Film Önerisi | VOL-İ (WALL-E)

26 Şubat 2017 Pazar

Kitap Yorumu | Lola ve Komşu Çocuk - Stephanie Perkins (Anna and the French Kiss, #2)

Kitap Yorumu | Lola ve Komşu Çocuk - Stephanie Perkins (Anna and the French Kiss, #2)


Merhabalar.

Öncelikle Stephanie Perkins'in saçlarına karşı bir saygı duruşuna geçebilir miyiz? Ya da ben durayım, siz takılın.

Lola ve Komşu Çocuk, Anna and the French Kiss serisinin 2. kitabı. Şimdi neden serinin ilk kitabı değil de 2. kitabı önce çevrilmiş? Bilmiyorum. Ama kitaplar arasında büyük bir bağlantı yok, onu anladım. Lola ve Komşu Çocuk'ta Anna ve sevgilisi yer alıyor ama olay örgüsünün devamı niteliğinde herhangi bir şey yok. Okumayı düşünüyor ve bu sebepten ötürü kıvranıyorsanız gerek yok. Bir novella olarak düşünebilirsiniz her bir kitabını. [Daha #1 ve #3'ü okumadan nasıl sıkıyorum ama.]

Kitap; kendi halinde kıyafet, kostüm tasarlayan Lola ile yan evde yaşayan ve çocukluğunun büyük bir kısmını kaplayan komşu çocuklarını konu alıyor. Lola hayatını başarılı ve mutlu bir biçimde geçirirken bir anda bu komşu çocukları tekrar mahalleye dönüyor. Lola için sükunet ve mutluluk arasında dengede kalmaya çalışan o hayatı, böylece karman çorman oluyor. [Çocuklar deyince Nöe? gibi durdu farkındayım ama çok da spoiler şey etmek istemiyorum.]


Ana karakterleri sevdim; Lola da Cricket da nevi şahsına münhasır karakterlerdi. Bu onların benim için akılda kalıcılıklarını arttıran bir durum. Fakat yan karakterlere kişisel özellik, Lola ve Cricket kadar çok yüklenmemişti. Bu demek değil ki yan karakterler yüzeysel olarak geçilmiş. Hayır, onlarda da kendinize ait izler bulabilirsiniz.

Lola ve Komşu Çocuk pamuk şeker tadında bir hikayeydi; pembe gözlüklerin ardından yaşamını sürdürüyordu yani. Bu tarz bir yolculuğa adım atmak istiyorsanız okumanızı öneririm. Lola'nın tüm o yolculuğunu, kararlarını, farkına varışlarını yerinde vermiş, Perkins. [Okurken var olan sevgilisine karşı takındığı tavırları ve karar veriş sürecini bir an yargılamış olsam da hatırladım ki yargıladığımız çoğu şeyi bir şekilde ya yapmış oluyoruz ya da gelecekte yapar hale geliyoruz. Yani... öyle. Herhangi bir karakteri pataklamadan evvel iyi düşünün.]

Sorunları ve karmaşaları belli bir düzeyin altında seyreden, sizi çok yormayan ve keyifli vakit geçirten bir kitap okumak istiyorsanız Perkins'e bir şans verin. Çok hardcore girişmeye gerek yok bana göre kitaba, tamamen beklenti ile alakalı bir durum. Beş falan vermem ben mesela bu kitaba ama yerden yere de vurmam. Bu sebepten de beklentinizi 0 yapıp okumanızı tavsiye ediyorum, keyif alacağınız bir kitap/seri olabilme şansı var.

Ha, bir de 2017'de -sonbaharında sanırım- gelmesi planlanan bir adet genç yetişkin-korku kitabı var Perkins'in. 2012'den beri üzerinde çalışıyormuş. Kendi sözlerini hemen aşağı bırakıyorum:

"Yes, it's a contemporary. The killer is not a supernatural creature. I'm talking about ye old traditional knife-wielding maniac. Yes, it will be bloody. Yes, it will be sexy. Yes, it will be scary." ["Evet, çağdaş bir şey. Katil doğaüstü bir yaratık değil. Eski geleneksel bıçaklı bir katilden bahsediyorum. Evet, kanlı olacak. Evet, seksi olacak, Evet korkunç olacak."]

Takipçileri çoktan coşmuş durumda. Bakalım, korku dalında ne tür bir kitaba imza atacak?

Puanım 3/5.

A-a-alıntı zamanı:
Ay dolgun ama yarısı kayıp durumda. Cetvelle çizilmiş gibi düz bir çizgi, karanlık tarafını ışığından ayırıyor. Bir önceki geceye göre fark edilecek kadar erken çıkmış olan ay, hareketli Castro Sokağı'nın üzerinde alçaklarda duruyor. Sonbahar geliyor. Kendimi bildim bileli ayla konuşurum. Ondan tavsiye isterim. Soluk ışıltısı, kraterli yüzeyi, büyümesi ve küçülmesinde derin bir spiritüellik var. Her akşam yeni bir elbise giyiyor ama aynı zamanda her zaman kendi oluyor. Her zaman da orada.
Depresyon böyle. Çok derinden hissettiğimde depresyonu bırakmak istemiyorum. Bir rahatlığa dönüşüyor. Kendimi depresyonun ağır yükü altına gömmek ve depresyonu ciğerlerime çekmek istemiyorum. Depresyonu beslemek, büyütmek, geliştirmek istiyorum. Depresyon benim. Onunla uzaklaşmak, onun kollarına sarılı bir şekilde uyuyakalmak ve uzun, çok uzun süre boyunca uyanmamak istiyorum. Bu hafta yatakta çok vakit geçirdim.
Eğer ben yıldızlarsam Cricket Bell koskoca galaksiler eder.
Esen kalın, hoşça kalın.

18 Şubat 2017 Cumartesi

Kitap Yorumu | Konuş Benimle - Laurie Halse Anderson

Kitap Yorumu | Konuş Benimle - Laurie Halse Anderson


Merhabalar.

Konuş Benimle, Laurie Halse Anderson'ın yazdığı, ilk baskısını 13 yıl evvel yapmış bir kitap. Bizde yayımlanan adı ile Kristen Stewart'ın baş rolde yer aldığı 2004 yapımı bir filmi de var. Öyleyse kitaba dalıyorum.

Arka kapakta yazan O ŞEY ve O GECE derken neyden bahsetmek istediği anlaşılıyordur diye düşünüyorum. Anlaşılmadıysa da ben bahsedeceğim çünkü diğer türlü kitap hakkında söyleyeceklerimi nasıl söylerim bilemiyorum.

Anderson'ın tecavüz olayına yaklaşımını birçok kitaptan daha iyi buldum. Ana karakter Melinda'nın bu duruma yaklaşımı ise bir nebze farklı geldi, neyi farklı geldi bilmiyorum. Sanırım ben yaşasam bu şekilde karşılayamazdım, ondandı bu hissiyatım. Bu demek değildi ki absürt ve uygun olmayan bir şekilde karşıladı. Hayır, belki de çoğu insandan daha koyu bir biçimde yaşadı acısını. Öyle ki tırnaklarını kendi etine sapladı.

Melinda'nın zihnini, o rahatsız edici sükûnetini çok beğendim. [Bu kitap ile alakalı neye beğendim desem bir garip hissediyorum.] Bu kitap sadece tecavüze uğramış bir kızın hayatını anlatmıyordu. Konuş Benimle, bir yerlerde düşüncelerini ve kişiliğini insanlara kabul ettirememiş, onların arasına katılamamış ya da katılmak istemeyip gerek görmemiş, yolun sonunda kendilerine varmış olan bütün insanların iç dünyasını yansıtıyordu. Tecavüz hikâyenin anlatımında bir amaç değil araçtı belki de, bilemiyorum.

13 yılda insanlarda pek de bir şey değişmemiş, diyorsunuz. Çünkü bu kitaptaki bazı karakterleri tanıyorsunuz. Onu okulda görüyorsunuz, o sizin ebeveyniniz, o sizi psikolojik olarak rahatsız eden kişi, o sizi sadece kullanan kişi, onlar sizin düşünceleriniz... Bu kitaptaki Melinda karakteri sizin bir parçanız, kiminiz onu derinlere gömmüş kimi ise her gün yüzleşmek zorunda kalıyor.

Konuş Benimle vermek istediği mesajı ucundan kıyısından yakalayabilmiş bir kitaptı. Pesimist değildi, ağır değildi. Ulaşmak istediği kitleyi daha da dibe sürüklemektense altında bulundukları toprağı kazmalarını sağlayan bir araç olmaktı amacı. Yazar bu amacından ve 13 yılda ne yaşadığından kitapta bahsediyor zaten. Bu söylediklerimi ona mail olarak atan gerçek insanlar vardı yani.

Filmi var dedim bir de, değil mi? Fragmanına falan baktım sadece, pek izleyesim gelmedi açıkçası. İzleyemem diye değil de izleme gereksinimi duymadım. İzleyip size de bahsetmek isterdim ama... maalesef. Ben yine de bilginiz olsun diye yazmış olayım. Fragmanı izlediğim kadarıyla şunu söyleyebilirim: Sanırım kitaptaki Melinda ile filmdeki Melinda farklılar biraz. Belki de değildir, bilemiyorum. Fragmandan bunu çıkardım. Ben size kitabını öneriyorum şimdilik.

Puanım 3/5.

Alıntılara yer veriyor, gidiyorum:
Şükran Günü'nde Pilgrimler, tam açlıktan ölecekken kıçlarını kurtaran Amerikan yerlilerine şükranlarını sunmuşlardı. Bense Şükran Günü'nde, annem sonunda işe gittiği ve babam pizza siparişi verdiği için şükranlarımı sunuyordum.
Rehberlik danışmanım, annemi karneme önceden hazırlamak için telefonla evi aradı. Bunun için ona bir ara teşekkür notu göndermeliydim. Akşam yemeğini yiyene kadar Savaş son sürat başlamıştı. Notlar, falan, filan, Tavır, falan, filan, Ev işlerine yardım, falan, filan, Artık çocuk değilsin, falan, filan. Yanardağ Patlamalarını izliyordum. Baba Dağı; artık faal değil, son zamanlarda da ateşli ve tehlikeli olduğu düşünülüyor. Anne Dağı; lav sızdırıp ateş püskürüyor. Köylüleri uyarın, denize kaçsınlar. Aklımdan düzensiz İspanyolca fiilleri çekimliyordum.
Ben dersi asarım, sen dersi asarsın, o dersi asar. Biz dersi asarız, onlar dersi asarlar. Hepimiz dersi asarız. Bunu İspanyolcada söyleyemezdim çünkü bugün İspanyolca dersine gitmedim. Gracias a dios. Hasta luego. 
...Ben de bir aile ağacı çizdim. Daha doğrusu aile kütüğü. Ailemizin o kadar çok üyesi yoktu. Olanların da isimlerini zar zor hatırlıyordum. Jim amcam, Thomas dayım, Mary halam, Kathy teyzem; bir tane daha halam vardı, o baya çekinikti. Peru'ya kadar çekilmişti. Sanırım gözlerim ona çekmişti. "Bilmek istemiyorum" genimi babamdan, "Yarın düşünürüm" genimi de annemden almıştım.
Esen kalın, hoşça kalın.

* Kitap bir yandan da o kadar komikti ki güldükçe rahatsız oldum. Kötüsün Anderson.

13 Şubat 2017 Pazartesi

Kitap Yorumu | Kafes - Josh Malerman

Kitap Yorumu | Kafes - Josh Malerman


Merhabalar, nasılsınız? Şöyle böyle ben.

Sakın Gözlerini Açma diyerek gelen, ödüllere ve finalist olmalara doymayan bir kitap var sırada: Kafes. Çok şaşırtıcı bir şey söyleyeyim; yine kitap hakkında gram fikrim yoktu. [Şu arka kapakları fonksiyonel bir biçimde kullanmamın zamanı geldi artık, sanırım.]

Josh abimizin bir müzik grubu varmış yahu; The High Strung diye. Ve bu grubun The Luck You Got isimli parçası da Shameless dizisinin tema müziği olarak kullanılmış. Uzun zamandır kitabı yazıyormuş aslında, parça parça tamamlamak adına uğraşmış. Bu kitabın haricinde de kitapları varmış, yazıyı yazmadan evvel Goodreads'ten baktım. Onların da kısa sürede çevrilmesi temennisi ile... Ben alır okurum muhtemelen. [Çok işinize yarayacak bilgilerden bahsettim değil mi? Ben de olmasam ne yapacaksınız yahu...]

Gelelim kitaba.

Kafes diyor ki: Dışarıda bir şey var. Dışarıda bir şeyler var ve kitapta herhangi bir tarifi yok bu şeylerin. Gören de anlamıyor sanırım ne olduğunu, öyle bir belirsizliğin içinde yaratık sentezi yapmaya çalışıyorsunuz. Apokaliptik bir dönemdeyiz ve dünyada bir şeyler oluyor. Haberler coşuyor, forumlar çalkalanıyor falan. Ana karakterimiz Malorie ablası ile yaşayan genç bir kızımız. Bu haberler insanların "Dünyada neler oluyor ya?" demesine sebep olurken Malorie, hamile olduğunu öğreniyor. Neyse işte bu gerçeği sindirmeye çalıştıkları süre içerisinde olaylar büyüyor, geniş bir kesime yayılıyor. İnsanlar ikiye ayrılıyor: Oha, hemen gözümüze bıçak sokup kör olmalıyız tayfası ve bunlar hep Amerika'nın oyunları tayfası. [Hayır, tabii ki de abartmıyorum.] Malorie ikinci gruba, ablası 1. gruba mensup. Sonra bir olay oluyor ve Malorie evden ayrılıp başka bir yere gitmek zorunda kalıyor.

Kitap iki zaman arasında zikzak çiziyor: Ablası ile olduğu geçmiş zaman ve başka olayların döndüğü şimdiki zaman. Kitaba direkt şimdiki zamandan başlıyor, ne durumda olduğunu öğreniyorsunuz ancak şöyle bir gerçek var: Şimdiki zamanda bulunduğu evden de ayrılmak zorunda. Bir şimdiyi bir geçmişi okuyorsunuz; kitabın sonundaki final sahnesinden evvelki bölümde de kitabın başındaki sahneye bağlanıyorsunuz. [Arap saçına döndü, dım dı dı dım dım dı dı dı dı dım.]

Her sayfasında ayrı gerildim, öyle ki sayfa hışırtıları falan rahatsız etmeye başladı. Tempo hiç düşmüyor. Zaten dış dünyada neler olduğunu bilmiyorsunuz çünkü kimse bakma riskini almak istemiyor. Bakan da Allah'a emanet zaten. Ayrı olarak çıksanız bile karakterinizin gözü bağlı olduğu için yine bir şey göremiyorsunuz. Bir de hiçbir sıkıntı yokmuş gibi kadın gerilince siz de geriliyorsunuz. Çünkü hiçbir halt göremiyorsunuz.

Ana karakteri de, diğer karakterleri de beğendim sanırım. Ama en çok yan karakter olan (ne kadar yan olduğu tartışılır bana göre) Tom'u çok beğendim. [Üzdün, Tom. Neden üzdüğünü söylemiyorum.] Gerilimi tepelere çıkarmış ama duygusal yönünü de unutmamış yazar. Anne-çocuk sevgisini, aile ve arkadaşlık ilişkilerini de çok güzel işlemiş. Sadece gerilmedim aynı zamanda kalbim de kırıldı. [Bir tane çikolataya ihtiyacım var.]

Kitap ile alakalı deneyiminizi baltalamak istemediğimden daha fazla bir şey söylemiyorum. Gerilim ve korku dalında bir şeyler arıyorsanız alın, okuyun kesinlikle. Stephen King benzetmesi yapılmış lakin tartışılır. Siz bir benzetme yahut karşılaştırma yapmadan okuyun bence. Kitap hakkındaki tek soru işaretim sonuydu. Bir şeyler sonuca bağlanmadı gibi oldu, ne bileyim daha farklı bitebilirdi. 2. kitaba yeşil ışık yakmak için mi öyle bitti yoksa yazar başından beri öyle mi bitirmeyi planlıyordu, bilemiyorum.

Son olarak bir film dedikodusu dönüp duruyor ortalıklarda, ondan da bahsedeyim istedim. Kimi henüz yapım aşamasında, kimi de yok öyle bir şey diyor. Ben tam anlayamadım mevzuyu ama böyle bir olasılık var, onu söyleyeyim. Filmi nasıl olur peki? Bence güzel olabilir. Ama yaratıklar şekillendirilmeli mi yoksa belli bir hacme sığdırılmadan olduğu haliyle mi bırakılmalı emin olamıyorum. Hoş, benim emin olmamı da beklemiyorlar zaten. Bekleyip göreceğiz.

Puanım 4/5.

Alıntılar, alıntılar:
Daha fazla dal kırıldı. Yavaşça hareket ediyordu. Malorie arkalarında bıraktıkları evi düşündü. Orada güvendeydiler. Neden oradan ayrılmışlardı ki? Gitmekte oldukları yer daha mı güvenliydi? Nasıl daha güvenli olabilirdi? Gözlerinizi açamadığınız bir dünyada sahip olmayı umut edebileceğiniz tek şey bir göz bağı değil miydi? Oradan ayrıldık çünkü bazı insanlar gelecek en küçük bir haberi beklerken bazıları kendi haberlerini yazar. 
Bunu kendimize yapan biziz. Bunu kendimize yapan biziz. BUNU KENDİMİZE YAPAN BİZİZ. Diğer bir deyişle (ki bu lafımı sakın unutma!): İNSANOĞLU ASLINDA KORKTUĞU YARATIĞIN TA KENDİSİDİR.
Esen kalın, hoşça kalın.

10 Şubat 2017 Cuma

Kitap Yorumu | Boş Koltuk - J. K. Rowling

Kitap Yorumu | Boş Koltuk - J. K. Rowling


Merhabalar.

J. K. Rowling ile tanışmam Boş Koltuk sayesinde oldu. Harry Potter serisini ya da başka herhangi bir kitabını okuma şansım olmadı şu zamana kadar. Evvelden Harry Potter'ı okumak gibi bir düşünce oluşmamış olsaydı bende eğer, mutlaka Boş Koltuk'tan sonra oluşurdu.

Boş Koltuk, J. K. Rowling'in ilk yetişkin romanıymış. Ki bunun altından -benim için- yeterli bir biçimde kalkmayı başarmış. Kitap, herkesin sevip sonuna ulaşmayı başarabileceği bir kitap değil. En önemli başarısı bu zaten.

Kitabın yukarıda yazıyor zaten konusu, haricinde diyebileceğim pek fazla bir şey yok. Çünkü kitap KOCAMANdı. Karakterleri ile, olayları ile, sayfa sayısı ile gerçekten ama gerçekten kocaman bir romandı. Sayısını hatırlayamadığım kadar karakter vardı, gencinden yaşlısına. Zaten kitabın sonuna kadar birkaçının adını ancak öğrenebilmiştim. [İsim özürlüsüyüm de.] Diyeceğim o ki bu kitabı alıp okuduğunuzda okuldan eve, evden sokağa savrulacaksınız. Kasaba içerisinde oradan oraya uçacaksınız.

Ya kitap her şeyi ile o kadar yerindeydi ki ne söylesem bilemiyorum. Bütün karakterleri ayrı ayrı güzeldi, gerçekti. Çok gerçekti kitap. Girişi ile, gelişmesi ile, sonucu ile... Pamuk şekerden ibaret değildi kesinlikle. Küçücük(!) bir ölüm bunca insanın hayatını nasıl değiştirebilir? Bu kasaba okuyucuya bunun cevabını sunuyordu. 

Zor bir kitap; 592 sayfa, puntoları küçük ve zaman zaman sizi içine çekemediği anlara gebe kalabiliyor. Ama sonuna kadar dayanmam gerektiğinin farkında olarak atlattım o sayfaları. Kimi yerlerinde elimden bırakamadım. Sürükleyici bir durgunluğu var kitabın. Tuhaf.

Dediğim gibi herkese hitap etmeyen bir kitap, Boş Koltuk. Çoğu kişi yarısından sonra sıkılıp bırakabilir, bitirip "Bu ne biçim kitap?" da diyebilir. Kesinlikle öneremiyorum bu sebepten. Ama elinizdeyse ve yarım bıraktıysanız bir şans daha verin bana sorarsanız. İnsan psikolojisini dibine kadar irdeleyip ortaya koymuş bir kitap çünkü kendisi. Ben okuduğum için çok iyi hissediyorum kendimi.

Ha, bir de mini mini bir dizisi var bu güzel kitabın. BBC tarafından yayımlanan Boş Koltuk dizisi Jonny Campbell tarafından yönetilmiş, Sarah Phelps tarafından da senaryoya dökülmüş. İnternette arattığınız vakit bulabilirsiniz diziyi, 3 bölümcük. Ya da şöyle diyeyim 3 saatlik KOCAMAN bir film. Tamamen kitap ile birebir değil dizisi; sonu değişmiş (çok değil), bazı karakterlere yer verilmemiş (diyorum ya, milyon tane karakter vardı) ve olayların bir kısmı hafifletilmiş. Sarah Phelps iyi bir iş çıkarmış bana kalırsa, televizyona uygun hale getirmek konusunda. Ben okuyamam şimdi ya o kitabı ama merak da ediyorum, diyorsanız diziyi izleyin derim. Ben olayın tamamına hakim olarak izlediğim için beni doyurdu ama ilk defa bu karakterlerle tanışacak kişileri ne denli doyurur, bir fikrim yok. [O değil, Vikram'ı ne koşturmuşlar dizide ya. Açın izleyin diziyi, sürekli koşan bir adam göreceksiniz. Ha işte o, Vikram. Öyle işte başka bir durumu yok.]

Puanım 4/5.

Yine çok konuştum, boş konuştum. Riske girmek istemiyorsanız diziyi bir izleyin, sonra da gidin kitabını alın. Ben şiddetle öneriyorum fakat sonra benden bilmenizi de istemem. Rowling'in anlatmak istediği diğer şeylere bir de buradan kulak verin. Ne yapayım o zaman ben? Alıntıları bırakıp kaçayım:

Şişko'nun görebildiği kadarıyla insanların yüzde doksan dokuzunun düştüğü hata kendilerinden utanmaktı; kendilerini gizleyerek başkası olmaya çalışmaktı. Dürüstlük Şişko için geçerli bir akçeydi, onun silahı ve zırhıydı. Dürüstlük insanları korkuturdu; afallatırdı. Şiko insanların kendileriyle ilgili gerçeklerin öğrenilmesinden ödlerinin patladığını keşfetmişti; utanç bataklığında yaşıyorlardı, mış gibi yapıyorlardı; oysa çiğlik, çirkin ama samimi olan her şey, babası gibi insanların rezil bulduğu ve tiksindiği pis şeyler Şişko'ya cazip geliyordu. Şişko mesihleri ve dışlanmışları, deli ya da suçlu damgası yemiş insanları, ayakta uyuyan kitlelerin sırt çevirdiği soylu uyumsuzları düşünürdü sık sık.
Tessa bazen okuldaki çocuklara da bağırmak istiyordu. Başka insanların varlığını kabul etmelisin diye haykırmak istiyordu. Gerçekliği değiştirebileceğini sanıyorsun, gerçeklik sen ne dersen odur sanıyorsun. Bizim de senin kadar gerçek olduğumuzu kabul etmelisin; kendinin Tanrı olmadığını kabul etmelisin.
Kucaklanmak öyle güzeldi ki. İlişkileri basit, sözsüz, rahatlatıcı hareketlerden ibaret olsa ne güzel olurdu. İnsanlar neden konuşmayı öğrenmişlerdi ki?
...Ama hangi yıldızların çoktan sönmüş olduğunu bilmeye kim katlanabilirdi ki? diye düşündü, gece göğüne gözlerini kırpıştırarak bakarken; hepsinin sönmüş olduğunu bilmeye katlanabilecek biri var mıdır?
Esen kalın, hoşça kalın.

3 Şubat 2017 Cuma

Kitap Önerisi | Dönüşüm - Franz Kafka

Kitap Önerisi | Dönüşüm - Franz Kafka

Dönüşüm - Franz Kafka

Merhabalar.

Franz Kafka'nın Dönüşüm'ünü biraz daha geciktirseydim kendimi fazlasıyla kötü hissedecektim muhtemelen. Hoş, bu vakte bıraktığım için de iyi hissetmiyorum fakat geç olsun güç olmasın, demişler. Aldım, okudum ve iyi hissediyorum.

Dönüşüm kitabı başlı başına farklı bir eserdi, güzeldi. Eseri okuyup sindirme aşamasının ardından da hakkında araştırma yaptım, bilmediğim şeyleri öğrenmek için. Ve ortaya şunlar çıktı:

Dönüşüm giriş cümlesi ve devam cümleleri ile Almanca'ya has anlamlar içerdiği için çeviride anlamı tam olarak kavranamamakta imiş. Ayrıca Franz Kafka ana karakter Gregor Samsa'nın 'dönüşüm'ünü yansıtırken yayıncısından özellikle kapağa böcek konulmamasını istemiş. [Gregor da dönüştüğü yaratık hakkında pek detaylı bir bilgi vermiyormuş zaten.]

Düşüncelerime gelecek olursam kitabı beğenmedim deme lüksüne sahip değilim, kendi açımdan. Çünkü farklı eserleri, farklı bakış açılarını seviyorum. Kafka'nın anlatmak istediği şey de bulaştı parmaklarıma, hak vermemezlik yapamadım. Öyle ki eser anlamlar diyarına gömülmüş. Siz ne algılayabiliyorsanız onu algılıyorsunuz.

Gregor Samsa'nın başkalaşıma gösterdiği tepki de çok başkaydı. Soyutluk ile somutluk arasında dengede kalmaya çalışan bir düşünce peyda oldu bende. Ailesinin ve çevresindeki insanların da bu başkalaşıma karşı gösterdikleri tepki, kitabı farklı kılan bir diğer özellikti. Çoğumuz bir böcek ya da bir hayvan olmayı istiyoruz aslında, dolaylı yoldan. Kimimiz öyle de yaşıyor hatta. Sabahtan akşama kadar temel ihtiyaçlarını karşılamak dışında hiçbir şey yapmamak. Kulağa iyi geliyor sanki?

Kitabı okurken Gregor Samsa ile bütünleşiyor, hatta bu 'böceğe' sempati bile duymaya başlıyorsunuz bir yerde. Diyebileceğim çok fazla bir şey yok, ne söylersem ayıp edecekmişim gibi geliyor. Sadece bu öyküyü bir an önce okumanızı önerebilirim size. Ama yavaş yavaş... sindire sindire. Aceleniz yok, Gregor Samsa'nın da acelesi yok. Bütün cümlelerini anlaşılmak adına serpiştirmiş sayfalara Kafka. Ne okuyorsam kendi yüreğinden damlayan katran rengi mürekkepten okudum sanki.

Onu anlıyorum ve bu ne kadar iyi bilemiyorum.

Kitap bitince Ben bunun bir de filmine bakayım, dedim. Araştırdım internette, birkaç tanesine denk geldim hatta. Youtube'da aratınca bulabilirsiniz bir tanesini. İzleyip inceleyeyim dedim lakin beğenemedim maalesef. Diğer bulduğum filmin ise sadece fragmanını izleyebildim, ücretliymiş kendisi. Fragmanına bakmak istiyorsanız hemen şuraya tıklayabilirsiniz. Şahsen ben bu filmi daha bir iyi buldum hikayeye bağlı kalışı ve görselliği yüksek tutuşu açısından. Tabii bunlar sadece fragman gözlemlerim.

Sözün özü, Dönüşüm güzel bir kitap, evet lakin Kafka zor bir adam. Size elini uzatmıyor, kendi dünyasına davet etmiyor hemen öyle. Okuyucu olarak sizin onun dünyasına giriş yapabilmeniz gerekiyor. Bu öyle çabucak gerçekleşmiyor elbette. Siz giriş yaptığınızı zannediyorsunuz lakin sadece asıl kapının önünde dolanıp duruyorsunuz. Küçük ama çetin bir kitap, Dönüşüm. Şahsen ben kendisini belli aralıklarla okuyup anlayabilmeyi umut ediyorum.

Puanım 4/5.

Birkaç küçük alıntı:
"Herkes , beraberinde taşıdığı bir parmaklığın ardında yaşıyor. Şimdi hayvanlarla ilgili bunca şey yazılmasının nedeni de bu. Özgür ve doğal bir yaşama duyulan özlemin ifadesi. Oysa insanlar için doğal yaşam, insanca yaşamdır. Ama bunu anlamıyorlar. Anlamak istemiyorlar. İnsan gibi yaşamak çok güç, o nedenle hiç olmazsa kurgusal düzeyde bundan kurtulma isteği var... Hayvana geri dönülüyor. Böylesi, insanca yaşamaktan çok daha kolay. Herkes sürüye katıldığından ötürü güven içerisinde, kentlerin yollarından geçip işe, yemliklerin başına ve eğlenceye gidiyor. Tıpkı büroda olduğu gibi, sınırları iyice çizilmiş bir yaşam. Böylesi bir yaşamda mucizeler değil, yalnızca kullanma talimatları, doldurulacak başvuru formları ve kurallar var. Özgürlükten ve sorumluluktan korkuluyor. O nedenle insanlar, kendi yaptıkları parmaklarının ardında boğulmayı yeğliyorlar." - Franz Kafka
Koltukta çoğu zaman uzun geceler boyunca kalıyor, gözünü bir an bile kırpmıyor ve saatlerce deriyi hışırdatıp duruyordu. Veya büyük çaba harcamaktan kaçınmaksızın bir koltuğu pencerenin dibine itiyor, pencerenin pervazına tırmanıp koltuğa basarak cama dayanıyordu; herhalde böyle yapmasının nedeni, geçmişte pencereden bakmanın iç dünyasında filizlendirdiği özgürlük duygusunu anımsamasıydı.
Esen kalın, hoşça kalın.