Film Önerisi | VOL-İ (WALL-E)

29 Ocak 2022 Cumartesi

Kitap Yorumu | Cadıların Keşfi - Deborah Harkness (All Souls, #1)

Kitap Yorumu | Cadıların Keşfi - Deborah Harkness (All Souls, #1)

Vampir hikayelerine çok ilgim yok açıkçası.

Twilight'ı vakti zamanında yarım yamalak izlemiştim, The Vampire Diaries'in 2 sezonuna bakmıştım sanırım çıktığı yıllarda, bir de Diabolik Lovers animesini -felaket bir animeydi- izlemiştim. Bu kadar. Ve hepsinin sonu hüsran olmuştu. Peki, madem vampirlere ilgim yok neden Cadıların Keşfi kitabını aldım?

İçinde vampir olduğunu bilmiyordum çünkü.

Cidden, şu kitapların arka kapak yazılarını okumaya başlamam gerekiyor artık.

Ruhlar Üçlemesi serisi Deborah Harkness'ın tek kurgusal serisi. Bu seri haricinde birkaç tarih kitabı var. Kendisi bilim ve tıp tarihçisiymiş; kitaptan da bunu gayet rahat anlıyorsunuz zaten. Ruhlar Üçlemesi serisinin bir de "Cadıların Keşfi" adlı bir dizisi var; 2 sezon yayımlanmış, 3. sezonu yolda. 2018 yapımı, Matthew Goode ve Teresa Palmer başrolde.

Şimdi kitabımızın konusu şu: Oxford Üniversitesi'nde genç bir akademisyen olan Dr. Diana Bishop konferans makalesi üzerinde çalışmak için Oxford Bodleian Kütüphanesi'ne gidiyor ve simya ile alakalı eski bir el yazmasına ulaşıyor. Ancak şöyle bir durum var ki bu el yazması büyülü. Kendisi de her ne kadar öyle olmamaya çalışsa da bir cadı. Ve büyüyü hayatından uzak tutmak için, büyülü bir kitap olduğunu anladıktan sonra kitabı iade ediyor.

Bilmediği şey şu ki iade ettiği kitap -Ashmole 782- cadıların, vampirlerin ve iblislerin aradığı bir kitap ve bu zamana kadar eline geçirebilen kimse olmamış. Ashmole 782'yi çağırabilen Diana'yı gören biri daha var: Matthew Clairmont. Kendisi bir vampir. Herkes gibi o da kitabı ele geçirmek istiyor çünkü aklında bazı soru işaretleri var. Diana'nın kitabı iade ettiğinin ertesi günü kütüphanede karşısına çıkıyor Matthew ve böylece tanışmış oluyorlar. İkisinin hikayesi de başlamış oluyor bu şekilde.

Yazarın cadı, vampir ve iblis gibi fantastik ögeleri alıp günümüz dünyasına getirmesini ve bilim, mantık çerçevesinde işleme tarzını beğendim. Romantikleştirilen unsurları yok saymış ve olabildiğince bilim ile karşı karşıya getirmiş çoğu detayı. 

Tabii, bunu biraz fazla uzun yapmış.

Kitap 670 sayfa ve seri 3 kitaptan oluşuyor. Cadıların Keşfi tamamen bir giriş kitabı formatında kurgulanmış. Bazı sahneler fazlasıyla uzun ve detaylı yazılmış, tekrar eden çok fazla olay/sahne var. Daha kısa tutulsa daha iyi olabilirmiş.

Genelde fantastik eserlerde sıklıkla yapıldığı gibi ölümsüz/uğruna ölünecek bir aşk var bu kitapta da. Öyle ki çok önceden bile belli çiftin aşkı. Bu kuvvetli aşkın daha inandırıcı bir şekilde anlatılmasını tercih ederdim zira öyle anlatılmadığı için sadece ikisinin seçimiymiş ve çevredeki herkesin buna uyup neticesinde gelişecek "savaşa" ortak olmaları gerekiyormuş gibi algılanıyor. Sadece bazı noktalarda bunun "kaçınılmaz" ve "sadece ikisinin birlikte olmasından öte bir durum" olduğundan bahsedildi o kadar.

Bir de toksik maskülenite durumu var tabii. Yazar, kadın karakteri "Kendi kapımı kendim açabilirim," diyerek bu tutuma karşı biri olarak göstermiş ancak hikaye ilerledikçe o tutumdan pek eser kalmıyor. Sadece kendi kararlarını dile getirdiğine ve uyguladığına inanan birine dönüşüyor Diana. "Feminiziğm!"lik bir durum yok burada. Yazarın, vampir karakterlerin "maskülen" tavırlarını dağdaki kurtların davranışına bağlamış olmasından ötürü anlayabiliyorum da neden böyle bir yönden gittiğini. Sadece Diana'nın tepkileri yetersiz ve gereksiz kalıyor, sırf söylemiş olmak için söylüyor ya da reddediyor bazı şeyleri. Hiç girmese böyle bir tavıra bu kadar göze batmayabilirdi belki de. 

Sözün özü, ne çok kötü ne çok iyi, devam kitaplarını alıp okumayacağım bir kitaptı, Cadıların Keşfi. Mekan tasvirleri ve seçimleri ile hoş bir atmosfer yaratıyor yazar, okudukça içerisine giriyorsunuz ancak yavaş akan bir hikaye örgüsüne sahip. Hikayenin devamını da çok merak etmediğimden ve vampir hikayeleri çok ilgimi çekmediğimden devam etmeyeceğim ben. En azından şimdilik düşüncem bu.

Esen kalın, hoşça kalın.

22 Ocak 2022 Cumartesi

Kitap Yorumu | Kalpsiz - Marissa Meyer

Kitap Yorumu | Kalpsiz - Marissa Meyer

Kupa Kraliçesi'ni kendi kendime yönetilmez tutkunun cisimleşmiş hali olarak resmettim. Kör ve amaçsız bir öfke. -Lewis Carroll

Marissa Meyer'i Ay Günlükleri serisinden bilenleriniz vardır belki. Kalpsiz'i okumadan hemen evvel o seriyi okuyup bitirmiştim. Tatlı bir genç yetişkin serisiydi, Kalpsiz'de ne yapmış acaba diye merak ettim sonra. Vakti zamanında sanki bu kitabın kendilerini "ağlattığından" bahsedenleri hatırlıyorum da...

O kişilerle oturup bir konuşmak istiyorum şu an.

Kalpsiz, bildiğimiz Alice masalında yer alan Kupa Kraliçesi'nin geçmişine dair oluşturulmuş bir yorum. Alice Harikalar Diyarı'nda yer alan antagonist Kupa Kraliçesi'nin neden bu hale geldiğine "aşk" penceresinden bakmayı tercih etmiş Meyer ve bu hikayeyi kurgulamış. Ana karakterimiz Catherine -namı diğer geleceğin Kupa Kraliçesi- kendi halinde, tek hayali, arkadaşı Mary Ann ile pastane açmak olan bir leydi. Leydimisss. Aynı zamanda da Kupa Kralı'nın gözdesi, evlenmek istediği hanımefendi.

Catherine'e soran yok tabii.

Hoş, Catherine'in ağzını açıp düzgün bir cevap verdiği de yok da, neyse, ona birazdan geleceğim.

Kızımız, Kral'ın kendisine evlenme teklifi yapacağını öğrendiği gece -bunu Kupa Kralı'nın verdiği bir baloda öğreniyor- korkup kaçıyor ve bahçede Kral'ın soytarısı Jest ile karşılaşıyor. Sonrasında da bir türlü aklından çıkaramıyor bu soytarıyı. Ve olaylar gelişiyor.

Ben kitabı beğenmedim.

Zaten kitap belli bir yere kadar ilerlemiyor, yerinde sayıyor aslında. Catherine'nin, Kral'ın teklifini geciktirmeye çalışmasını, bir yandan pastane açma girişimlerini, bir yandan da Jest ile olan muhabbetlerini ve gelişen ilişkisini okuyoruz. Bir noktaya kadar dayanabildim -gerçekten büyük çaba sarf ettim- ancak annesinin Catherine'i Kral ile evlendirmek adına sürekli bıdı bıdı konuşması ve bir şeyler yapmaya çalışması, Catherine'nin önce Kral ile evlenmek isteyip istememesinden emin olamaması, sonrasında evlenmek istemediğine karar vermesine rağmen kimseye bir türlü hayır diyememesi beni bunalttı. Dönemine göre yazılmaya çalışılmış, evet, bütün bu durumlar geçmişte de günümüzde de yaşanmış ve hala yaşanabilecek durumlar. Ama ben gelemiyorum bu muhabbetlere, üzgünüm. Özellikle de 300 sayfa aynı muhabbet sürüyorsa.

Jest ile olan ilişkisi de bir şey hissettirmedi bana. Ne Jest ne aralarındaki ilişki kayda değerdi bana göre. Ondan çok etkilenmedim sanırım. Çok... ne diyeyim bilemiyorum, 2 boyutluydu? Ve bu durum hikayenin bir masaldan temel alınmış olmasından ötürü çok absürd de kaçmayabilir ama... üff. Bu bir roman sonuçta, değil mi? Karakterler ile biraz daha bağ kurabilmek isterdim.

Ve finali.

Finalde Kupa Kraliçesi'ne dönüşme kısmı o kadar hızlı bir geçişle verilmiş ki o da inandırıcı ve tutarlı değildi. Yani yaşananlardan sonra verdiği tepkiler, o ani karakter değişimi... Son sayfalara bırakılmayıp evvelden anlatılmaya başlansaymış belki bu kadar altı boş kalmazmış. 

Neresinden tutsam elimde kalıyor kitap.

Genç yetişkin romanları içerisinde değerlendiriyorum elbette ve ona rağmen ayakları yere sağlam basmıyor. Ana karaktere ısınabilseydim yahut onu biraz olsun anlayabilseydim belki yine bir nebze ama ı-ıh. Üzgünüm, Meyer. Biliyorum kitabı beğenmemem senin için büyük bir yıkım ve sorun ama yapabileceğim bir şey yok. Önümüzdeki maçlara belki.

Esen kalın, hoşça kalın. 

15 Ocak 2022 Cumartesi

Kitap Yorumu | Artemis - Andy Weir

Kitap Yorumu | Artemis - Andy Weir

Nasıl başlasam bilemiyorum.

Marslı kitabı favori kitaplarım arasında yer alıyor; okurken de izlerken de çok keyif almıştım. Andy Weir'ın diliyle beraber akıp gitmişti, karakter de kitap da. Marslı yorumuma şuradan ulaşabilirsiniz.

Ama Artemis.

Hmpf.

Şimdi gidip Artemis'i Marslı ile kıyaslayacak değilim. Her ne kadar ikisi de uzayda geçiyor olsa da. Bir yazarın her kitabı aynı tatta ve dokuda olmak zorunda değil, işin içine sayısız faktör giriyor çünkü. Marslı'nın kendine ve çıktığı döneme has bir şeyi vardı. Artemis'i kendi başına değerlendireceğim bu sebepten.

Jasmine Bashara, namı diğer Jazz, ana karakterimiz. Nasıl bir motivasyonla yola çıktı bilmiyorum ama karakterimizi hem kadın hem de kökeni Müslüman yapmış, Weir. Yapabilir tabii de, ne bileyim. Pek karşılaştığımız bir tercih değil neticede. Evet, ana karakterimiz Jazz babası ile 6 yaşındayken falan Artemis'e, aydaki 2000 nüfuslu tek şehre kaçıyor. Ayda büyümüş nadir insanlardan kendisi. ADF ustası olmaya çalışan bir portör (teslimatçı).

Kitap, 2. el ADF kıyafetinin sorun çıkarması üzerine Jazz'in ADF sınavından geçemeyişi ile başlıyor. Ardından sadece yatağının bulunduğu (namı diğer tabut) kapsül evine doğru yol alıyor, üstünü değiştiriyor ve öğleden sonrası için beklediği kargoyu almak için limana gidiyor. Bu noktada da öğreniyoruz ki Artemis'te tatilde olan ya da yaşayan zenginlere gelen yasa dışı kargoların teslimatını da yapıyor Jazz, yan işi de bu. Portörlükten pek bir şey kazanmıyor çünkü.

Neyse.

Bu kargolardan birinin teslimatını da uzun zamandır birlikte çalıştığı Trond'a yapıyor. Ve Trond'un kendisine bir teklifi var: Artemis'teki alüminyum şirketi Sanchez Alüminyum'un oksijen üretimini durdurmak. Böylece Artemis şehri çabuk bir çözüm isteyecek ve Trond ile bir anlaşmaya varmak zorunda kalacak. Bunun için de Jazz'in tek yapması gereken Sanchez'in hasat araçlarını sabote etmek.

Evet, bu kadar kolay.

Tek isteği kolay yoldan zengin olmak olan Jazz de bu teklifi kabul ediyor ve bir plan yapıyor. Fakat planladığı sabotaj girişimi pek istediği gibi gitmiyor ve işlemin ortasında yakalanacak gibi oluyor. Neyse kurtuluyor derken sonrası daha kötü. Çünkü bu girişimin ardından Trond ve evindeki yardımcısı cinayete kurban gidiyor.

Dırırırım...

Asıl olaylar bundan sonra başlıyor tabii. Yani... ben okurken sıkıldım ne yalan söyleyeyim. Bu şu anki -pandemiden ötürü- kitap okuyamayışımdan mı kaynaklanıyor yoksa kitap mı beni çekmedi tam ayrımını yapamıyorum. Ama -her ne kadar bunu söylemek istemesem de- Marslı'yı okurken hissettiğim heyecanı ve devam etme dürtüsünü Artemis'te hissedemedim. [Bir de karşılaştırmayacağım diyordum değil mi? Pf.] Yine teknik bir sürü şey var kitapta. O kadar teknikler ki okuyup geçtim. İmkansız bir şeyden bahsediyor olsa bile anlayamazdım muhtemelen.

Weir'ın Marslı'daki yazım dili Jazz'e pek uymamış gibi, yersiz buldum niyeyse. Fazla diyeyim, daha doğru bir tabir olur ve kadın olması ile zerre alakası yok bu durumun. [Var mı yoksa içten içe? Olmamasını umut ediyorum.] Hoş, Jazz nedense bir kadın gibi de gelmedi bana. Kadınlar belli şekillerde olmalı mantalitesinde söylemiyorum bunu ama çok arada kalmıştı, neden bilmiyorum. Özellikle de Arap ve Müslüman oluşundan ötürü -gerçi Müslüman demeyelim, öyle bir iddiası yok kendisinin- inanılmaz çarpılmış da karakteri. Sanki İslam'a göre ne olmamalı diye bakıp her şeyi uçlarda eklemiş Jazz'e. Elbette türlü türlü insan var ama zorlama gibiydi Jazz'le alakalı bazı şeyler. Ve başka birçok şey. Belki de böyle bir çatışma yaratmak istemiştir yazar karakterde, bilemiyorum.

Sözün özü, ittire ittire okuduğum bir kitap oldu Artemis. Okumasam da olurdu diyorum. Yeni kitabı çıkmış Weir'ın, 2021 Mayıs'ta. Ona da bir şans vermek istiyorum. Umarım sadece bu kitabı içindir hissetiklerim. Yazar kaybetmekten hoşlanmıyorum çünkü.

Esen kalın, hoşça kalın.

Kapak Görsel: Playboy Fiction

8 Ocak 2022 Cumartesi

Kitap Yorumu | Beni Hatırladın Mı? - Sophie Kinsella

Kitap Yorumu | Beni Hatırladın Mı? - Sophie Kinsella

Bir gün uyansanız ve kendinizi 3 yıl sonrasında başarılı bir kariyere, istediğiniz bir görünüme ve yakışıklı, milyoner bir kocaya sahip bulsanız?

Ancak arada geçen bu 3 yılı hiçbir şekilde hatırlamıyor olacaksınız.

Beni Hatırladın Mı?, Sophie Kinsella'nın 2008 yılında yayımlanan Chick Lit/Romance kategorisindeki kitabı. Kinsella'yı belki okuyanlarınız vardır, belki bazılarınız Bir Alışverişkoliğin İtirafları serisini okumuş ya da filmini seyretmişsinizdir, oradan biliyorsunuzdur. Ben bu kitabı, Alışverişkolik serisini ve 2017 yılında okuduğum Audrey'yi Bulmak kitabını tamamen unutmuş olarak aldım. Sadece çerezlik bir kitap okumak niyetindeydim çünkü. Söylemeliyim ki Alışverişkolik serisini okumadım ancak filmi çıktığı yıllarda izlemiş, baya da beğenmiştim.

Gelelim Beni Hatırladın Mı?'ya...

Kitap, ana karakterimiz Lexi'nin iş çıkışı arkadaşları ile gittiği bir barın dışında, yağmurda taksi bekleme sahnesi ile açılıyor. 25 yaşında, döşemeler departmanında Yardımcı Satış Elemanı olarak çalışıyor. Saçları kabarık, dişleri çarpık, vücudu tombik (?) ve aşk hayatı berbat kendisinin. Bu taksi bekleme sahnesinde artık o kadar usanıyor ki durumdan bir taksi yakalıyor güç bela ve başka birinin binmeye çalıştığını fark edince depar atarak taksiye koşturuyor.

Ve güm.

Ayağı takılınca yere yapışıyor.

Ertesi gün uyandığında ise fark ediyor ki annesi biraz yaşlanmış gibi... Kendi elleri ise artık manikürlü, dişleri yapılmış, saçları artık şampuan reklamlarındaki gibi parıl parıl, vücut desen Victoria Secret modeline dönüşmüş... Peki bunlar bir gecede nasıl mümkün olmuş olabilir? İşte mesele de tam olarak bu: Uyandığı tarih, taşa takılıp yere kapaklandığı tarihten 3 yıl sonrası.

3 koca yıl.

Ve bu 3 yıla dair hiçbir şey hatırlamıyor.

Ve hastanede uyanmasının sebebi de yaşadığı bir trafik kazası.

Kitap boyunca Lexi'nin yeni mükemmel (!) hayatını onunla birlikte keşfediyoruz. Dönüştüğü yeni kişinin nasıl biri olduğunu o da bizimle beraber öğrenirken aslında mükemmel olarak etiketlediği hayatının pek de öyle olmadığını fark ediyor. Bir yandan geldiği noktayı sorgularken diğer yandan bu ani değişimin neyden kaynaklandığını çözmeye çalışıyor.

O gün tam olarak ne yaşandı da hayatını tümden değiştirmeye karar verdi?

Şimdi kitap bir Chick Lit kitabı, onun bilincinde olarak yapacağım yorumumu. Su gibi aktı gitti öncelikle, bazı yerler gereğinden uzun olsa da. Klasik bir kendini yeniden keşfetme, kararlarını sorgulama kitabıydı. Romantik türün en sürükleyici kitaplarından, demiş arka kapakta Cosmopolitan. Romantik kitap görmemişler sanırım. Romantikliğe dair pek bir şey yoktu zira kitapta. Yani adı var, esamesi yok. Romantik ilişki yaşadığı kişi dış kapının dış mandalı gibi konumlandırılmış. Karakteri ve sahnelerini çıkar, hiçbir kaybı olmaz hikayenin. Çok büyük bir aşk var ortada ama sözde, dediğim gibi.

Romantik açıdan doyursun beni diyorsanız bu kitabı pek tavsiye etmem.

Onu söylemiş olayım.

Esen kalın, hoşça kalın.

1 Ocak 2022 Cumartesi

Kitap Yorumu | Teftiş - Josh Malerman

Kitap Yorumu | Teftiş - Josh Malerman

Josh Malerman'ın eserlerini, ilk kitabı Kafes'ten beri takip ediyor ve alıp okuyorum. Her birini de ayrı ayrı yorumladım, şuradan ulaşabilirsiniz.

Yepyeni, gizemli, korku dolu bir distopya: Teftiş.

Evet, kendisini distopya olarak tanımlayan bu eserde konumuz şu: Günlerden bir gün sorunlu bir adamın teki -adı Richard bu adamın- şöyle bir fikre kapılıyor: Karşı cins, dehanın dikkatini dağıtır. Ve bu fikre o kadar inanıyor ki ormanın içindeki bir kuleye kendisi ve çalışanları ile 26 tane oğlan çocuğunu kapatıp bir deneye girişiyor. Bu oğlanlar daha doğmadan ailelerinden satın alınmış, tam olarak belli bir kriteri karşılayıp karşılamadığını bilemediğim çocuklar. Kulenin içinde "kadın/kız" denen cinsin varlığından habersiz öylece yaşıyor, öğreniyor, gülüşüyor, eğleniyorlar.

Hikayenin asıl başlangıç noktası ise şu: Çocuklar 12 yaşına geliyorlar.

Richard'ın, yani oğlanların bildiği isimle B.A.B.A.'nın, "hassas yıllar" olarak adlandırdığı ergenlik yılları. Richard bu dönemden ötürü endişeli. Çocukları ve kendisini nasıl bir dönemin beklediğinin bilinmezliği iyice gerilmesine yol açıyor. Fakat bir yandan da sisteminin oldukça iyi işlediğini düşünüyor: Çalışanlar paralarını alıyor ve ağızları kapalı, dersler aynı şekilde işlenmeye devam ediyor, çocuklar sabahları yapılan ve teftiş adı verilen görüşmede saçma sapan sorular sormuyorlar, kulenin yazarı ve çocukların içlerinde bulundukları dünyaya daha da inanmalarını sağlayan yazar Warren Bratt, sisteme uygun kitaplarını yazmaya devam ediyor.

Ediyor mu acaba?

Warren artık içinde bulunduğu dünyaya katlanamaz hale gelmiş, kararlarını ve yaptıklarını sorguluyor. Ve bir gün çekmecesinden kendisine göz kırpan bembeyaz sayfalara daha fazla karşı koyamıyor ve asıl yazmak istediği hikayeyi, gerçekleri yazmaya başlıyor. Dur durak bilmeden. Ve kitap hazır olunca matbaa odasına gidiyor, bütün gece baskısını ve ciltlemesini yapıp 24 çocuğun her birinin odasına üzerinde bir notla bırakıyor bu kitabı:

Oğullarım... Bu kitabı yeni bir meydan okuma olarak görün. Düşüncelerinizi kendinize saklayın. Sözcükleri tek başınıza değerlendirin. Hanginiz kitabın içeriğini diğerleriyle tartışmadan en uzun süre dayanabilecek? Hanginiz benimle kitap hakkında konuşmaya direnebilecek? Deneyin. Öyle ki kitabı bitirene dek başka birine, hatta bana bile okuduklarınızdan bahsetmenizi yasaklıyorum. Bana kalırsa sizler de bunun kitap okumak açısından yeni ve etkili bir yöntem olduğunu keşfedeceksiniz. Belki de tüm kitaplar böyle okunmalıdır. -B.A.B.A.

(Kitabın bir yerinde matbaa makinesinin eski olduğundan bahsediyor çalışan kişi. Eski makineler de ses ve sorun çıkarırlar genelde. Warren bütün gece kimseyi uyandırmadan ve şüpheye düşürmeden nasıl basıyor bu kitapları, onu da anlamadım.)

Ve asıl hikayemiz böylece başlamış oluyor.

Şimdi öncelikle ben bu kitabın pek distopik bir kitap olduğunu düşünmüyorum. Tamam, dünyası distopik ama kulede ne güvenlik kamerası var, ne doğru düzgün çalışan var, ne sert bir sistem var. Altı üstü bir "Köşe" var çocukların korkutulduğu. Ama çocuklar yeri geldiğinde fink atıyorlar koridorlarda, kuleden kaçıp ormana giriyorlar, kendi aralarında konuşuyorlar falan. Ne Richard'ın ne başka birinin ruhu duymuyor. Öyle de gözetimli bir yer. Daha çok kendilerine distopik bir dünya kurmaya çalışan ve pek de başarılı olamamış iki insanın çabası gibi.

Olaylar öyle noktalara geliyor ki "Bu kadar da dikkatsiz olunmaz!" diyorsunuz ama olunuyor. Örneğin: "Oğlanların gizlice gözetlenmeye ihtiyacı yok. Oğlanlar gözetlenmemeli, gözlenmeli, korunup kollanmalı." Ha bir de Ebeveyn -Kulenin ismi- bu gözcülüğü çok ciddiye alıyor. O kadar ciddiye alınıyor ki birileri neredeyse 3-4 ay kimsenin ruhu duymadan bir yerlere gidip gelebiliyor. Pf, neyse.

Ve şöyle bir düşüncesi var Richard'ın: En nihayetinde tek bir oğlan bile büyüyüp dünyanın en parlak, en odaklı, en hakiki bilim insanına dönüşecekse yeter. Deney başarıya ulaşmış olacak. Eee... Hayır? Çünkü o "tek" çocuğun hali hazırda zaten bir bilim insanı olabilme ihtimali var, deneyden bağımsız olarak. 10-15 çocuk çıkıp bilim insanı olsa tamam ama 26 çocuktan sadece bir tanesi? Deneyler öyle işlemiyor maalesef, Richard.

Çok oradan oraya atladım ama kitabın her sahnesi hakkında söyleyecek zibilyon tane şeyim var. Bir yandan da pek spoiler vermek istemiyorum. Sözün özü, ne başarılı bulduğum ne de beğendiğim bir kitap oldu, Teftiş. Ortaya atılan argüman zaten yeterli değilken üstüne bir de bir distopya eserine göre başarısızca kurgulanmış bir kitaptı. Hiçbir tarafından tutamadım kitabı. Umarım bir dahaki girişiminde başarılı bir eser çıkar ortaya.

Esen kalın, hoşça kalın.

Dipnot: [SPOILER] J kitap okumasına, kızla görüşüp konuşmasına ve sindirmesi için yeteri kadar zaman geçmesine rağmen gidip her şeyi anlattı. Ama diğer çocuklar kızlar çıkıp gelince bir anda Richard'ı öldürmeye hazır hale geldiler ya... bir şey demiyorum.