniz. Tahminlerinizi de yükseltirsiniz.

Now You See Me 3 gelir mi? Bence gelir. Gişe hasılatı ile alakalı bir bilgim yok fakat filmin sonunu açık bıraktılar, 3. film olasılığı için. Gelirse gayet güzel olur, izleriz. Tahminlerinizin çıkması filmin gizem yönünü düşürse de eğlencesinden herhangi bir şey azaltmıyor.

Keyifli vakit geçirmek istediğiniz bir film arıyorsanız tam size göre. Görsel şölen hakim filmde, ilk filme göre daha çok üzerine gidilmiş bu durumun. Başlangıç sahnesinin güzelliğinden bahsetmiş miydim? Bir başka önerim olan 21 filmiyle benzer özellikler taşıdığını söyleyebilirim. Ona da bakın isterseniz.

Sözün özü, internete düştüğü anda bulun, izleyin. Hatta... çoktan düşmüş bile olabilir. Bilmiyorum. DVD'sini alın mı demeliydim acaba?






Esen kalın, hoşça kalın.

22 Temmuz 2016 Cuma

Kitap Yorumu | Piyonun Son Hamlesi - Lisa Unger

Kitap Yorumu | Piyonun Son Hamlesi - Lisa Unger

Piyonun Son Hamlesi - Lisa Unger
Kanımda cinayet akıyordu. DNA'mın iki ipliğinde de cinayet yazılıydı. Bundan kaçmak için elimden geleni yapmıştım, ama nereye gidersem gideyim, orada da aynı kişiyim.
Lana Granger, psikolojik sorunların yanı sıra cinsel kimlik karmaşası yaşayan ve sırları olan genç bir kızdır. Buna rağmen okul hayatında oldukça başarılıdır. Üniversite eğitiminin son yılında annesinin vasiyeti üzerine işe girerek kendi ayakları üzerinde durmak için çocuk bakıcısı olarak çalışmaya başlar. Bakıcılığını üstlendiği on bir yaşındaki Luke da kendisi gibi sorunlu bir çocuktur. Fakat zaman geçtikçe Lana, onun yalnızca çocuklara mahsus problemleri olmadığını, bunun da ötesinde tehlikeli biri olduğunu fark eder. 

Lana'yı içinden çıkılmaz bir girdabın ortasına sürükleyecek ve herkesten gizleyerek maziye gömdüğünü sandığı ölümcül sır, bu esrarengiz çocuğun eline geçmiş olabilir miydi? Belki de geçmişine ait eksik parçalardan biri Luke'un ta kendisiydi…


Merhaba.


Piyonun Son Hamlesi beklentilerimi karşıladı diyebilirim, zaten öyle üst düzey bir beklenti içerisine girmemiştim. Ama birçok yönden beğendiğim bir kitap oldu kendisi. 

Kapak, orijinal kapağımız. Kırmızı ve siyahın uyumunu sevdiğim gibi bu kitabın canlılığını ve uyumunu da sevdim. Orijinal ad In the Blood iken bizimkisinin ismi Piyonun Son Hamlesi olmuş. Kötü mü olmuş? Hayır, gayet de güzel olmuş. Çok konuşmak istemiyorum adı ile ilgili, kurguyu etkilediği için. 

Kitabın giriş bölümü ile ilgili çok fazla şey söyleyebilirim sanırım. Belirsiz, bulanık bir sahne var fakat kitaba başlamak için daha güzel bir sahne düşünülemezdi. Kitabın tamamı iki bölümden oluşuyor; birinci bölüm gelişme bölümü iken  -baya uzun kendisi- ikinci bölüm sonuç bölümü oluyor. 

Lisa Unger yazım dili ve kelimeleri kullanma mahareti açısından bakıldığında kendisini geliştirebilecek bir yazar. Kimi zaman yer verdiği düşünceler ve benzetmeler ile altınız çizebileceğiniz tonlarca cümle çıkarmış ortaya, öyle ki uzun zamandır kullanmadığım post-itleri kullanmış oldum bu kitap ile. 

Ana karakterimiz Lana, başlı başına kitabı sevmemi sağlayan özelliklerden sadece birisi. Kendisi orijinal ve yerinde bir karakter profili çiziyor kitapta. Gerçekçi bir karakter, öyle ki çoğu vakit kendi pis düşüncelerinize denk gelebiliyorsunuz Lana'nın düşüncelerinde. Beni delirtmedi mi? Elbette delirtti fakat güzel bir delirtmeydi bu. Rahatsız olmadım. 

Kitabın sonunu tahmin ettim, evet. Ama bu bir saniye sıkıldığım yahut bunaldığım anlamına gelmiyor. Belki de ben bu kadar uğraştığım için tahmin edebildim ya da tahmin edilebilir bir kurgusu vardı, bilmiyorum. Sadece güzel kurgulanmış, yer yer anlamlı cümlelere sahip bir gerilim kitabıydı. 

Kitabın son cümlesini okuduğunuz vakit aklınıza ben geleyim. Sırıtır halde...

Puanım 4/5.

Hadi, birkaç tane de alıntı bırakayım paragrafların dibinden köşesinden:
Av kurbanı, kendi ölümünde suç ortağı mıdır? Bir avcının güzelliği, erdemi, hatta ölümcül doğası bizi biraz da olsa baştan çıkarmaz mı? Onun gözlerine baktığımızda bizi heyecanlandıran, ikna eden hatta hipnotize eden bir şeyler görmez miyiz? Evet, bence tehlikeli bir şekilde bizleri baştan çıkarıyor. Kim uçurumun kenarında durup aşağı baktığında aklından kendisini boşluğa bırakıp parçalanarak ölmeyi hayal etmez ki? Bu hayal bize dehşet vermez; ayrıca heyecan da verir. Yoksa sadece ben mi böyle düşünüyorum?
Hepimiz kendimize özgü delileriz. Bazılarımız diğerlerinden daha beter, o kadar.
Esen kalın, hoşça kalın.

19 Temmuz 2016 Salı

Ben sana komik değilsin diyor muyum?

Ben sana komik değilsin diyor muyum?



Selam. 


Şimdi kalkmışsınızdır, mutlusunuzdur. Güzel bir uyku geçirmişsinizdir çünkü. Aynaya bakar, sabah sabah içinde bulunduğunuz tipsizliğe rağmen gülümsersiniz. Gözlerinizin altı morarmış, saçlar alabora olmuş, teniniz töbe estağfurullah bir şeye dönüşmüştür lakin yine de mutlu hissedersiniz kendinizi. Tamam yahu, dersiniz, bugün güzel bir gün olacak.

Hazırlanmaya başlarsınız arkadaşlarla buluşacaksınızdır. Duş alır, saçlara şekil verir, kadınsanız ekstra bir buçuk saat daha harcayıp bir şeye benzersiniz. Tamamdır işiniz, gayet güzel/yakışıklı olmuşsunuzdur, hiçbir sıkıntı yoktur ortada.

Evden ayrılır, yakın bir yerse kulaklığınızı takar yürürsünüz. Uzak bir mesafeyse cayır cayır sıcakta otobüse, minibüse, metrobüse binersiniz. (Arabanız varsa yahut taksiyi günlük araba gibi kullanacak derecede zenginseniz bir şey demiyorum tabii. Bana uzak kavramlar çünkü.) Bütün o insanlara, araçtaki havasızlığa, ayaklarınızın ağrısına rağmen sıkılmaz canınız. O derece iyisiniz.

Arkadaşlarla buluşursunuz nihayet, önceden planlanmış bir program vardır. Bowlinge, sinemaya, lunaparka yahut bir kafeye gidip hep birlikte bir şeyler yapacaksınızdır. Ve şimdi bu dakikadan itibaren başınıza gelebilecek ve tüm gününüzü zehir edebilecek olasılıklara geçebiliriz. Hazır mısınız? 

1)      Ama ben döner sevmem ki.

Toplandınız, herkes aç. Genelde çoğunluk aç olur birlikte yemek yenileceği için. Ve sokağın ortasındasınız ya da geçtiniz köşeye ayakta dikiliyorsunuz. Karar vereceksiniz topluca. Nereye gidilecek? Ne yenilecek?  

Şimdi Burger King’in daimi müşterisiyseniz ve henüz bundan sıkılmamışsanız çok da karar verilecek bir durum yoktur ortada. Topluca oraya gidilir. Fakat iş artık Burger’ı aşmış, farklı lezzetlere yönelmişse ayvayı yediniz. Herkes farklı bir yere gitmek ister, herkes o gün farklı bir şeyler yemek ister çünkü. Kimi pizza yemek ister, kimi makarna,
kimi döner, kimi hamburger… Önce yemek mekânları sayılır teker teker, her birine biri burun kıvırır mutlaka. Adından da ya herkes mantıklı bir karar olarak geniş menülü, bol seçenekli bir kafeye gider ya da topluluğun seçeneğine uyulur ve temel olarak birbirine benzer yemekleri bulunan bir yere gidilir.

Sonrası mı? Sonrası içine içine ağlayan gözler, feryat eden bir mide, evden çıktığına lanet eden bir dil… Siz siz olun, herkesin kendi istediğini yiyebileceği bir yere gidin. Kötü bir yemek, tüm gününüzü –ciddi anlamda- mahvedebilir.

2)      Buralar hep duman altı.

Eğer benim gibi sigara dumanına tahammül edemiyor, etmeye çalışsa bile nefes almaktan ödün vermek zorunda kalıyorsanız, merhaba. Bu durum için çoklu bir buluşmaya gerek yok. Tek bir kişi bile yetebilir. Fakat çoklu buluşma derecesini arttırır nihayetinde.

Ortamda nargile söylenmişse, çoğunluk sigara içiyorsa içmeyen kişi büyük ihtimalle kafasını Rolling coaster gibi döndürmeye başlar. Çünkü ne hikmetse kaç kişi olursa olsun, kaç kişi içerse içsin o sigara yahut nargile dumanı illaki içmeyeni, rahatsız olanı bulur. Suratınıza suratınıza hücum eden dumanın arkasından sohbeti devam ettirmeye çalışırsınız sizde.

   - Evet, hocayla konuştum ben de. Öhöhöhöğ- sınav ertelenebilirmiş. Öhöhöğeah- Nargilenin tadı da güzelmiş bu arada.

İçenler, daha çok içenlere haber versin.

3)      Aaa, merhaba Necla, sen de mi buradaydın?

 Evet, evet, çokluktan bokluk çıkar derler. Ortada koyu bir muhabbet dönüyorsa ve insan sayısı fazlaysa konuşmaya katılamayan, köşede bir başına kalan biri mutlaka vardır. Sohbete katılmaya, fikrini belirtmeye, insanlara kendisini duyurmaya çalışır fakat ı-ıh. Nafile.  

Bir müddet sonra yere inen kafalar, kapanan gözler, etrafa bakınan birilerini görürseniz tebrikler. Ya konuşma haddinden fazla sıkıcı gidiyordur ya da o arkadaşlar saf dışı kalmıştır.

4)      Ben bela okumam, Allah selanı versin.

Millet olarak hepimiz kendi çapımızda komiğiz bence, bunu inkar eden çıkmayacaktır muhtemelen. Böyle arkadaş ortamlarında da zaten herkes bir espri patlatmaya, ilgiyi üzerinde toplamaya, ortamın aranılan yüzü olmak adına komik olmaya çalışır. Siz de içsel olarak bu frekanstasınızdır. Espri yapmak ister bünye, dayanamaz en sonunda patlatır bir tane.

İçlisinden böyle. Size göre gayet güzeldir yahut gerçekten kaliteli bir espri yapmışsınızdır fakat çevrenizdekiler bunu anlamaz ve size bön bön bakar ya. [Kötü espri yoktur, gülmeyen arkadaş vardır.] Arka planda çekirge sesleri, ayaklarınızın dibinden uçup giden toz bulutu...

-         Acıkan var mı ya?
-         Yok, kanka, bizde tatlı kan var.*

Grup 500 metre uzaklaşır.

5)      Yaa, benim de geçen amcam öldü işte.

Lütfen ama lütfen şu elinizdeki telefonlardan bir an için kaldırın başınızı da karşınızdaki insanın yüzüne bakın. Hayır, durum bir müddet sonra öyle bir raddeye geliyor ki karşılıklı iki insanın yahut kalabalık bir grubun sadece yan yana oturup mesajlaşmak için toplandığını sanıyorsunuz. Öyle bir umarsızlık, öyle bir can sıkıntısı. Herkes birbirinden sıkılıyor, herkes birbirinden bir şeyler bekliyor.

-         Sonra annemle kavga ettik işte, şu anda da konuşmuyoruz.
-        
-         İnanır mısın? Geçen amcam öldü, babam da komaya girdi bunu duyunca.
-         Allah rahmet eylesin.
        
Yapmayın.

Yazılacak daha nice şey var da yazıyı uzatmak istemiyorum. Sözün özü, gözlerinizi sadece bakmak için kullanmayın. Dışarıya adımınızı attığınız vakit kaldırın başınızı ve bakmayın, görün. Gökyüzünün ardında uzanan evreni görün, sokakta gezinen kedileri, yürüyen insanları görün. Görün ki fark edin. Görün ki şükredin. Anınızın tadını çıkarın. Keza o ortamı yahut insanları tekrar bir arada, aynı canlılıkla bulur musunuz, bilinmez. Sosyal mesajımı da verdim, gidiyorum ben.

Esen kalın, hoşça kalın.

*Espri benim değil, vurmayın.

12 Temmuz 2016 Salı

Kitap Önerisi | İki Renk Aşk - Fatih Murat Arsal

Kitap Önerisi | İki Renk Aşk - Fatih Murat Arsal





Genç kız için aşk tek renkti! Kırmızıydı...
Ve çok yakışıklı, uzun bir adama âşıktı...
Bir başka erkeğe karşı kalbi çoktan kapanmıştı.
En azından öyle sanıyordu...

Ama karşısına böyle bir adamın çıkacağını bilemezdi!
Hayatın sürprizlerini üzerinde barındırır gibiydi.
Yanan düşlere, gri saçlara, tehlikeli gülüşlere sahipti.
Mıknatısla çekilir gibi kaderi ona koşuyordu.
Keşke onu yanlışlıkla öpmeseydi...
Keşke onu itici bulduğunu belli etmeseydi...
Keşke birlikte zaman geçirmekten kaçınabilseydi...
Ve keşke... tehlikeli olduğunu hissedebilseydi!

Geç kalmıştı!
Gerçek aşkı, gerçek tutkuyu,
hiç tanımadığı farklı bir adamın güçlü kollarında buldu.
Bu iki renkli adam onun kaçamayacağı kaderiydi!


Merhaba. 

Fatih Murat Arsal ile yaklaşık 2 sene önce falan Anlaşma kitabı sayesinde tanıştım. O dönemlerde bizim edebiyatımızda bu tarz yazan yazar sayısı azdı ve Arsal benim için bulunmaz bir nimetti. Ardından diğer kitaplarını da almaya başladım, eksiğim çok az herhalde. 

Fakat bu demek değil ki bu kitaplar beni deli etmiyor. 

Kadın karakterlerinin çoğunlukla inatçı olması ve bazılarının bu inadını nereye bağlayacağını bilememesi beni deli ediyor. Erkekleri daha bir ağır başlı ve mantıklı düşünen taraf olurken kadınları inatçı, çoğu zaman da mantıksız düşünen taraf oluyor. Bu kitap da o şekilde başlamıştı lakin... sonra toparladı. Olan da bu zaten. Ne kadar deli ederse etsin beni okumadan yapamıyorum. 

Çünkü arada bu tarz kafamı rahatlatacağım kitaplara ihtiyacım oluyor, Arsal'ın kitapları da bu durum için biçilmiş kaftan bana göre. 



Fatih Murat Arsal ile tanışmadıysanız tanışmanızı önerebilirim. Bu herhangi bir serinin kitabı değil, bu kitapla da başlayabilirsiniz pek tabii. Serileri de var. Zaten seri olmasa da kitaplarında bulunan bazı karakterler diğer kitaplarına konuk karakter olarak katılabiliyor. Fakat bir kitabını okumanız için illaki serinin başından da başlamanız gerekmiyor bana kalırsa. Neyse çok konuştum.

Sözün özü; kafa yormamak istiyorsanız ve elinizdeki kitabın akıp gitmesini bekliyorsanız Arsal tam size göre. 

Esen kalın, hoşça kalın.

10 Temmuz 2016 Pazar

Saat daha 12 mi?

Saat daha 12 mi?


Merhaba.

Ramazan ayını geride bırakmış, yaz tatilinin geri kalan kısmına gelmiş bulunmaktayız. Şahsen ben sadece Ramazan'a özel olduğunu zannettiğim "Vakit geçmiyor!" cümlesinin tamamen yazı kapsadığını yeni yeni fark ediyorum. Günler uzun, geceler kısa. Güneş başladığı vakit doğmaya daha da uyuyamıyorsunuz zaten. Serin bir odanız varsa deli gibi kıskandığımı belirtmem gerekiyor.

Hal böyle olunca evde geçen yaz tatilinde neler yapılması gerektiğini düşünüyor insan. Tüm o okul, iş dönemi boyunca söylenen, "Yaz bir gelsin var ya..." ile başlayan cümleler boş vakit geldiği anda öyle melül melül suratınıza bakıyor. Evet, ne yapacaksınız?

Ben çok nadir sıkılırım, sıkılmam değil. Fakat çoğunlukla yapacak bir şeylerim vardır. Hatta yapmam gereken şeyler vardır, diyeyim. Çoğunu da yapamam, orası ayrı. Zaman yetmiyor, azizim.

Bu konu hakkında çok yazı yazıldı, bir de ben yazayım dedim. Eksik kalsam bir tarafım şişecek sanki. Ben aynı şeyleri yazacağım, siz de aynı şeyleri okuyacaksınız. Olay faaliyete geçirmekte...

1) Hea, Robert De Niro'nun oynadığı film diil mi o ya? Biliyorum onu ben.


Evet, önerim film izlemek. Vay canına, ne kadar yaratıcı! Fakat benimki biraz daha değişik. Çevrenizden bazıları başyapıtlardan, klasiklerden bahsediyor siz de aval aval baktığınızı mı hissediyorsunuz? Önünüzde kocaman bir yaz tatili var. Oturun, IMDB'nin sitesine girin ve Top 250 listesini inceleyin.

Ve izleyin.

Konudan haberdar olmanız bir yana gerçekten güzel filmler bu filmler. Boşuna listeye girmediklerini söyleyebilirim. Zevkinize ve ruh durumunuza bağlı olarak sıkılabilirsiniz bazı filmlerde fakat hepsini bir anda bitirmek zorunda değilsiniz, öyle değil mi? Bugün yarısını yarın yarısını izleyebilirsiniz. Ben öyle yapıyorum da. Listeye hızlıca bir göz atmak isterseniz buraya tık tık.

2) Cause I'm Batman.

Sıcaklar çok bunaltıcı, özellikle İstanbul'da. Bir şeyler yaparken de iki defa düşünüyor insan. Çünkü oturduğunuz yerde terliyorsunuz. Normalde yaptığınız ama yaz günlerinde öldürücü etkiye sahip olan aktivitelerden biri de kitap okumak. Çok sevdiğiniz bu eylemi yerine getirirken o yazılar gözünüzün önünde akıyor, sayfalar ilerlemiyor gibi hissediyor insan. Öyle ki karakterler bile bunalıyor olabilir.

Böyle durumlarda dergiler ve çizgi romanlar kurtarıcı özelliği göstermekte. Kitap okumak kadar yorucu değil, film izlemek ile kitap okumak arasında bir eylem kendisi. Severek yapıyoruz.

3) Plüton gezegen mi diil mi?

Elinizin altında harika bir teknoloji var belki de: Bilgisayar. Bu demek oluyor ki gerekli gereksiz, yararlı yararsız her türlü bilgiye tek bir tıklamayla ulaşabilirsiniz.

Merak. 

Dünyada neler oluyor? Tarihte neler yaşanmış? Ünlü düşünürlerin hayatları? Felsefenin dünden bugüne gelişimi? Evrenin oluşumu?

Saymakla bitmez herhalde, sabaha kadar. O kadar çok şey var ki öğrenilmek için bekleyen... Sadece sizin onları araştırmanızı bekliyorlar.

Bakış açınızı değiştirin ki dünyanız değişsin.

4) Altı yanmadı bir kere, onun yapılışı öyle.

Şu hayatta hep Kendime daha ne katabilirim? diye düşünerek hareket etmişimdir. Gelişen bir dünyada yaşıyoruz, herkes artık her şeyi biliyor neredeyse. Herkes İngilizce biliyor, herkes yemek yapmayı biliyor, herkes biliyor, biliyor, biliyor...

Bu günlerde bir hobi edinebilirsiniz kendinize. Yemek yapmayı, herhangi bir müzik aletini çalmayı, dans etmeyi, resim yapmayı öğrenebilirsiniz. Dönem içerisinde üşengeçlikten başlayamadığınız spora başlayabilir, bunu bir alışkanlık haline getirebilirsiniz. 21 gün, unutmayın.

Farkınızı fark edin ve bunu ortaya çıkarın. Emin olun ki yapabilen insanlardan hiçbir eksiğiniz yok. Belki de fazlanız var.

5) Ne güzel esiyor. Sabah dinlediğim şarkının adı neydi acaba? Bugün hangi filmi izlesem? Ne çok düşünüyorum böyle?


Sabah 9-10 gibi yahut 8-9 gibi sokaklarda kimse olmuyor neredeyse. Çok kalabalık bir yerde yaşıyorsanız istisnalar olabilir tabii ki de.

Bu saatler sakin bir yürüyüş, kendine zaman tanıma ve kendini dinleme adına çok güzel vakitler. Dışarı çıkın, sabah sabah temiz bir nefes alın, zihninizi açın. Güne daha iyi başlamak adına pek güzel bir alternatif. 30 dakikalık bir yürüyüş hem zihin hem de beden sağlığınız için çok önemli.

Kendinizi dinleyin. Neler düşünüyorsunuz, son zamanlarda neler yaşadınız, hayatınız ile alakalı planlarınız nedir? Düşündükçe, zihninizin o etten duvarlarını tırnaklarınızla kazıdıkça yeni yeni ufuklara doğru yol alacaksınız. Farklı pencereler satın alın kendinize.

Esen kalın, hoşça kalın.

7 Temmuz 2016 Perşembe

Kitap Yorumu | Yörünge - Tess Gerritsen

Kitap Yorumu | Yörünge - Tess Gerritsen



BU ÖYKÜDE KÖTÜ ADAMLAR YOK, SADECE KAHRAMANLAR VAR.

Kozmik tozlar, uzayın soğuk, karanlık yerlerinden gelen ele avuca sığmayan gezginler, yaklaşan biyolojik tehlikenin heyecanına karışan duygusal ilişkiler ve küçük, güzel mavi küreden çok uzakta başlayan bir gerilim. Tess Gerritsen bu kez bambaşka bir yörüngede yazıyor.

Dr. Emma Watson, mesleğinde hızla yükselmiş bir araştırmacıdır ve nihayet uzun zamandır düşlediği bir deney üzerinde çalışma fırsatını yakalamıştır. Bu deney için yapacağı uzay yolculuğu artık bitmek üzere olan evliliğinden daha önemlidir. Yerçekimsiz ortamın farklı canlı türleri üzerindeki etkilerini incelemek için Uluslararası Uzay İstasyonu'na gönderilir. Ne var ki birtakım aksaklıklar olur ve işlerin kontrolden çıkmasıyla deney son derece tehlikeli bir biyolojik savaşa dönüşür. Emma'yı hem büyülü uzay yolculuğunda hem de dünyada zorlu bir mücadele beklemektedir.

Merhaba.

Tess Gerritsen'a olan ilgim baya eskilere dayanıyor. Yıllardır severek okuyorum kitaplarını. Kendisinin çoğunlukla tıbbi polisiye tarzı romanları var. Bu kitap ile aynı adı taşıyan bir de film var: 2013 yapımı, Gravity. Tabii film ile kitap arasında büyük farklılıklar var, Tess Gerritsen bunu kendisi de belirtmiş zaten. Hatta bu durumdan fazlasıyla rahatsız olduğunu da söyleyebilirim sanırım. Fragmanını falan izlemek isterseniz, şuraya tık tık. 

Uzaya âşığım. Kelimenin tam anlamıyla âşığım. Bu kitabı daha elime aldığım ilk anda deli gibi heyecanlanmıştım. Tess Gerritsen ve uzayda geçen bir kitap? Kalp krizi geçirmediğime dua etmeliyim sanırım. 

Martı Yayınları'ndan çıkan eserlerde şu zamana dek çeviri, imla hatası vb. gibi durumlarda pek rahatsızlık hissettiğimi hatırlamıyorum. Fakat kitabın kapağı için aynı şeyi diyemeyeceğim sanırım. Arka plan, mükemmel! Öndeki çalışma... çok çekmedi beni.


Öncelikle kitaptaki tıbbi olsun, astronomik olsun terimler çok fazla. Öyle ki ara sıra olaydan kopmanızı sağlayabiliyorlar. Fakat bu durum benim adıma hiç can sıkıcı olmadı çünkü dediğim gibi başka bir şey benim için. Tess Gerritsen fazlasıyla uğraşmış bu kitap için, teşekkür kısmındaki kişilerin çokluğuna ve rütbelerine bakınca anlıyorsunuz bunu zaten.

Fakat. Aynı şekilde karakter sayısı da fazlaydı. Şu an sorsanız büyük çoğunluğunu hatırlamıyorum. 3-5 tane karakter var hatırladığım. O biraz kafamın bulanmasına neden oldu desem mübalağa etmiş olmam sanırım.

Başından sonuna kadar Emma ne yaşadı ve düşündüyse aynılarını hissettim, diyebilirim. Nefes kesiciydi benim için, uzaya çıkmış gibiydim. Gerilimin ustası zaten kadın, ortasından sonuna kadar da her anında gerim gerim gerildim. Çok gerildim.

Kitapta aşk da vardı. Fakat öyle yoğun bir aşk değil; arka planda işlenen, boğmayan ve yüzde bir tebessüm oluşturabilecek türden bir aşk. 

Çok daldan dala atladım yahu. Çorba oldu tüm yazı.

Sonuca geleyim en iyisi.

Tess Gerritsen okumadıysanız bir sonraki kitap alışverişinizde sepetinize mutlaka ekleyin. Ne de emin konuştum be.




Uzayı seviyor musunuz? Astronotlar, uzay gemileri, sonsuz boşluk... "Evet!" diyorsanız bu kitap size uzay boşluğunda bir tur attıracak, inanın.

Bu kitabı okumamak için hiçbir sebebiniz yok. Ayak bastığınız dünyanın sonsuz bir boşlukta salındığını hatırlatıyor size. Kesinlikle okuyun.

Puanım 5/5.

Birkaç tane de alıntı bırakıyorum:
... Neydi bu politikacıların derdi? Nasıl böyle dar görüşlü olabiliyorlardı? En büyük tutkusunu paylaşmıyor olmaları onu her zaman hayrete düşürüyordu. İnsan ırkını, hayvanlardan ayıran en büyük şey, bilgiye olan açlığıydı. Her çocuk sorardı o evrensel soruyu: Neden? İnsanoğlu doğuştan meraklı olmak için, keşfetmek için, bilimsel gerçekleri ortaya çıkarmak için programlanmıştı.
... İstasyon, devasa ana gövdesinden uzanan geniş güneş panelleriyle, uzaya demir atmış zarif bir yelkenliye benziyordu. On altı farklı ülkenin işbirliğiyle yapılan bu istasyonun parçalarının uzaya taşınması kırk beş ayrı uçuş gerektirmiş, parçaların tek tek yörüngede bir araya getirilmesi ise beş yıl sürmüştü. Karşılarında duran bu şey sadece bir mühendislik harikası değil, insanoğlunun, silahlarını bırakıp başını göklere çevirdiğinde neler yapabileceğine dair esaslı bir kanıttı aynı zamanda.
Esen kalın, hoşça kalın.

3 Temmuz 2016 Pazar

Kitap Yorumu | Yıldız Tozu - Priscille Sibley

Kitap Yorumu | Yıldız Tozu - Priscille Sibley

YILDIZ TOZU - PRISCILLE SIBLEY

Düşlerde gel bana, gel ki verebileyim,
Kalbine karşı atan kalbimi, nefesine karışan nefesimi:
Alçak sesle konuş, omzuma yaslan,
Çok uzun zaman önceki gibi sevgilim, çok uzun zaman.
-Christina Rossetti

Bana gelince; sadece seni sevmek, seni mutlu etmek, arzularının aksi hiçbir şey yapmamak... Bu benim kaderim ve hayatımın anlamı.
-Napoleon Bonaparte

Merhaba.

Yıldız Tozu uzun zamandır kitaplığımda bekleyen ve artık "Oku beni!" diye bağıran bir kitaptı. Daha fazla bekletemezdim.

Başlangıç bölümlerinden bahsedersek konu beni gayet etkiledi; öyle ki ne zaman karısından bahsetse, onu özlediğini söylese içim bir cız etti. İnsan böyle durumlarda kendi başına gelse neler yapacağını düşünüyor, ister istemez. Yüzleşmek zorunda kaldığı durum yeterince can yakıcı bir durum. Ama nereden kaynaklandığını anlayamasam da karakter sentezi bana biraz eksik geldi. Yani adamın bunu kabulleniş sürecine kadar düşündükleri, hissettikleri, yaptıkları... bilmiyorum ben hissedemedim o üzüntüyü. Ben kaybedemedim eşimi, ben bir daha onu görmeyecek olan kişi olamadım. Yazarın ağzını hissediyorsunuz, bas bas bağırıyor arkada "Ben yazıyorum!" diye. Üçüncü tekil şahıs ağzından anlatmanın riskleri tabii bunlar.

İlerleyen kısımlarda Matthew ve Elle'in geçmişteki ilişkilerini okuyorsunuz. Çocuklukları, gençlikleri, yetişkinlikleri... Güzeldi.

Fakat Matt'in annesine sinir olduğumu söylemeden geçemeyeceğim. Kitabı okursanız eğer okuduğunuz vakit anlarsınız ne demek istediğimi. Bana göre görüşü fazla sığ idi. Yani böyle direkt inanılamaz bir şeye. İyilik ettiğini zannederken çok yanlış düşünüyordu bence. Kitap boyunca inandığı şekilde aynı cümleyi tekrar etmesi kanser etti beni. Kitaptaki herkeste bulunan durum şu: Nato kafa, nato mermer.

Kitabı okuyunca hep İnsanın kendi kararlarını alamayacak durumda olması ne berbat şey, diye düşündüm. Herkes Elle'in adına karar vermeyi kendinde hak görüyor, haklı olarak. Fakat olaya fazla genel bakıyorlar. Kitap boyunca Elle'in yerine koydum kendimi ve çevremde yaşanan tüm bu olaylar silsilesini düşündüm. Korkunç.

Ama.

Ah, lanet olsun! Kitabın sonu için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Başlarda hissettiğim o duygusuzluk bölümleri okudukça, Elle'i tanıdıkça yerini burukluğa bıraktı. Elle'e alıştım, Elle'in gidişine üzüldüm, Elle'in gitmemesini istedim. 

Elle'e hayran kaldım. Başından sonuna kadar. Bebeği ile ilgili düşünceleri, hayat ile ilgili düşünceleri... Ailesi için yaptıkları, kendisi için yaptıkları... Gerçekleştirdiği hayali... (Söylemesem daha iyi sanırım. Okuduğunuz vakit, beni hatırlayın.)


Okunmaya değer bir kitap mı? Evet.

Okuyun diye önerir miyim? Bir kutu peçeteden sonra.

Puanım 4/5.

Birkaç tane de alıntı bırakıyorum:
Elle ile çocukken astronotçuluk oynadığında bile geri sayım yapmazdı. Hep ileri doğru sayardı. "Sanki geçmişe takılı kalmışsın da zamanın giderek azalıyormuş gibi. Her dakika yeni bir şeyin başlangıcıdır," derdi.
Blythe gittikten sonra Elle'in terasta yıldızları izlediği rüyalara daldım. Ona sarıldığımı gördüm. Uzun zaman önce ikimiz de çocukken büyükbabasının çiftliğinin kenarındaki nehirde yüzdüğümüzü gördüm ve ona ihanet ettiğim zaman bana sırtını döndüğüyle ilgili kâbuslar gördüm. Yalvarıp durdum: "Geri dön."
Esen kalın, hoşça kalın.