Vampir hikayelerine çok ilgim yok açıkçası.
Twilight'ı vakti zamanında yarım yamalak izlemiştim, The Vampire Diaries'in 2 sezonuna bakmıştım sanırım çıktığı yıllarda, bir de Diabolik Lovers animesini -felaket bir animeydi- izlemiştim. Bu kadar. Ve hepsinin sonu hüsran olmuştu. Peki, madem vampirlere ilgim yok neden Cadıların Keşfi kitabını aldım?
İçinde vampir olduğunu bilmiyordum çünkü.
Cidden, şu kitapların arka kapak yazılarını okumaya başlamam gerekiyor artık.
Ruhlar Üçlemesi serisi Deborah Harkness'ın tek kurgusal serisi. Bu seri haricinde birkaç tarih kitabı var. Kendisi bilim ve tıp tarihçisiymiş; kitaptan da bunu gayet rahat anlıyorsunuz zaten. Ruhlar Üçlemesi serisinin bir de "Cadıların Keşfi" adlı bir dizisi var; 2 sezon yayımlanmış, 3. sezonu yolda. 2018 yapımı, Matthew Goode ve Teresa Palmer başrolde.
Şimdi kitabımızın konusu şu: Oxford Üniversitesi'nde genç bir akademisyen olan Dr. Diana Bishop konferans makalesi üzerinde çalışmak için Oxford Bodleian Kütüphanesi'ne gidiyor ve simya ile alakalı eski bir el yazmasına ulaşıyor. Ancak şöyle bir durum var ki bu el yazması büyülü. Kendisi de her ne kadar öyle olmamaya çalışsa da bir cadı. Ve büyüyü hayatından uzak tutmak için, büyülü bir kitap olduğunu anladıktan sonra kitabı iade ediyor.
Bilmediği şey şu ki iade ettiği kitap -Ashmole 782- cadıların, vampirlerin ve iblislerin aradığı bir kitap ve bu zamana kadar eline geçirebilen kimse olmamış. Ashmole 782'yi çağırabilen Diana'yı gören biri daha var: Matthew Clairmont. Kendisi bir vampir. Herkes gibi o da kitabı ele geçirmek istiyor çünkü aklında bazı soru işaretleri var. Diana'nın kitabı iade ettiğinin ertesi günü kütüphanede karşısına çıkıyor Matthew ve böylece tanışmış oluyorlar. İkisinin hikayesi de başlamış oluyor bu şekilde.
Yazarın cadı, vampir ve iblis gibi fantastik ögeleri alıp günümüz dünyasına getirmesini ve bilim, mantık çerçevesinde işleme tarzını beğendim. Romantikleştirilen unsurları yok saymış ve olabildiğince bilim ile karşı karşıya getirmiş çoğu detayı.
Tabii, bunu biraz fazla uzun yapmış.
Kitap 670 sayfa ve seri 3 kitaptan oluşuyor. Cadıların Keşfi tamamen bir giriş kitabı formatında kurgulanmış. Bazı sahneler fazlasıyla uzun ve detaylı yazılmış, tekrar eden çok fazla olay/sahne var. Daha kısa tutulsa daha iyi olabilirmiş.
Genelde fantastik eserlerde sıklıkla yapıldığı gibi ölümsüz/uğruna ölünecek bir aşk var bu kitapta da. Öyle ki çok önceden bile belli çiftin aşkı. Bu kuvvetli aşkın daha inandırıcı bir şekilde anlatılmasını tercih ederdim zira öyle anlatılmadığı için sadece ikisinin seçimiymiş ve çevredeki herkesin buna uyup neticesinde gelişecek "savaşa" ortak olmaları gerekiyormuş gibi algılanıyor. Sadece bazı noktalarda bunun "kaçınılmaz" ve "sadece ikisinin birlikte olmasından öte bir durum" olduğundan bahsedildi o kadar.
Bir de toksik maskülenite durumu var tabii. Yazar, kadın karakteri "Kendi kapımı kendim açabilirim," diyerek bu tutuma karşı biri olarak göstermiş ancak hikaye ilerledikçe o tutumdan pek eser kalmıyor. Sadece kendi kararlarını dile getirdiğine ve uyguladığına inanan birine dönüşüyor Diana. "Feminiziğm!"lik bir durum yok burada. Yazarın, vampir karakterlerin "maskülen" tavırlarını dağdaki kurtların davranışına bağlamış olmasından ötürü anlayabiliyorum da neden böyle bir yönden gittiğini. Sadece Diana'nın tepkileri yetersiz ve gereksiz kalıyor, sırf söylemiş olmak için söylüyor ya da reddediyor bazı şeyleri. Hiç girmese böyle bir tavıra bu kadar göze batmayabilirdi belki de.
Sözün özü, ne çok kötü ne çok iyi, devam kitaplarını alıp okumayacağım bir kitaptı, Cadıların Keşfi. Mekan tasvirleri ve seçimleri ile hoş bir atmosfer yaratıyor yazar, okudukça içerisine giriyorsunuz ancak yavaş akan bir hikaye örgüsüne sahip. Hikayenin devamını da çok merak etmediğimden ve vampir hikayeleri çok ilgimi çekmediğimden devam etmeyeceğim ben. En azından şimdilik düşüncem bu.
Esen kalın, hoşça kalın.